Hac esnasında günlük giysilerinden soyunup, bembeyaz lekesiz ihram örtülerine bürünen Müslümanlar, her türlü gösteriş ve alâyişten uzaklaşmayı, ziynet ve servetle böbürlenmemeyi, insanlar arasındaki eşitliği, ölümü ve ötesini hatırlamayı fiilen yaşayıp öğrenmeleri yanında, kötü arzu ve alışkanlıklarından da sıyrılıp, tertemiz yeni bir yaşayışa başlama iradesini de sergilerler. İhramlı için konulan yasaklar, hiç kimseye hatta haşerelere bile zarar vermeme, bütün yaratıklara şefkat ve merhamet, zorluklara sabır, kısaca kişiye düzenli ve disiplinli yaşama melekesi kazandırır.
Böylece hac farîzasını eda eden Müslümanlar, Allah’ın hoşnutluğunu kazandıkları gibi çevresindekilere faydalı olma, hiç değilse zarar vermeme alışkanlığı kazanmış olurlar. Hz. Peygamber işte bu anlayışla haccedenler için “Kim Allah için hacceder de (bu esnada, Allah’ın rızâsına uymayan) kötü söz ve davranışlardan ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, (kul hakkı müstesna) annesinin onu doğurduğu günkü gibi (günahlarından arınmış olarak hacdan) döner”(Buharî, Hac, 4; Müslim, Hac, 438) buyurmuştur.(Diyanet İlmihali, C. I, Sh. 513-514)
Görüldüğü gibi hac; mü’min için milat, yani yeni bir başlangıç, bir nevi hayatının dönüm noktasıdır. İhrama bürünerek ölümü ve ötesini hatırlayan, kötü arzu ve alışkanlıklarından kurtulan, Arafat’ta ahiretteki diriliş ve toplanmayı temsili olarak yaşayan ve orada geçmiş günahlarından arınan hacı, yeni bir ibadet heyecanı, bambaşka bir kulluk şuuru ile tertemiz, yepyeni bir hayata başlama iradesi kazanır.
Hac, tam bir ihlâs ve samimiyetle yerine getirildiği takdirde Müslümanlara tarifi imkansız manevî lezzetler sunacak, güzel ahlâki meziyetler kazandıracak, maddî-manevî pek çok fayda sağlayacaktır.
Bunun için, manevî kazanç vesilesi olan hac ibadetini yapma imkanı bulabilen Müslümanların, dikkatlerini haccın manevî boyutuna yoğunlaştırmaları gerekmektedir. Zamanlarını zorunlu ihtiyaçlar dışında olabildiğince tavaf, sa’y, namaz, zikir, tefekkür gibi ibadetler ve kutsal mekanları ziyaretlerle değerlendirmeli, alışverişe dalarak haccın feyz ve bereketinden mahrum kalmaktan sakınmalıdırlar.
Hacılarımız kutsal topraklarda bulundukları süreyi imkanlar ölçüsünde bol bol tavaf yaparak, tekrar tekrar umre yaparak, namazlarını Mescid-i Haram’da kılarak, kendisi, ailesi, yakınları ve tüm din kardeşleri için dua ederekgeçirmelidir. Medine’de bulunduğu süre içerisinde namazlarını Mescid-i Nebevî’de kılmalı, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in mübarek kabrini büyük bir edep ve hürmetle sık sık ziyaret etmelidir. Fırsat buldukça Mekke ve Medine’deki diğer kutsal mekanlarıda ziyaret etmelidir.
Yüce Rabbimizin buyruğunu yerine getirmek üzere zor ve meşakkatli yollara düşen mü’minler, bu mübarek seferden elleri boş dönmemek için çaba sarfetmelidir. Unutulmamalıdır ki, hac ibadetini yerine getirmek, Hz. Peygamber (s.a.s.)’i ve mukaddes beldeleri ziyaret etmek Allah’ın en büyük nimetlerindendir. Bu nimetlerin de bir sorumluluğu olacağı muhakkaktır.
Kutsal topraklara giderek “hacı” sıfatı kazanmış kimse, memleketine döndüğünde hacı olmanın şuur ve bilinciyle hareket etmeli, hacı olmanın vakarını korumalı, söz ve davranışlarıyla çevresindeki Müslümanları hac ibadetine özendirmelidir. Hacı olan mü’min hayrî hizmetlere öncülük etmeli,hayrın anahtarı, şerrin kilidi olmalı, özellikle ticaret olmak üzere hayatın her alanında dürüstlüğü ile topluma örnek olmalıdır.
Halk arasında yaygın olan “hacı olan kimsenin artık terazi tutmaması, bir daha ticaretle uğraşmaması gerekir” şeklindeki kanaat doğru değildir. Aksine hac ibadetini yerine getirmiş bir Müslümanın eskisinden daha aktif bir şekilde işinin ve ticaretinin başında olması, sosyal ve iktisadî hayatın içinde bulunması gerekir. Şüphesiz hac ibadetini yerine getirme bahtiyarlığına erişmiş bir Müslümana dürüst ve güvenilir olmak herkesten daha çok yakışır.
Diğer taraftan şartlarını elde etmiş bir Müslümanın “Haccı tutamam” veya “hacılığı koruyamam” gibi bahanelerle hacca gitmemesi veya sürekli ertelemesi doğru değildir. Hz. Peygamber (s.a.s.), “Kim, azığa ve kendisini Allah’ın evi Kâbe’ye ulaştıracak bir bineğe sahip olduğu halde haccetmezse, ha Yahudi ha Hristiyan olarak ölmüş, hiç farketmez” (Tirmizî, Hacc, 3) buyurarak, bu konuda bizleri uyarmıştır. O halde Müslümanlar olarak, hac ibadetini şartları oluştuğunda bir an evvel yerine getirmeliyiz.