Felsefe Üzerine Denemeler, Yeni Bir Şeyler Söylemek Lazım

96

Nesneleri duygularımızla algıladığımız düşünceler olarak gören, fikirlere ise ruhumuzun dışında var olamazlar diye bakan ve ruhun ölümsüzlüğü ile ALLAH’a- kadere ve kıyamet gününe inanan Skolastik Felsefeciler (İdealistler); bilimsel gelişmelere ve doğa olaylarına yeterince önem vermemişler ve bu yüzden de inandırıcılıklarını yitirmişlerdir. Ortaya koydukları fikirlerden hareketle gelişen Emperyalist, Kapitalist ve Faşist Devletler; başarılı olamamış, adalet ve güvenlik ile refah ve huzuru artıramamış, hakça paylaşımı sağlayamamış, gelir dağılımını dengeleyememiş, işsizlik- yoksulluk ve yolsuzluğu önleyememiş, bireysel hak ve özgürlükleri genişletememiş, insan hakları ihlallerini engelleyememiş ve emperyal uygulamalar ile insanlığı kan ve gözyaşına boğarak; ahlaki ve insanı erozyona, açlığa, şiddete, köleliğe, büyük göçlere ve küresel zulümlere neden olmuşlardır. 

Evreni ve insanı bilimle anlatmaya çalışan, ilmi gelişmelere ve doğa olaylarını açıklamada deneylere önem veren, hür düşünceye inanan Materyalist (diyalektik) Felsefeciler ise; insanları ve hayvanları makine olarak görmüş, maneviyatı ve duyguları önemsememiş, ALLAH’ı- Peygamberleri ve Kutsal Kitapları reddetmiş, ruhun ölümle birlikte sona ereceğini ve ahiret hayatının olmayacağını söylemiş, ancak dünyanın nasıl oluştuğunu ve maddenin ilk yaratılışını bir türlü açıklayamamış ve hiçbir şeyin “yoktan var, vardan yok olamayacağı” tezine cevap getirememişlerdir. Ortaya koydukları fikirlerden hareketle gelişen Komünist ve Marksist Devletler; başarılı olamamış, teorilerinin aksine eşitliği ve hakça paylaşımı sağlayamamış, gelir dağılımını düzeltememiş, işsizlik- yoksulluk ve yolsuzluğu giderememiş, adalet ve güvenlik ile refah ve huzuru artıramamış, bireysel hak ve özgürlükler ile toplumsal yaşamı dengeleyememiş, ahlaki ve insani erozyonu durduramamış, zulmü dindirememiş, insan hakları ihlallerini önleyememiş ve emperyalizmi sonlandırma yerine yayılmacı politikalar izleyerek; diktatörleşme eğilimi göstermiş ve kendi halklarını dahi muhtaç duruma düşürüp göçe mahkum ederek, inandırıcılıklarını kaybetmiş ve kapitalist sisteme geçmek zorunda kalmışlardır.

İdealistlerin devamı sayılan modern (çağdaş) felsefeciler ise; materyalizm ile idealizmi uzlaştırmaya çalışmışlar, hür düşünceyi benimsemişler, doğa olaylarına ve deneylerden çıkan bilimsel gerçeklere önem vermişler, ancak Materyalistlerin ALLAH’ın- kıyamet gününün ve kaderin var olmadığı tezini kabul etmemişler ve düşünceleri belirleyen ruhun ebedi olduğundan vazgeçmemişlerdir. Batılılar bu görüşten hareketle; Komünizm’in sosyal devlet, Faşizmin milliyetçilik, Kapitalizmin bireysellik tezlerinden sentez yapmışlar ve aydınlanmanın getirdiği laiklik ilkesi ile gelişen hukuk sisteminden de faydalanarak, ortaya “Milli egemenliğe, temsilcilerin seçimine, kuvvetler ayrılığına, sivil topluma, insan hakları ve bireysel özgürlüklere, düşünce- inanç- teşebbüs- örgütlenme ve basın yayın hürriyetlerine, sendikal haklara, şiddet içermeyen toplantı- gösteri- yürüyüş vb. eylemler ile görüşlerini açıklamayı ve hak aramayı güvence altına almaya dayanan” demokratik bir sistem koymuşlardır. Şu anda Türkiye’nin de uygulamaya çalıştığı “demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti” modeli; tüm eksikliklerine rağmen uygar dünyaya hâkim olmuş ve şimdiye dek bulunan en gelişmiş sistem olarak kabul görmüştür.

Ancak Batılılar dayattığı için tüm insanlığın benimsemediği ve her ülkenin kendisine göre yorumlayarak farklı farklı uyguladığı demokratik sistemde; başarılı olamamış, iddia edildiği gibi herkesi seçme ve seçilme hakkına kavuşturamamış, her seviyede halk desteğini yönetimlere yansıtamamış, millet egemenliğini hakim kılamamış, kuvvetler ayrılığı prensibini pekiştirememiş, ahlaki ve insanı erozyonu durduramamış, suç oranları düşürememiş, bireysel hak ve özgürlükler ile toplumsal yaşamı dengeleyememiş, adalet ve güvenlik ile refah ve huzuru artıramamış, tüm bireyleri sosyal güvenlik şemsiyesi altına alamamış, hakça paylaşımı sağlayamamış, gelir dağılımını düzeltememiş, işsizlik- yoksulluk ve yolsuzluğu giderememiş, sağlık- eğitim ve altyapı sorunlarını çözememiş, açlık ve sefaleti bitirememiş, zulmü dindirememiş, uluslararası büyük göçleri engelleyememiş, insan hakları ihlallerini önleyememiş ve küresel güçlerin emperyal uygulamalar ile dünyayı çatışma ve kaos ortamına sürüklemesine, neden olmuşlardır.

Elbette dünyayı kan ve gözyaşına boğan bu süreçte “hala demokrasiye geçmeyen, ülkelerini diktatörlükle yöneten ve halkını bilerek geri bırakan” liderlerin de büyük payı vardır. Ancak insanlık hala Batılıları emperyalist olarak görmekte ve onların ortaya koyduğu modern felsefe ile demokratik sisteme inanmamaktadır. Bu yüzden de Birleşmiş Milletler “meydana gelen çatışmaları gidermede, akan kan ve göz yaşını dindirmede ve uluslararası meseleleri çözmede” etkili olamamakta ve hepimizi dehşete düşüren kaos ortamı derinleşmektedir.

İnsanlığın eriştiği gelişmişlik seviyesini ve kültürel değerleri reddetmeden “doğu ile batı arasındaki kavga ile muhtemel bir üçüncü dünya harbini engelleyecek, etnik- dini ve mezhepsel çatışmaları sonlandıracak, ülkeler arası gelişmişlik farkını kapatacak, sağlık- eğitim ve altyapı sorunlarını çözecek, ahlaki ve insani erozyonu durduracak, terör ve şiddet olayları ile suç oranlarını düşürecek, madde bağımlılığı ile satanizm gibi sapkınlıkları azaltacak, aile müessesesini koruyacak, ilim ve bilim ile hür düşünceye önem verecek, tüm fertleri eşit ve onurlu kişiler olarak görecek, düşünce- inanç- teşebbüs- örgütlenme ve basın- yayın hürriyetlerine saygılı olacak, bireysel hak ve özgürlükler ile toplumsal yaşamı dengeleyecek, refah ve huzuru artıracak, hakça paylaştıracak, gelir dağılımını düzeltecek, işsizlik- yoksulluk- yolsuzluk- açlık ve sefaleti giderecek, tüketim çılgınlığını noktalayacak, herkesi sosyal güvenlik şemsiyesi altına alacak, toplumları kendi vatanında doyurarak uluslararası göçleri bitirecek, insan hakları ihlallerini önleyecek, zulmü dindirecek,  emperyalizmi ve kapitalizmi sona erdirecek ve yeryüzüne barış ve adalet getirecek” yeni bir sisteme, herkesin canından-malından ve namusundan emin olduğu taze bir iklime ihtiyaç vardır.

Devlet idaresinde “halkın sadece başkanları ve kabineyi demokratik usul ve yöntemlerle seçtiği, parlamentoların kaldırılıp tüm insanların milletvekili sayıldığı, kanunların bilgisayarla herkesin oyuna sunulduğu ve doğrudan yönetime geçildiği” ve Birleşmiş Milletlerde “tüm ülkelerin nüfusları oranında adil bir şekilde temsil edildiği, güvenlik konseyi gibi egemen devletler zihniyetinin tarihin çöplüğüne atıldığı, kararların demokratik usul ve yöntemlerle alındığı ve tüm uluslararası meselelerinin samimiyetle çözüldüğü” ahlaki, katılımcı ve gelişmiş bir düzen kurulmalı ve insanlık içinde bulunduğu vahim durumdan, bir an önce kurtarılmalıdır.

Büyük Türk Düşünürü Mevlana “Her gün bir yerden göçmek ne iyi / Her gün bir yere konmak ne güzel / Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş / Dünle beraber gitti cancağızım / Ne kadar söz varsa düne ait / Şimdi yeni şeyler söylemek lazım” demiş ve ufkumuzu açmıştır.

Eski felsefi öğretiler “tarım ve sanayi çağlarını geçirip, bilgi çağına giren” insanlığın, şimdiki ve gelecekteki ihtiyaçlarını karşılamamakta ve kaosa sebep olmaktadır. Kutup yıldızı gibi parlayacak, geleceğe ışık tutacak, 21. asrı kuşatacak ve birbirini yemeye başlayan insanlığın önünü aydınlatacak, yeni bir şeyler söylemek lazımdır. Dünya; herkesi sevgiyle kucaklayacak yeni bir medeniyet tasavvuruna, insanların ruhunda kopan fırtınaları dindirecek gelişmiş bir felsefeye ve beşeriyeti besleyecek apaçık bilgilere, her zamankinden çok ihtiyaç duymaktadır. Elbette ortaya sürülecek fikirler; yürekleri ısıtmalı, umutları yeşertmeli, tüm insanlığı sarmalı, genel kabul görmeli ve herkesi peşinden koşturmalıdır.  

21. Asrın düşünürleri bu beklentiyi karşılamalı, ortaya yeni bir şeyler koyarak beyinlere nüfuz etmeli, tüm insanlığa yön göstermeli, akan kan ve gözyaşını durduracak fikirler ile beşeriyetin önünü açmalı ve içinde yaşadığımız cihana derin bir nefes aldırmalıdır.