ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey bir panelde yaptığı konuşmada “Elbette ki İç işlerinize karışırız” dedi. Günlerdir ABD’li yetkililerin, Gezi Olayları’na ilişkin yaptığı açıklamalar böylece taçlandırılmış oldu.
ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Jen Psaki’de “… medya kuruluşlarına yönelik, özgür basının normal işlevini yerine getirmeleri sonucunda karşılaştıkları her türlü baskıdan rahatsızız” diyerek görüşlerini ortaya koydu. ABD’nin Türkiye’nin sahibiymiş gibi tavırlarına daha bir çok örnek göstermek mümkün…
Ancak Jeffrey’in sözleri üzerine gündemle yada gündem dışı bütün yazılıp çizilenlerin artık bir hükmü kalmamıştır. Bu açıklama ile daha da net anlaşılmıştır ki; Gezi Olayları dış mahreçlidir. Bunları yönetenler başta ABD olmak üzere diğer ülkelerin yerli işbirlikçileridir. Bu işin arasında, bir kısım şuursuz milliyetsever ve yurtsever farkında olmadan kullanılmıştır.
ABD’nin eski Ankara Büyükelçisinin sözleri“Mandacı Vesayet” rejiminin ülkemizde tam manasıyla uygulama alanı bulduğunu hepimizegöstermiştir. Televizyonlarda bolca dinlediğimiz ve gazetelerde okuduğunuz sözde aydınların, kayıkçı kavgası da bu işin bir “ninni” versiyonundan ibarettir.
Sivas ve Erzurum Kongrelerinde üstün gelemeyen mandacı zihniyet, Atatürk’ün 1938’deki ölümünden bu yana adım adım Türkiye’yi ele geçirmiş ve aynen diğerlerinde olduğu gibi önce partiyi kurdurup sonrada iktidara getirdiği AKP ile bunu pekiştirmiştir.
Bu gün Türkiye’nin bağımsız bir ülke olmadığını yine Jeffrey’in sözleri ile daha iyi anlıyoruz: “Türkiye’nin yaklaşımı daha çok “İç işlerimize nasıl karışma cüreti gösterirsiniz?” şeklinde. Evet gösteririz çünkü siz bu kulübün üyesisiniz. Kendinizi izole edemezsiniz”. Milli Görüş çizgisinin son 10 yılda Türkiye’yi çaresiz bırakarak teslimiyeti tamamladığı adrese bakın! Ne milliciler ama?
RTE’nin danışmanlığını da yapmış olan Cüneyt Zapsu’nun “süpürmeyin işinize daha çok yarar” hikayesinin mutlu sonu “İç işlerinize karışırız” küstahlığı… Nedenlerini tartışırız ama bize yani bu ülkenin sahibi olan Türk Milletine bunlar müstehak!
Diyeceksiniz ki; hep böyleydi. Doğru… Mustafa Kemal dönemi hariç bu “Muhteşem Osmanlı” yıkılırkende böyleydi!
İngiltere’nin vaktiyle İstanbul yani Dersaadet Büyükelçisi Lord Stratford Canning’in 1853’te karısına yazdığı mektupta “… Reşid’le Sadrazam azledildi, o saat padişaha çıktım, yeniden vazifeleri başına getirildiler.” diye bahsetmesi pek bilinen bir şeydir.
Yine Fransız devlet adamı ve tarihçisi F. Guizot “… Reşid Paşa, ülkesinde giriştiği hareketin başarıya ulaşması için, en gerekli niteliklerin birisinden yoksundu; Türkiye’de güçlü bir reformcu olamayacak kadar az Türktü…” diyor. Ya bu günküsü?
Guizot’a göre de Reşit Paşa’nın formülü “Türkiye’yi Avrupa’da tutabilmek için, Avrupa’yı Türkiye’de tatmin etmek”tir. Buradan anlıyoruz ki; günümüzde de süren memleketi peşkeş çekmenin formülünü Reşid Paşa bulmuş ve arkasından gelenlerde uygulamaya devam etmiştir.
Şimdi verdiğimiz bu tarihi örneklerdeki şahısları, günümüzün önemli figürleri ile yer değiştirerek adlandırın, pek bir şey değişmiş mi? Üzülerek ifade etmeliyim ki; faniler bu dünyadan gelip geçmiş ve yeni faniler onların yerini almış ama Türk’ün yaşadığı hadiseler adeta “Makus Kader”e dönüşmüştür.
Türk Milleti, kendisi ve vatanı hakkında yapılan planları ve sahneye konulan oyunları görmeli, suni tartışmalardan ve çatışmalardan uzak durmalıdır. Yapılacak en önemli şeylerden biri sağdan, soldan, demokrattan, liberalden, İslamcıdan gelen tüm saldırıları kavramak ve ona göre davranmaktır. Yoksa “İç işlerimize karışmak” başımıza gelecek olanın milyonda biri bile değildir.