Orta Doğu, istikrarsız ülkeler bölgesi.
İstikrarsızlığın sebepleri araştırıldığında karşımıza iki önemli etken çıkıyor:
Birincisi: İsrail. İkincisi zengin petrol yatakları.
Bölgede yaşayan insanların farklı inanç kültürlerine ve bu kültürlerin farklı alt ve yan kollarına sâhip olması, bu iki etkenden yararlanarak bölgeyi karıştırmak isteyenlerin işini kolaylaştırıyor.
Bölgede dengeler de sık sık değişiyor.
Bu değişkenler karşısında Türkiye’nin bölge lideri veya hiç değilse bölgede istikrarın oluşmasına ve gelişmesine katkı sağlayabilmesi için her şeyden önce, istikrarlı bir dış politika tâkip etmesi gerekir.
Bunun mümkün olabilmesi için de Türkiye’nin bölge ile ilgili politikalarını, batılı ülkelerin değil, bölgenin şartlarına, hiç değilse kendi menfaatlerine göre düzenlemesi gerekir.
Uygulamalara baktığımızda gerekli hassasiyetin uzağında olduğumuzu görüyoruz.
Başlangıçta Suriye ‘Has Dost’ idi. İsrail’in yönlendirmesiyle ABD muhalif konuma geçince, Türkiye’de Stratejik ortağının (?!) yanında yer aldı. ABD; Arap baharını fırsat bilinerek İsrail’i rahatlatma projesini uygulamaya koydu. Suriye’yi; iktidarı babasından devralan diktatör değil, ABD ve İsrail’in birlikte belirleyeceği kukla diktatör yönetmeliydi.
Türkiye’yi hiç ilgilendirmeyen bir konu…
İç savaştan kaçan mültecilere kucak açtık. ‘İyi yaptık. Bize yakışan bu idi…’ Demek mümkün değil. Çünkü daha savaş başlamadan gelecek olanlar için hazırlık yaptık. Yaptığımız hazırlığı ilan etmek suretiyle resmen, mülteci dâvet ettik. O kadarla yetinmedik, ABD ve İsrail’in isteği üzerine, meydana sürülen muhalifleri destekledik.
Muhaliflerin yeterli beceriye sâhip olmadığı anlaşılınca, PKK ve Barzani destekli Kürtler devreye sokuldu.
‘Artık tamamdır!’ denildi ve Beşar Esad’a, ülkesini terk ettikten sonra gideceği ülke belirlendi.
Fakattt…
Evdeki hesap Şam’a uymadı. ‘Müdâhale‘ denildi, olmadı. ‘Sınırlı müdâhale‘ denildi, o da olmadı.
Gelinen noktada, ‘Kimyasal silah kullanma, müdâhaleden vazgeçelim‘ sözüyle zeytin dalı uzatıldı.
Böylece milletlerarası adalet sistemine yeni bir kural konuldu: ‘Kütleleri kimyasal silahla öldürmek yasak, konvansiyonel silahlarla öldürmek serbest…’
Destekleyeceğimiz adalet anlayışı bu olmamalı.
Düşürülen uçağımız, şehit edilen iki pilotumuz, Reyhanlı saldırısında ölen vatandaşlarımız, sınıra sıfır noktasındaki ilçemizde şarapnel parçalarıyla hayatını kaybeden mâsum insanlarımız unutuldu. Suriye helikopterini düşürmekle yetindik.
Bir de ‘Kurtlar Vâdisi Suriye’ filmi çevirseydik… iş tamamdı.
Gerçekler geç fark edildi. ABD’nin de İsrail’in de Suriye politikalarında değişiklik oldu.
Tabî’i Türkiye’nin de…
Son günlerde doğru politikalara yöneldiğimizi söylemek mümkün.
Öyle olması gerekiyordu. Çünkü Türkiye’nin Suriye ile ilgili politikası, sâdece Suriye ile değil, başta İran olmak üzere bütün Ortadoğu ülkeleri ile hatta Rusya ile olan ilişkilerimizi de etkilemektedir. Önümüz kış. Doğal gazda İran’a ve büyük ölçüde Rusya’ya bağımlı olduğumuzu hatırlamamız gerekir.
Artık herkes biliyor. Ortadoğu’da 4 ayaklı bir Kürt devleti düşünülüyor: Irak ayağı tamamlandı. Suriye ayağı için teşebbüse geçildi. İran ayağı için projeler hazırlanıyor.
Dördüncü ayak mı? Söyleyip de şeytana hedef göstermeyeyim. Zâten bilenler biliyor.
Mutlaka farkındasınızdır: ABD ve batılı ülkeler ve hatta İsrail bile, Suriye ile ilgili planlarını gözden geçirmek mecburiyetinde olduklarını idrak ettiler. Şimdilik söylemlerinde farklılıklar seziliyor. Söylemlerdeki değişikliklerin uygulamaya yansıması da yakındır.
Bir gerçeği artık herkes biliyor: Süper güçler, kendi topraklarında savaş istemedikleri gibi, kendi askerleri ile başka ülkelerde savaşmak da istemiyorlar. Bu işi taşeronlara yaptırmanın yollarını arıyorlar.
Söylemeye gerek var mı? İtibarlı devletlere taşeronluk yakışmaz.
Hele, bölge lideri olma potansiyeline sâhip devletlere hiç mi hiç yakışmaz…
MISIR
Süper güçler Hüsnü Mübârek’in işini bitirmek için Mısır halkını ve Mısır’da önemli bir güç olan Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nı taşeron olarak kullandılar. Mursi, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra ilk ziyaretlerini Çin ve İran’a yapınca anlaşıldı ki, Mısır Camp David Anlaşması hatâsını tekrarlamayacak. Batılı ülkelerin ve ‘Uzak Batı‘ olarak adlandırabileceğimiz ABD’nin çıkarlarına hizmet etmeyecek.
Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın, iktidar olduktan kısa bir süre sonra batılıların asla tahammül edemeyecekleri ölçüde radikal İslam’ın temsilcisi olduğu anlaşıldı. Vahhabiler, İhvan-ı Müslimcilerin yanında entel tâbiriyle ‘ılımlı Müslüman’ sayılır.
Batı, bu gerçeği bilmiyorsa, câhilliğinden çuvalladı. Biliyorsa ve ‘İktidara geldiklerinde yumuşarlar‘ beklentisinde oldularsa fena halde yanıldı.
Gözümüzde büyüttüğümüz, ‘süper güç‘ dediğimiz batı işte bu değerli dostlar.
Ya çuvallıyorlar veya yanılıyorlar.
Bu batının ipiyle kuyuya inilmez. ‘Demokrasi‘ dediler Hüsnü Mübârek’i alaşağı ettiler. Demokrasinin getirdiğini beğenmediler, Sisi’yi taşeron olarak kullanıp Mursi’yi hapse attılar.
Batı bunu hep yapıyor. Doymak bilmez iştahları sebebiyle menfaat bağımlısı olarak kaldığı müddetçe yapmaya devam edecek.
Batılılar gibi çuvallamamak veya fena halde yanılmamak için sorgulayıcı olmamız gerekiyor.
İlk sorgulamayı ben yapayım, devamını sizler getirirsiniz:
1- 1925 yılında imzalanan Cenevre Anlaşması ile kimyasal silahların kullanılması yasaklandı. Gerçi bütün devletler anlaşmaya imza koymadı. Koyanlar da İkinci Dünya Savaşı’nda kimyasal silah kullandılar. Bunlar biliniyor.
Yine de soralım: Neden kimyasal silahların kullanımının yasaklanması düşünülüyor da kimyasal silah üretiminin kesin olarak yasaklanması kimsenin aklına gelmiyor?
2- Suriye’de muhalif radikal grupların Esad’dan daha az vahşi olduğunu mu zannediyoruz?
Adımlarımızı dikkatlice sorgulamadan atarsak, yönümüzü kendimiz belirlemezsek çuvallarız veya fena halde yanılırız.
Bırakınız, bölge lideri olmayı, kendi kendimizi bile doğru dürüst yönetemeyiz.