Gezi Parkı projesi için; ‘Referandum‘ denildi, yandaş basın, referandumu ‘çözüm‘ olarak kabul edip, daha referandum yapılması kararı alınmadan, hattâ, yargı kararı varken referandum yapılamayacağı gerçeğini akıl edemeden, çağrı yaptı: ‘Haydi gençler sandığa…’
‘Bu acele neden?’
Yandaşlıkta önceliği kimselere kaptırmamak ihtirasından mı, cehâletten mi?
İkisi de kötü şey…
Anlatayım:
Referandum, herhangi bir kanunla ilgili olarak, daha ziyâde de hazırlanan yeni bir anayasa ile ilgili olarak halkın; ‘kabul‘ veya ‘red‘ şeklinde kesin görüşünün alınması için yapılır. Bu hak 1982 Anayasası tâdil edilerek Türkiye’de de yürürlüğe konulmuştur.
Yandaşlıkla birinciliği kimselere kaptırmamak heyecanı içerisinde olanlar anlayamamış olabilirler. Biraz daha açayım:
Referandum; bir bütün olarak devlet yönetimini ilgilendiren herhangi bir konuda, oy verme hakkına sâhip bütün vatandaşların tercihlerini ortaya çıkarmak için yapılan oylamadır.
Neymiş efendim?
Birincisi: referanduma sunulacak konu, bir bütün olarak devletin yönetimi ile ilgili olacak.
İkincisi: ülkedeki oy verme hakkına sâhip bütün vatandaşlar oy kullanacak.
Milletlerarası konularda da halkoylamasına gidilmektedir. Avrupa Birliği (AB)’ne ye olunup olunmaması gibi…
Hatta AB üyesi ülkeler, Türkiye’nin Birliğe üye olarak kabul edilip edilmemesi konusunu da kendi ülkelerinde yapılacak referandum sonucuna bağlamışlardır.
Referandumlar, bu esaslar dâiresinde yapılır.
Ülkemizin geçmişinde, referandum müessesesinin kötüye kullanıldığı olmuştur. Mahallî seçimlerin öne alınıp alınmaması, 12 Eylül yönetiminin uygulamaya koyduğu siyaset yasağının kaldırılıp kaldırılmaması konularında olduğu gibi…
Bu gibi hatâların tekrarlanmaması arzu edilir.
Mesela ‘rant mı, çevre korunması mı?’ konulu referandum çok komik olur. Devlet ciddiyetiyle asla bağdaşmaz.
Bu bilgiler, hukuk ve kamu yönetimi eğitimi veren üniversitelerin birinci sınıflarında öğretilir. Öğrenenler bir üst sınıfa geçerler. Öğrenemeyenler yandaş basında kalem işçisi olurlar.
Referandum kelimesini ilk defa telaffuz eden yöneticiler, bu işleri bilen danışmanlar tarafından uyarılmış olacak ki bir müddet sonra, ‘referandum‘ yerine ‘plebisit‘ kelimesini kullanır oldular.
O halde ‘plebisit‘ kelimesi hakkında da bilgi vereyim:
Plebisit; bir yerleşim biriminin başka bir ülkeye, bir ilçenin başka bir il merkezine veya bir mahallenin başka bir ilçeye bağlanması konusunda alınan kararın, bölgede yaşayan insanların onayına sunulmasıdır.
Burada; siyasî programlar veya teklifler arasında bir seçim yapılması değil, belli bir politikanın hukukiliğinin onaylanması veya reddedilmesi istenir.
Bunlar meselenin hukukla ilgili yönleri.
Meselenin bir de ilmî yönü var: Her konuda referandum veya plebisit yapılamaz. Mesela ilmin gerektirdiği veya hayatî zaruret bulunan konularda, yönetim, işin gereği ne ise onu, kimseye danışmadan yapmak hakkına sâhiptir. Hatta işin gereğini yapmak mecburiyetindedir.
Taksim Gezi Parkı’na AVM yapılması meselesinde karar yetkisi İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne aittir. Belediye Meclisi’nin alacağı karara göre hareket edilir. Belediye Meclisi’nin yetkilerini bir başka kurum ve kişi üstlenirse ülkede karmaşa doğar. Devlet yıpranır.
Taksim Kışlası ile ilgili İdare Mahkemesi’nce verilmiş bir karar vardır. Bu karara rağmen, ‘Yapacağız‘ inatlaşması, ortamı gerer. Akıllı yöneticiler, ortamı germekten kaçınırlar. Onların görevi yurttaşlara huzur ve sükûn içerisinde yaşayacak bir ortam hazırlamaktır.
Gezi parkı ile ilgili referandum veya plebisit… İkisi için de karar alınamaz. Velev ki alındı… Hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. Bugün karar verilse bile oy verme işlemi en erken 90 gün sonra mümkün olabilir. Siyasette 90 dakika bile uzun süredir. 90 gün içinde çok şey değişebilir. Dolayısıyla referandum ve plebisit halkı oyalama-uyutma taktiğidir. Bu taktiği ‘kurtarıcı‘ olarak düşünenler, prestij kaybına uğrarlar. Zararını devlet ve millet çeker.
* * *
Bir başka husus: ‘Çevre mi rant mı?’ ikileminde iktidarın ranttan yana direnmesi, bu yönde karar alması ve aldığı kararı, usulsüz bir referandum veya plebisit ile taraftarlarına onaylatması, yanlışı ortadan kaldırmaz. Eskilerin tâbiri ile ‘şeddeli yanlış‘ olur. Günümüz anlatımı ile: ‘iki kere yanlış‘ Entel takılanlar ‘yanlış2 / yanlışın karesi‘ diyorlar.
Daha önce, bâzı saygın kavramlar ayaklar altına alınmıştı.
Diyelim ki… Bu defa da referandum ve plebisit kavramları ayaklar altına alındı ve AVM inşa edilip edilmeyeceği hususu vatandaşa soruldu. Kararı alanların sempatizanları-partidaşları da inatlaşmaya katılıp ‘evet‘ dediler. İşin doğrusunun yapıldığı mı iddia edilecek? Yoksa, yapılan yanlışlığın vebâli, halkın üzerine mi yüklenmiş olacak?
Aksini düşünelim:
‘Hayır‘ oyları fazla çıktı.
Konuyu referanduma götürenler; ‘Biz milletimize ters gelen işleri yapmaya teşebbüs etmişiz ve de teşebbüsümüzde inat etmişiz, yanlış yapmışız.’ Deyip görevlerinden istifa mı edecekler, yoksa pişkinliğe vurup, Amerikalıların deyimi ile ‘topal ördek‘ konumunda göreve devam edip, yeni yanlışlarla gündem oluşturmaya, Türkiye’nin enerjisini boşa harcamaya devam mı edecekler?
Ülkeyi idâre edenlerin görevi gündem oluşturmak değildir.
* * *
Renkli basın, insanlarımızın büyük bir bölümünü ‘magazin bağımlısı‘ yaptı ya… Bu çok ciddî konuya, daha geniş kütlelerin ilgisini çekebilmek için işin içine biraz magazin katayım.
‘Doksan-Altmış-Doksan… kültürü noksan‘ bayanlar, sanatlarıyla ve yetenekleriyle değil, skandallarıyla ilgi çekmeye çalışırlar. Gündemin maddesi olabilmek, kendilerinden bahsedilmesini sağlamak için her türlü rezâleti göze alırlar. ‘Ne kadar çok rezil olursam, o kadar büyük şöhret olurum, piyasa değerim artar…’ Diye düşünürler.
Böyle bir düşünce ancak ‘Doksan-altmış-doksan‘ unvanına sâhip kişilere yakışır.
O halde niye yazdım?
Dedim ya! konu üzerine daha fazla ilgi çekmek için…
Atalarımız söylemişler: Teşbihte hatâ olmaz…
* * *
Yine de konuyu ciddiyetle bitirelim.
Gezi Parkı eylemcileriyle giriştiği mücâdeleden Recep Tayyip Erdoğan, güçlü çıkmıştır. Kaybeden devlet ve millet olmuştur. Pirus zaferi kutlu olsun.
Halk arasında; ‘Galip sayılır bu yolda mağlup‘ denilir.
Mef’ulü muhalifinden hareketle, ‘Mağlup sayılır bu yolda galip…’ de denilebilir.
Bakınız neden?
Gezi parkında ağaç kesilmesini önlemek isteyen iyi niyetli küçük bir grubun başlattığı eylemler, yönetimin hatâları sebebiyle genişledi ve kötü niyetli kişi ve gruplar duruma hâkim oldular. Eylemciler; hükümet… daha doğrusu Recep Tayyip Erdoğan aleyhtarı sert protestolara dönüştü ve derinleşerek Türkiye geneline yayıldı.
Başbakanın ‘evinde tutamadığı‘ Türkiye’nin % 50’si, iktidar partisinin dâveti, devletin desteği ile meydanlara çıkarıldı. Diğer % 50 de, artık evlerine girmiyor. Türkiye’nin her tarafı Gezi Parkı…
… Ve böylece mesele Gezi Parkı’nın boyutlarını aştı, ‘yönetim tarzı‘ boyutuna ulaştı.
Artık karşı çıkılan; gezi parkı uygulamaları değil, devletin yönetim biçimidir.
Gezi Parkı eylemlerini başlatanlar diyelim ki ‘çapulcu‘ idi, işin nereye varacağını bilemediler. Yönetim kadroları çapulculardan oluşmuyor ki… Onlar bilmek, görmek, anlamak mecburiyetindedirler.
Türkiye elbette ‘güçlü devlet‘tir. Bu felaketli gidişi mutlaka durduracaktır. Fakat güç, pirus zaferi için kullanılmamalı.