Duran Adamı oynarken…

99

 

Osmanlı son demlerinde Rus-İngiliz denkleminde hayatını sürdürdü.

Sonrasında tabutunu Britanya çaktı Osmanlı’nın.

Artık Türkiye Cumhuriyeti olmuştuk.

Ancak Britanya ülkemizden gitmemişti.

Hatta Fransa ile Reji İdaresine, Osmanlı Bankasına, Merkez Bankasına, Türk Petrole kadar işlemişti.

Dönem dönem de Rusların işgal tehditlerini duyduk.

Britanya temelde Yunanları kullandı; Ruslar Bulgarları.

Biz de eski eyaletlerimize karşı bağımsızlık savaşı vermiş olduk.

Vitrindekiler düşmandı, arkadakiler unutuldu.

Almanlar yenildi, biz de yenildik, hani!

Almanlar tarihsel sahneye döndü biz dönemedik.

Çaresizdik aslında.

BU çaresizliklerin eksenini yabancı dilde değişen tercihlerde bulmak mümkündür.

Fransızcadan başlayan, Almancaya ve sonra nerdeyse tamamen İngilizceye dönen tercihler yapıldı.

Öyle ki, Türk Hariciyesi başka dilleri bilen eleman sıkıntıları bile yaşadı dönem dönem.

Yıkılan eski devletin yerine yenisi kuruldu, ancak İstiklal Savaşı yüzyıldır bitmedi.

Sonrasında Almanlar Avrupa’yı yaktı, yıktı.

Rusları tarumar etti, ama sonunda pes etti.

Arkasından yeni dünya düzenine ABD ile girdi dünya.

Britanya’nın kolu, kanadı kırıktı, aklını kiraya verdi eski yavrusu yeni babası ABD’ye.

Artık Türkiye AB-ABD arasında ruhu paylaşılan bir ülke olmuştu.

Bazen siyasette, ekonomide, bazen sokakta, darbelerde.

Rusların korkusuyla NATO’ya da girmiştik.

AB’ye girmek de cazip kılınmıştı siyasetçi fırsatçılar ve vantriloklar cihetinde.

Ne de olsa Osmanlı da Batı’ya yönelmişti.

Oysa Osmanlı zaten Avrupalı bir devlet olmuştu.

Ondan dolayı adı “Avrupa’nın hasta adamı” denmişti.

Mustafa Kemal de Batılılaşmaktan yanaydı.

“Muasır medeniyet” filandı Avrupa hani!

Oysa Mustafa Kemal Batılılaşmak çabasını Abdülmecit’ten devralmıştı.

Ve en az onun kadar da ülkesinin boyunduruk altında olmasını istemezdi.

Darbeler tarihine bakarsak, ülkenin milli bağışıklık sisteminin çalışmadığı görürüz.

O nedenle, AB ve ABD arasında gider gelir siyasetimiz.

Güya AB bizi kesip biçerek içine almak ister.

ABD de bizim üyeliğimizi destekler.

Oysa AB’nin AB olması temelde kendi içinde birlik kadar ABD’ye karşı da bir birlik demekti.

Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı Avrupa Birleşik Devletleri denemesi bu proje.

Ne İngiltere Almanya acısını unuttu; ne Almanya ABD’nin dişlerini söktüğünü.

İngiltere hem AB hem ABD ile beraber hareket etti.

Almanya ise Hitler’in askeri olarak yapmak istediğini siyasi ve ekonomik olarak yapmak amacında.

Osmanlı’nın son dönemlerinde farklı ittifaklarımız oldu.

Eğitim açısından Fransa, kültür olarak da Fransa ağırlıklı idi.

Siyasi açıdan İngiltere ile olan ittifaklar da oldu.

Almanya’nın ağırlığı, askeri konularda oldu.

Son yenik ittifak neticesinde Almanya ile yaralı dostluklar oldu.

İkinci Dünya Savaşına kadar askeri ittifaklarımız oldu.

Fransa, İngiltere, Almanya asırlarca kolonicilik yapmışlardı.

Amerika 19. yüzyıldan itibaren, koloniden koloniciliğe geçmişti.

20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Amerikan hâkimiyeti SSCB ile dengelendi.

1917 Bolşevik Devriminden sonra Ruslar Asya-Avrupa ülkelerini stratejik olarak kolonileştirmeye başladı.

Paylaşılan dünyada Rusların da nasibi vardı.

Rus Devriminden ilhamını alan Çin Devrimi de tehlike olabilirdi.

Tarihsel Japonya-Çin husumeti, sonra Kore’lerin ayrışmasının unutturduğu asıl ülke İngiltere idi.

Çin Komünist Devrimden, Rusya’dan ayrı kalması için ABD’nin tercihli ticaret ortağı yapıldı.

Hong Kong doksanların sonuna kadar İngiltere’nin kiralık toprağı olarak kaldı.

Bu süreçte Çin görünümlü çekik Batı kolonisi oldu.

Yapacak bir şey yoktu…

Modernleşme sadece Ortadoğu, Afrika’ya değil, Uzak Doğuya da gitmişti.

Osmanlıdan, TC’den çok önce “modernleşme” sendromları buralarda yaşandı.

Sonrasında 1940’ların sonlarında zarar eden koloniler de bağımsızlaşmaya başladı.

Avrupa kolonileri bir bir elden çıktı.

Özgürlük dedikleri yerli Avrupalıların tahakkümlerine dönüştü.

Ortadoğu ve Afrika’da olanlar, belki Güney Afrika hariç, böyle dönüştü.

Darbeler tarihi hep Avrupa ya da ABD lehine eksen değişimlerinden ibaret oldu.

Arap Baharı sürecinde yeniden dönüşümle temelde yeni eksen tayini oldu.

Bölgelerde biriken anti-Batı ve görünüşte İslamcı motivasyonu olan akımlar iktidarla frenlendi.

Yani aslında devrim filan dedikleri şeyler oldu.

Oysa bu ülkelerde kitleler kendi inandıklarını kendilerine dalgakıran olarak kullanmak tarzında oldu.

Artık bir süre daha Avrupa ve Amerika karşıtlığı unutulacak, içe dönüşle bu karşıtlıklar makas edilecekti.

Dahası, bölgelerde Çin’in bölgeye nüfuzuna engel olmak için kadim liderlerin gitmesi gerekiyordu.

“Bizim çocuklar” da darbelerle filan gelmiş ve fakat yaramazlaşmışlar, başka ittifaklara girişmişlerdi.

İsrail’in İngiltere’nin çocuğu olarak Ortadoğu’da yer alması da bölgenin tuzu biberi oldu zaten.

Hıristiyan Siyonizm’i için en güzel çare olarak İsrail, Avrupa’nın petrol bölgesine uzanan kolu oldu.

İsrail’in yaptıkları da İngilizlerin bölgedeki hatıralarını gizlemede iyi işlev gördü.

E, Kıbrıs’ta da kollar vardı zaten, Süveyş Kanalında da.

Demokrasi, bundan dolayı Batı’nın Demokles kılıcı oldu.

Hangi ülke hizadan çıkmaya çalıştı ise, hangi ülke kontrolden çıkmaya çalıştıysa demokrasi başlarına indi.

Çevreci demokrasi de bunların en güzel metotlarından biri oldu.

Bizim çevremizi, bizim mahallemizi, bizim insanımızı bizden daha fazla severdi.

Ve üretilen mallar gibi, her ülke ve insanın da miadı dolardı.

Ve öyle olunca maliyeti düşüren dijital silahlar devreye girer, demokrasi şaha kalkardı.

Özellikle SSCB’ye gelen demokrasiden sonra demokrasi daha da renklendi.

Tek kutuplu denen dünyada kutuplar aslında farklı yüzlere kavuştu.

Sermaye ve üretim dengeleri değişti biraz.

AB ve ABD’deki finansal krizler geldiğinde, yeni pazarların kavgası ortaya çıkmıştı.

Bir de, tamam Çin ucuz ve gönüllü amelelik yapıyordu ama…

Çin’in Devlet olarak kontrol ettiği toplam güç münferit Batı devletlerininkinden çok fazlaydı.

O zaman bu savaşın ve muhtemel savaşların enerji kaynaklarına yönelmesi lazımdı.

Çin karşı atağa geçtiğinde, bazı Afrika ülkelerinde ayrışma ve çatışmalar baş gösterdi.

9/11’den sonran sermaye kadar finansal kaynaklarda da eksen kaydı.

“İslamcı terörist”lerin yaptığı eylemlerin nasılsa Avrupa ve özellikle Almanya bağlantılı olması enteresandı.

2008’de başlayan Batı finans krizi de akla gelirse, bu Batı’nın ya yeni ülkeler yemesi ya da kendini yemesi demektir.

Bu arada Rusya Doğu-Batı arasında tüccar gibi oynayarak pazarlık payını artırıyor.

Türkiye’nin petrol bölgelerinde bekçi konumunda ABD’yle hareket etmesi Avrupa’yı kızdırıyor.

Ve bu süreçte bakıyoruz ki Almanya İran’la birlikte hareket ederek Suriye’ye yardım kararı alıyor.

Yani Suriye konusunda CHP Almanca konuşuyor.

Yakında CHP liderinin Farsça kursları konusunu da ele alacaklarını sanıyoruz.

Suriye de İngilizce, Almanca, Rusça ve Farsça revaçta bu aralar.

Kuzey Irak’taki Türkçe ise kısılmak isteniyor.

Ve bir sandığımız AB bu konuda ayrıştı.

Bir sandığımız ABD de bu konuda ayrıştı.

Obama’nın Amerika’sı ile Bush’un Amerika’sı arasında koca bir Çin ise duranadamı oynamıyor.