Kara Sevda

88

     AB’yi memnun etmek için siyaset arenasında heyecanlı, bazen de sert tartışmalar olmakta. Sivil toplum örgütleri de, bu tartışmalara kayıtsız kalmamakta. Müspet-menfî fikir ve düşüncelerini ortaya koymaktalar. Böylece taraflar arasında bir mücadeledir, bir münakaşadır sürüp gidiyor. Tabii iki yönlü ve iki nitelikli olarak.

Bir taraf realist davranıyor, öteki taraf idealist. Bir taraf somut durumu gözetiyor. Öbür taraf soyut olarak düşünüyor. Oysa soyut olarak düşünmek kolay ve güzel.  Somut olarak  hareket etmek zor ve sorumluluk bilinci isteyen bir tutum içeriyor.

İki tarafın ortasını bulmak gerek. Yani yapılacak veya değiştirilecek kanunları, sağlam bir zemine oturtmak icap ediyor. Klâsik deyimle, biz buna mukteza-yı hâle binaen hareket etmek diyoruz. Yani hâlin durumuna göre hareket etmek tarzı. Çünkü zâtında ve aslında güzel olan bir şey; uygun zemin bulamamışsa zararlı olmaya başlar.

Meselâ, mevsimsiz ve zamansız olarak toprağa ekilen tohumların, çürüyerek hiç bitmemesi gibi. Bunu anladığımız zaman ise vakit kaybetmiş olur. Belki de çok geç kalmış bulunuruz. Bu sefer kaş yapayım derken göz çıkarmış oluruz.

Türkiye’nin jeopolitik durumu, Türkiye’nin jeostratejik vaziyeti, Türkiye’nin siyasal konumu, Türkiye’nin coğrafyası, Türkiye’nin tarihsel yönü, Türkiye halkının keyfiyeti, Türkiye’nin geleceği, Türkiye’ye komşu ülkelerin bakışı, Türkiye üzerine oynanan oyunlar, Türkiye’nin içinde bulunduğu sıkıntılar, Türkiye hakkında  -özellikle-  Avrupa’nın olumsuz düşünceleri, Türkiye’ye Avrupa’nın olumsuz bakışları, olumsuz tavırları, art niyetleri, art niyetli yaptırımları. Türkiye’yi geleceğe yönelik hedefleri arasına katma girişimleri. Türkiye’yi parçalama gayretleri. Türkiye’ye istedikleri an bölünecek şekilde ortam hazırlamaları.

Bütün bunları hesaba katmadan, yapılmak istenen tüm kanun değişiklikleri; Türkiye’yi zora sokar. Başına püsküllü belâlar açar. En azından Türkiye’nin parlak geleceğini geciktirir. Sekteye uğratır. İşte bütün bunları göz ardı ederek, mangalda kül bırakmayanlar iyi düşünmeli. Atılmak istenen adımlarla nasıl bir kaosa sürüklenmek istediğimiz anlaşılmalı.

Ve ne hazindir ki, bütün bu çırpınışlar. Ekmek ve geçim sıkıntısı içinde kıvranan milyonlarca  vatandaşımız için yapılmıyor. Özellikle Türkiye’ye yıllarca kan kusturmuş ve yine de  -bir işarete bakar-  bundan caymayacağı belli olan, içten dıştan destekli teröristler için yapılıyor.

Bazı politikacı ve kimi aydınlarımızın ayakları bir türlü yere  değmiyor. Belki çok güzel düşünüyorlar. Keşke bir de, nasıl bir ortamda olduklarını düşünseler. Düşünseler de, bu AB denen kara sevdanın başlarına nasıl bir çorap ördüğünü anlayıp; uydu olmayı değil de uyulan olmayı yeğleseler.

Sağlarına İslâm Âlemi’ni, sollarına Türk Âlemi’ni alsalar. Merkezde ise Türkiye olsa. Batı’nın karşısına daha şahsiyetli, daha kararlı ve daha dimdik olarak çıksak.

Emin olun ki, onların yanında daha saygın bir yerimiz olacak. Kuşkusuz böyle bir karşılıklı ilişkiden; hem Türkiye  hem de Batı daha verimli, daha güzel bir sonuç alacaktır.

Velhasıl Batı’ya karşı tutumumuz:  “Hüsnü zan, ademi itimat.”  Düstur ve prensibi çerçevesinde olmalı. Yani haklarında güzel düşünmeli, fakat onlara karşı tedbiri de, temkini de, asla elden bırakmamalıyız. Çünkü Süleyman Demirel bile,  Batı’nın Sevres’i ihya etmek istediğini ileri sürerek, bakınız ne diyordu:

“…ben Türkiye’nin Batı ile münasebetlerinin düzgün olması, Batı ile Türkiye’nin işbirliği içinde olması, bizim evrensel değerlere sahip olmamız taraftarıyım. Türkiye, Demokrasi’nin

eksiklikleri varsa tamamlamalı ama, “Demokrasi” ve  “İnsan Hakları”  gibi bir sütreyi

908

(paravanayı) öne koyarak, Türkiye’nin parçalanmasına varabilecek zorlamalardan kaçınılması taraftarıyım…” (Yeni Yüzyıl, 22 Mayıs 1995)

Bu alıntıya Attila İlhan, Cumhuriyet’te 20 Şubat 2002 tarihinde çıkan yazısında şu eklemeyi de yapmaktan kendini  -haklı olarak-  alamaz:

“Tabii, daha önce yaşanan, türlü garabeti saymazsak. Kıbrıs bahsinde, bir ‘müttefiklerine’ silâh ‘ambargosu’ koymaktan utanmadılar. Savunma Sanayii’nde, bir ‘müttefiklerinin’, bağımsız ve ulusal bir teknolojiye sahip olabilmesini, asla istemediler ve engellediler. Ekonomik düzeyde, bir ‘müttefikleri’ni, aynen Tanzimat sonrasında olduğu gibi, sürekli olarak ‘Sistem’e  -yani AB’ye ve ABD’ye-  muhtaç vaziyette tutmayı yeğlediler: ‘Ulusal ekonomisini’ yıkıp, kendilerine  ‘Açık Pazar’  oluşturdular.”

Önceki İçerikSivas – Gümüşhane ve Bayburt Milletvekillerine Açık Mektup
Sonraki İçerikİnsanlığa Karşı Şiddet!..
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.