“Eski Hal Muhal…”

104

Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun sene-i devriyelerinde / yıl dönümlerinde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından, yurt çapında yapılan çeşitli etkinliklerle, coşkulu bir şekilde kutlanması çok sevindiricidir.

Âdeta, tarihî süreç sonucu Türkiye Cumhuriyeti’nin içinden çıktığı Osmanlı Devleti ile  -geç de olsa-  samimane kucaklaşması, tarihin güzel bir cilvesidir.

Aynı zamanda, halkın, şanlı ve azîz ecdadına duyduğu hasretin önündeki resmî engellerin, resmî zevatın kendi vicdanî ve hür iradeleri ile tamamen ortadan kalkmasının da göstergesidir.

Ayrıca devletimizin Osmanlı’ya verdiği ve bundan böyle vereceği anlaşılan değer takdire şayandır. Bütün milleti memnun ederek devlet-millet kaynaşmasının da yeni bir örneğini oluşturmaktadır.

Şüphesiz, yeni kurulan her devlet gibi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti de, kuruluşunun ilk yıllarında, artık tarihin altın sahîfelerinde, lâyık olduğu yeri almış bulunan Şanlı Osmanlı Devleti’ne karşı istemeyerek de olsa  -bilhassa tarih eğitiminde-  gereken önemi vermemişti.

Çünkü Osmanlı İmparatorluğu’nun hazin enkazı üstünde kurmak zorunda olduğumuz yeni Türk Devleti, Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri, iyice yerine oturmalı idi.

Osmanlı’nın sıcak hatıraları, milletin resmî ve gayri resmî her kesiminin kalbinde derin bir şekilde, bütün canlılığı ile yaşarken, geçmişe karşı lâkayt ve hattâ karşıt görünmek  -o zaman için-  uygun görüldü.

Her şeyi kendi şartları içinde düşünmek lâzım. Bu resmî tutum ve davranış  -geçici olmak kaydıyla-  yerinde görülmeli. Nitekim bu siyaset, giderek eski şiddet ve tepkisini kaybetmiş; günümüzde ise, tabiî mecrasına oturarak devlete ve millete rahat bir nefes aldırmıştır.

Zira Cumhuriyet kurulalı neredeyse bir asır olmak üzeredir. Kimsenin Cumhuriyet aleyhtarı olması, söz konusu değildir. Zaten buna lüzûm da yoktur, imkân da.

Çünkü Cumhuriyet fazîlettir, üstünlüktür. Halkın kendi kendisini idare etme san’atıdır. Milletin kendi idaresinde söz sahibi olduğu bir rejimdir. Seçme seçilme hakkının, hakkıyla elinde bulunduğu bir sistemdir.

Kaldı ki, bir çok milletin yıllarca  -maalesef-  çok kan dökerek elde ettiği bu rejime, Türkiye Cumhuriyeti  -çok şükür-  kansız bir şekilde kavuşmuştur.

Elbette Büyük Türk Halkı, bu güzel nimetin kadrinin bilincinde ve farkındadır.

Şüphesiz Osmanlı’yı sevmemiz, idare şeklini benimsememiz demek değildir. Onlar doğru ve yanlışlarıyla bizim atalarımızdır. Kaldı ki Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti’nin hukuken devamıdır.

Çünkü vatan aynı vatan, millet aynı millettir. Sadece libas değişmiştir. Artık bu giysiden, yâni devletimizin cumhuriyet vasfından asla vazgeçemeyiz. Osmanlı’yı sevmemiz; onların idare tarzlarını benimsiyoruz şeklinde algılanmamalı.

Çünkü sevmek başka beğenmek başkadır. Nice sevdiklerimiz vardır ki tavır ve hareketlerini beğenmez ve kabul etmeyiz. Bundan dolayı, halkımızın Osmanlı’yı sevmesi demek; idare şeklini beğenmesi demek değildir.

Osmanlı’yı sevmemiz zâtından dolayı gereklidir. Çünkü aslımızdır. Beğenmediğimiz tarafları ise arızî / geçici olan idare sisteminden ötürüdür.

26

Cumhuriyet, hukukun üstünlüğünü esas alan; hürriyeti asıl bilen; âdaleti, mülkün temeli sayan bir rejimdir. Meşveret / Şûra yani Meclis usûlüne dayanır. Kararlar, seçilmiş meclisler tarafından alınır.

Nitekim, bırakın insanları, Karınca ve Arı Milletleri’nin bile cumhuriyetçi olarak ne harikalar ortaya koydukları dünyaca mâlûmdur.

Batı menşe ve kaynaklı Lâikliğin ise, dine karşı tarafsız oluşu; yâni ne dindara ne de dinsize karışmayışı şeklinde anlaşılması gerektiği ise herkesçe bilinen bir gerçektir.

Evet, Osmanlı’yı seviyor, Türkiye Cumhuriyeti’nin yanında yer alıyor ve Cumhuriyet’e can u gönülden inanıyor ve onu fazîlet biliyoruz.

Fakat Cumhuriyet’in yanında yer alırken, Osmanlı Devleti’nde Adâlet, Hürriyet mefhumları ve Lâiklik anlayış ve rûhu yoktur demek de istemiyoruz. Öyle olsaydı, vatandaşını temel haklarından mahrum eden bir rejim, asla  -her şeye rağmen-  altı asır gibi uzun bir zaman devam etmez; Türk Halkı’nın da Cumhuriyet’e geçişi bu kadar kolay olmazdı.

Cumhuriyet; Osmanlı’nın kendi kuruluş felsefesi çerçevesinde tatbik etmeye çalıştığı, Temel Hak ve Hürriyetler’in bir merhale daha ileri götürüldüğü, insan fıtrat ve yaratılışına en çok yakışan bir rejimdir. Daha da gelişerek insan yaratılışına daha uygun bir durum göstereceği de açıktır.

Neden Cumhuriyetçi olmamız gerektiğine gelince: Asrımızda sosyal hayat çok gelişmiş; lüzumlu ihtiyaç maddelerinin sayısı çok artmıştır.

Çok yönlü olan insanın; sayısız sosyal ihtiyaç ve gereksinimlerini, tam mânasıyla kavramak ve yerine getirmek, artık bu zamanda, her bakımdan liyakatli olması imkânsız, az sayıdaki idarecilerle mümkün olmazdı.

İhtisaslaşmaların son derece çoğalması da, bir kişinin her şeyden anlayarak, yerinde ve doğru karar vermesini bu zamanda zorlaştırmıştır.

Böyle bir yüzyılda, isabetli bir idare, ancak kendi dallarında branşlaşmış kişilerden oluşacak, ehil bir meclisin ortaya koyduğu şahs-ı manevî ile kabildir.

Osmanlı, medeniyet yolunda bir önceki basamağımızdı. Şimdi bir sonraki basamaktayız. Bunu da geliştirerek yeni basamaklara ulaşmak zorundayız.

Velhasıl, bugün için Padişahlık istemek, abesle iştigal etmek, yâni boş şeylerle uğraşmaktır. Zaten isteyen de yoktur. Veciz ifadeyle demek lâzımsa:

X

“Eski hâl muhâl; ya yeni hâl veya izmihlâl.” (Bediüzzaman)

 

27- 29

Önceki İçerikDin ve Dünya (2)
Sonraki İçerikAslan Galatasaray ve Cim Bom Bom!
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.