ABD Başkanı Bill CLINTON, Ekim 1999’daki Amerika ziyaretinde Başbakan Bülent ECEVİT’e şunları söylemişti: “20. Yüzyılın ilk elli yılı Osmanlı İmparatorluğunun mirasının paylaşılmasının yol açtığı değişikliklerle geçti. 21. Yüzyılın ilk elli yılı da Türkiye’nin alacağı doğrultuyla şekillenecektir…”
Mart 2001’de yayınlanan Global Trends 2015 adlı raporda, ABD Dışişleri Bakanlığı, CIA ve ABD Ulusal İstihbarat Konseyi tarafından ileri sürülen görüşler şöyledir: “Türkiye’deki her gelişme, küresel oluşumları doğrudan etkileyecektir. Türkiye’nin 2015’e kadar iç istikrarı ile jeopolitik konumundaki gelişmeler, bölge, Batı Dünyası ve Amerikan menfaatleri üzerinde büyük etki yapacaktır.”
Türkiye-AB Karma Parlamentosu Eşbaşkanı Daniel John BENDIT, yine 1990’larda şunları söylüyor: “Türkiye için iki yol vardır: ATATÜRK anlayışına dönüş veya bu yolu terk. Her iki yol da mümkündür. Her iki yolun da kendi şans ve imkânları vardır. Barcelona yolu, ATATÜRK anlayışını terk yolu, geleneksel ATATÜRKÇÜ köktenciliğin parçalanması yoludur. Bu durumda, Türkiye, Türk Devleti içinde Kürtlerin öz yönetimini güçlendirmeyi de içeren, bölgesel adem-i merkeziyetçiliği (Millî veÜniter Devlet yapısını terk etmeyi) kabul etmek zorundadır. Bağdat yolu (ATATÜRK’ün yolu) ise, ATATÜRKÇÜ merkeziyetçiliğin güçlendirilmesi demektir.”
Almanya Dışişleri Eski Bakanı HansDietrich GENSCHER, Almanya’nın önemli gazetelerinden SüdeutscheZeitung’a, 1992 yılında verdiği demeçte: ” Biz Yugoslavya’da yeni bir model oluşturduk. Türkler de Kürtlerle buna benzer bir model üzerinde anlaşmalıdır.”
Adı geçen gazetede 19 Ocak 1998’de Wolfgang KYODL imzasıyla bir yazı yayınlandı: “On yıl içinde Türklerin komşusu olan üç güçlü politik sistem battı ve sessiz sedasız yok oldu. Bu sistemler, en az Türklerin kendi modelleri kadar dayanıklı inşa edilmiş görünüyorlardı. İran’da Şah Monarşisi, Sovyetler Birliği’nin Politbüro Komünizmi ve Yugoslavya’daki Federatif Balkan deneyimi. Rahatsız edici olan her üç devlet de, Türkiye Cumhuriyeti ile paralellikler gösteriyor. Hepsi de dinsel ve etnik çelişmeler yüzünden yıkıldılar. Üstelik Türkiye’de her ikisi de var: politik İslâm ve Güney-doğudaki Kürtlerin ayaklanması…Lenin’in devleti 73 yaşına basmıştı, Güney Slavlarınki 74 yaşındaydı. ATATÜRK’ün Cumhuriyet’i bu yıl hayli kritik 75.yaşına geldi.”
27 Mayıs 1999 tarihinde Paris’te yapılan Avrupa Solu zirvesinde Fransa eski Kültür Bakanı JackLANG şunları söylüyor: “AB yalnızca ekonomik çıkarlar ve düzenlemelerden ibaret değildir. Demokrasi ve insanlığa verdiğimiz değerleri, yalnız sınırlarımız içinde değil, sınırlarımız dışında da savunacağız. Gelecekte ve gerekirse bugün, Kosova’da yaptığımız gibi Kürt halkını da savunacağız.”
Stuttgart Zeitung yazarı Adrian ZİELCKE, 9 Ocak 1998’de şunları yazıyor: “Türkiye, Kürtlerin azınlık haklarını kabul etmeli ve sorunu politik olarak çözmelidir. Aksi takdirde ulusla arası baskı artacaktır.”
ABD Temsilciler Meclisi’nde Şubat 1999’da California Eyaleti Milletvekili Brad SHERMAN şunları söylüyor: “Türk Devleti’nin Kürdistan’a gönderdiği güç, SlobodanMILOSEVİÇ’in Kosova’ya gönderdiği askerî güçten daha fazladır. Kürdistan’da, Kosova’dan daha fazla insan öldürülüyor. Umuyorum ki ABD, Kürtlerin korunması için daha açık ve daha katı bir tutum izler. Baskıcı rejimlere karşı olan tutumumuz, bu ülkelerin NATO müttefiki olması veya olmaması ile değiştirilmemelidir. Türkiye’deki Kürtlerin korunması için ABD, askerî güç kullanarak devreye girmelidir.”
Yaşadıklarımızı ve bu yazılanlarla bağlantılarını siz değerli okurlarımın takdirine bırakıyorum.