Bundan önceki iki yazımızda 29.05.2013 tarihinde Priştina da bazı yerleri ziyaret edip, ayni gün Prizren‘e hareket ederek otellere yerleştiğimizi, ertesi günü yani 30.05.2013 Perşembe günü de Aydınlar Ocağı Derneklerinin Toplantısı yapıldıktan sonra, imkânların elverdiği ölçüde Prizren’i tanımak imkânı bulduğumuzu anlatmıştım.
Programa göre 31.05.2013 Cuma günü de Makedonya‘da bulunan ve hepimizin hafızasında önemli bir yer işgal etmekte olan, Türk Edebiyatımızın güzide şairi Yahya Kemal Beyatlı’nın doğduğu, hayallerimizi ve rüyalarımızın şehri Üsküp‘e gitmemiz icap ediyordu. Üsküp seyahati şahsen beni çok heyecanlandırıyordu. Zira Dünyada görmek istediğim birkaç şehir arasında Üsküp de bulunmakta idi. Esasen Üsküp seyahati, hepimizin ortak bir sevinç kaynağı halinde bulunmakta idi.
Cuma günü sabah erken saatte otellerimizde kahvaltımızı yaptıktan sonra saat 08.oo sıralarında iki otobüs ile Üsküp’ü’ ziyaret etmek üzere Makedonya’ya müteveccihen hareket ettik. Bir saat kadar sonra Kosova’nın çıkış kapısına gelindi. Makedonya ayrı bir ülke olduğu için çıkış kapısında Pasaport kontrollerinin yapılması icap ediyordu. Bu sebeple bir polis memuru arabaya gelerek tek tek şahısların yüzlerine de bakmak suretiyle pasaportları topladı. Kalabalık bir ekip olduğumuz için kontrolün uzun bir zaman alacağını tahmin ediyorduk. Zira yola çıkmadan öncede sınırda kontrol için en az bir saat kadar zaman kaybının olabileceği ifade edilmişti.. Fakat hiçte tahmin edildiği gibi olmadı. Kısa bir süre sonra pasaportlarımız çıkış damgası vurularak bize iade edildi.. Sınırdan geçmek suretiyle Kosova’yı geride bıraktık. Fakat tahminen 150 m. kadar gittikten sonra tekrar durdurdular. Burası da Makedonya’nın giriş kapısı imiş. Burada pasaportlar bir polis marifetiyle tekrar toplanıp, giriş damgası vurulmak üzere götürüldü. Fakat buradaki işlemler biraz daha uzun sürdü.
İsim okunarak dağıtılan pasaportlarımızı alıp çantalarımıza itina ile yerleştirdikten sonra hareket ederek, yine bir Evladı Fatihan diyarı olan Makedonya topraklarına ayak basmış olduk. Makedonya topraklarında ilerlerken geçen her zaman diliminde heyecanımın biraz daha artmakta olduğunu hissettim. Çünkü 1392 yılında Yıldırım Beyazıt Han tarafından Osmanlı Topraklarına katılan ve Balkan Savaşlarını müteakip 1913 yılında Osmanlı egemenliğinden ayrılan bu topraklarda seyahat etmenin sevinci yanında, insan büyük bir burukluk hissetmekten de kendini alamıyordu.
Ehemmiyetine binaen şu hususu ifade edeyim ki, Makedonya topraklarına girdikten sonra Üsküp’e doğru yol alırken kendimizi yabancı bir memlekette gibi hissetmedik. Çünkü yol boyunca karşımıza çıkan köylerde ilk gözümüze çarpan minareler oldu.. Kendimizi sanki Anadolu yollarında seyahat ediyor gibi hissettik
Bu duygu ve düşünceler içerisinde bir saate yaklaşan yolculuktan sonra Öğle yemeğini yiyeceğimiz Üsküp’teki bir otele saat 12.oo sıralarında vardık. Günlerden Cuma olduğu için burada çok hızlı bir şekilde yemeklerimizi yemek suretiyle Cuma Namazına gitmek isteyenler, abdestlerini alarak otelin yakın mesafesinde bulunan muhtelif camilerden gözüne kestirebildiklerine dağıldı. Biz de Kocaeli Aydınlar Ocağı Başkanı Ruhittin Sönmez, İnegöl Aydınlar Ocağı Başkanı Hasan Ateşoğlu ve Sakarya Aydınlar Ocağı Yönetim Kurulu Üyesi Cengiz Aslan ile birlikte bir taksiye binerek minaresi görünen bir camiye gittik. Camiye vardığımızda caminin avlusu dahi cemaat tarafından tamamen doldurulmuştu. Gördüğümüz bu manzara bizi ziyadesiyle sevindirdi. Açıkça söylemek icap ederse burada böyle bir durum ile karşılaşacağımızı tahmin etmiyorduk. Bizim geldiğimiz de Cuma Namazının ilk dört rekât sünneti kılınmıştı. Kendimize uygun bir yer bularak oturduk ve okunmaya başlayan Hutbeyi dinledik. Hutbede Türkçe hiç bir şey okunmadı..
Allah’ın izniyle Cuma Namazını kıldıktan sonra, Caminin imamı ile tanışmak için cemaatin çıkmasını bekledik. İmam Efeni gelince Türkiye’den geldiğimizi ve kendisiyle tanışmak istediğimizi söyledik. Hoca Efendi Türkiye’den geldiğimizi duyunca heyecanla her birimize ayrı ayrı sarıldı. Adı Lokman imiş. Lokman Hoca çok güzel Türkçe konuşuyor. Türkiye’ye de gelmiş. Türklere karşı ayrı bir muhabbeti var. Bu arada, Caminin önünde Lokman Hoca ile Kocaeli Aydınlar Ocağı Başkanı Ruhittin Sönmez, İnegöl Aydınlar Ocağı Başkanı Hasan Ateşoğlu, Sakarya Aydınlar ocağı Yönetim Kurulu Üyesi Cengiz Arslan ve ben Musa Ordu hep beraber bir fotoğraf çektirdik. Çekilen bu fotoğrafı bir Üsküp hatırası olarak aşağıda takdim ediyorum..
——-
Cuma Namazını eda ettikten sonra yemek yediğimiz otele dönerek, orada kalan eşlerimiz ve diğer arkadaşlar ile bir araya geldik. Buradan şehir turuna başlamak üzere Üsküp Şehir Merkezine doğru hareket ettik. Şehir merkezine giderken geçtiğimiz yerlerde, Osmanlıdan kalan, çoğu tarihi miras, bütün saldırılara rağmen ayakta kalmanın heybetiyle sanki bize “hoş geldiniz Ata yadigârı topraklara” diyerek selamlıyordu. Tarihi Üsküp çarşısına geldiğimizde sanki Anadolu Şehirlerini andırıyordu. Daracık sokakları ve her köşe başında bulunan camileri ile çarşı, bize çok sıcak ve yakın duruyordu. Hele, birde Çarşıda bulunan dükkanların önünden geçerken içeriden Türkçe şarkı ve türkü seslerinin gelmesi bizleri ziyadesiyle sevindirdi Aynı zaman da tarihi çarşıyı gezerken hamamlar, zamana direnen saat kuleleri ve Türk evleri karşımıza çıkıyor ve adeta bizleri selamlıyordu.
Zaman azlığı sebebiyle tabii ki şehrin her tarafını gezmek ve tarihi eserlerin hepsini görmek imkânı olmadı. Ancak bizim gördüklerimiz haricinde şehrin muhtelif yerlerinde, İsa Bey Camii, Sultan Murat Camii, Mustafa Paşa Camii, Üsküp Kalesi, Vilayet Konakları, Kurşunlu Han, Sulu Han, Kapan Han, Bedesten ve Davut Paşa Hamamı gibi daha birçok tarihi eserin olduğu ifade edildi. Görüyorsunuz ki, bu tarihi eser isimleri bize ne kadar yakın. Bunların isimlerini sayarken dahi, sanki Anadolu’nun herhangi bir şehrinde bulunan tarihi eserlerden bahsediyormuş gibi geliyor insana.
Üsküp Şehir Merkezinin ortasından geçen ve Üsküp’ün sembolü olan Vardar Nehri‘nin üzerindeki Taş Köprü Fatih Sultan Mehmet Han tarafından yaptırılmış. Tarihi Taş köprünün bulunduğu yer, bir yerde şehrin en hareketli mekanlarının başında gelmektedir. Taş Köprüyü geçtikten sonra hemen önümüze çıkan meydanda Yahya Kemal Beyatlı ismini taşıyan bir Türk Kolejinin bulunduğunu gördük ve çok memnun olduk. Meydanda bulunan havuzların kenarına oturarak kulaklarımıza müzik sesi gibi gelen su şırıltılarını dinleyerek etrafı seyrettik.
Ancak bu meydanda çok sayıda heykelin bulunduğu da dikkatimizi çekti.. Heykeller gelişi güzel kondurulmuş ve bir yerde şehrin siluetini, tarihi dokusunu ve estetiğini bozmuş.. Dikilen heykellerin başında Makedonya Kralı Büyük İskender ve birinci Bulgar İmparatorluğu’nun Makedonya doğumlu hükümdarı Çar Samuil’i geliyor. Sadece bu meydanda 20 den fazla heykelin bulunduğu nazarı itibara alındığı takdirde, durumun çok iyi anlaşılacağını zannediyorum. Hatta öyle ki, bir ayakkabı boyacısının dahi heykelini bu meydana dikmişler.
Dikkati çeken diğer bir husus da Üsküp’ün en yüksek tepesine dikilen devasa ışıklı Haç‘tı. Tepedeki bu devasa Haç bir yerde İslam ve cami karşıtlığının sembolü olarak görülmektedir. Ayni yükseklikte ki bu Haç’ın bir benzerini, Saray Bosna (Mostar)’da da görmüştük. Demek ki, Haçlı zihniyeti her yerde ayni şekilde tezahür etmektedir..
Ancak, donatılan heykellere rağmen, Osmanlı mirasının her yerde ayağa kaldırılmasın da büyük emeği geçen TİKA’nın faaliyetlerini burada da görmek mümkün Birçok cami ve tarihi eser TİKA‘nın gayretli çalışmaları ile restore edilerek eski heybetli haline getirilmiş. Bu arada camilerde namaz kılanların sayılarında da bir hayli artış olduğunu memnuniyetle öğrenmiş bulunuyoruz.
Üsküp’te hiç yabancılık çekmedik diyebiliriz. Çünkü Yahya Kemal’in doğduğu bu güzide şehirde çok sayıda Türk ve Müslüman’ın yaşamakta olduğunu öğrendik. 750.000 civarında nüfusu bulunan Üsküp’ün çoğunluğunu Makedonlar ve Arnavutlar teşkil etmekle beraber Türkler üçüncü sırada bulunmaktadır. Arnavutların büyük bir çoğunluğunun İslam Dinine mensup olduğu hususu ifade edilmektedir. Tabii ki bu da memnuniyet verici bir durum olarak görülmektedir.
Bu arada, İstanbul’da faaliyette bulunan Derman Hastanesi’nin Üsküp’te yapmış olduğu diş ve estetik Polikliniği’nin açılış merasimine iştirak ettik. Açılış kurdelesini, Türkiye Aydınlar Ocakları Derneği Genel Başkanı Pof. Dr. Mustafa Erkal kesti.
Buradan ayrılıp toplanma mahalline giderken yolda Ruhittin Sönmez Bey’in yanında birkaç kişinin ayakta birisi ile görüştüğünü gördüm. Meğer bu görüştükleri Beyefendi Eski Yugoslavya Devlet Başkanı Mareşal TİTO‘ya uzun yıllar tercümanlık yapan bir Türk’müş. Doğduğu şehirde ciddi miktarda Yörük olduğunu ve kendisinin de Yörük olduğunu söyleyen, adı İlhami Emin olan bu beyefendi seksen yaşında olmasına rağmen gayet sağlıklı görünüyordu. Birçok kitap yazmış.. En son yazdığı Gülkaya isimli bir şiir kitabının olduğunu söyledi. Onu göstermek için çok yakında bulunan kitap evine davet etti.. Burası oldukça büyük bir kitap eviydi. Fakat Türkçe yazılmış olan bu kitaptan sadece 3 adet kalmış olduğu anlaşıldı. Bunları da orada bulunanlardan Ruhittin Sönmez, Cengiz Arslan ve Mithat Bora Bulut aldı. Bana kalmadı.. Alınan kitaplar orada yazarı tarafından imzalandı.. Sonradan öğrendiğimize göre kendisi Kosova Türkleri tarafından da çok tanınan ve sevilen bir yazar ve şairmiş. Kosova’da Türk Çocuklarının okuduğu bazı ders kitapları da İlhami Emin Bey tarafından yazılmış. Üsküp’te böyle muhterem bir Beyefendi ile tanışmamız bizler için büyük bir kazanç oldu.
Buradan ayrılarak toplanma mahalline gittik. Bu esnada İkindi Namazı vakti geldiği için Üsküp Çarşısına çok yakın bir mesafede bulunan Osmanlı Camiinde Namazlarımızı eda ettik. Bu camii de yine TİKA tarafından restore ettirilmiş, geniş bir avlusu bulunan bakımlı bir cami.
Böylece Üsküp ziyaretini de tamamlamak suretiyle, saat 18.oo sıralarında arabalarımıza binerek Kosova da kalığımız şehir olan Prizren’e doğru yola çıkıp, saat 20.oo sıralarında da otellerimize döndük. 15.06.2013 DEVAM EDECEK