Türkiyem Cennetim

109

Değerli okur! Sizleri biraz sonraki cümleleri, iyice anlamaya, güzelce düşünmeye davet ediyorum. Çünkü bu cümlelerle ifade edilen mânâlar çok derin. Bu sarfedilen sözler çok veciz, bu sözler çok düşündürücü. Bu sözler aynı zamanda, bizleri çok rahatlatıcı sözler.

Bizlerin günümüzde kendimizi güven içinde hissetmemizi sağlayan sözler. Dahası bu sözler, bizlere, yarınlarımızda da güvenli olacağımızı müjdeliyor. Yarınların meçhul, bilinmeyen endişelerinden; endişe etmememiz gerektiğini söylüyor.

Dahası sadece güzel Türkiyemizin değil; azîz İslâm Âlemi’nin de aynı şekilde Türkiye gibi yarınlarından emin olması gerektiğini muştuluyor. İslâm Âlemi’nin de geleceğinden kuşku duymaması icap ettiğini nazara veriyor. Hem Türkiye’yi hem de İslâm Âlemi’ni rahatlatıyor.

Şimdi bu açıklamanın ışığı altında biraz önce dikkatinizi çektiğim cümleleri mütalaanıza sunuyorum. Buyrun beraberce okuyalım. Dikkatlice bir güzel inceliyelim. İyice kulak verelim, bu altın sözlere. Buyrun hep birlikte kulak kabartalım, bu çok mânâlı, bu çok önemli sözlere:

“Bu temiz milletin…” derken duralım bir an ve düşünelim bir kez, milletin temiz oluş keyfiyetini. Neden mi temiz bu Türk Milleti aziz okur. Hemen söyliyeyim:

Çünkü bu milletin insanlık aleyhinde en ufak, kötü bir düşüncesi yoktur. Çünkü bu temiz milletin hiçbir millet aleyhinde en küçük bir faaliyeti olmamıştır. Aksine kendini bildi bileli,  insanlığın hizmetinde görmüş ve öyle davranmıştır.

Bugün de aynı ulvî ve yüce his ve duygular içindedir. İnşâllah yarın da böyle olacaktır. Bunun böyle olduğuna tarih şahit ve tanıktır. Çünkü mâzi ve geçmiş zaman; istikbâlin ve geleceğin aynasıdır. Gelecekte olanları görmek isteyen; geçmişe baksın ve bakmalı. Zira geçmiş; geleceğin aynasıdır.

Kaldı ki, bu millet ne zaman sıkışsa Allahın inayeti onu yalnız bırakmamış; her zaman, tarih boyunca imdadına yetişmiş. Bu milleti dar günler, zor anlar ve düşman saldırılarından daima hep korumuş, hep kollamış ve mütemadiyen kurtarmıştır. Nitekim bunun son örnekleri İstiklâl Harbi, Kore Savaşı ve Kıbrıs Çıkarması’nda görülmüştür.

Çünkü bu necîb ve asîl Türk Milleti’nin dün olduğu gibi yarınlarda da ortaya çıkacak, kendini gösterecek, dünyaya parmak ısırtacak büyük ulvî bir misyonu, maddî-manevî özel bir görevi var ki, biraz da o güzel ve parlak günlerin hatırı için Allahü Zülcelal Hazretleri bu temiz milleti yeri geldikçe koruyor, kolluyor ve muhafaza ediyor.

Üstelik “Bir göz hatırı için çok gözler sevilir.” Hükmünce bütün İslâm Âlemi aynı koruma, kollama şemsiyesi altında muhafaza ediliyor. İnşâllah bu milletin yeniden maddî-manevî bayraktarlığı yakındır. Zaten bu milletin önderliği altında oluşacak beyaz, parlak, güzel ve şanlı günlerin geleceğine intizar ediliyor, bekleniliyor. Derken, o hâlde İslâm Âlemi’nin bugünkü perişan hâli nedir? Dediğinizi de duyar gibiyim. Bugünkü hâl-i pür melâlimiz / acıklı durumumuz muvakkat / geçici arızalardır. Neylersiniz ki, bahar kıştan, gündüz geceden sonra.  İlahî kanun bunu iktiza ettirip gerektiriyor.

Lâkin o günler geldiğinde; sadece Türkiyemiz değil, sadece İslâm Âlemi değil; bütün insanlık âlemi rahat bir nefes alacak. Bütün dünya İslâmın sulh ve sükûn, barış ve güven ortam ve havasından bol bol nasiplenecektir. İnşâllah.

Çünkü bu temiz milletin istikbâlini ve geleceğini şu veciz ve özlü sözler ne güzel müjdeliyor. Zaten bizleri de konuşturan, cuş u hurûşa getiren volkanlar gibi kükreyen satırları yazdıran itici güç; aynı kaynaktan doya doya, aynı menbâdan kana kana içmemizin manevî sarhoşluğundan doğmaktadır.

İşte bazı zâtların, Allahın bildirmesiyle bildiği gayb-âşina, geleceğe ait, gelecekte olacaklara

dair yazılan veciz sözlerden biri de şudur:

“Rahmet-i İlahiyeden (Allahın rahmetinden) ümit kesilmez. Çünkü, Cenab-ı Hak; bin seneden beri Kur’an’ın hizmetinde istihdam ettiği (hizmet ettirdiği) ve ona bayraktar (önder ve rehber) tayin ettiği (atadığı; dikkat edelim ne diyor o büyük zât ona yâni Kur’ana büyük Türk Milletini bayraktar tayin ettiğinden bahsediyor. İşte) bu vatandaşların muhteşem ordusunu ve muazzam cemaatini, muvakkat (geçici) arızalarla (engellerle) inşâllah perişan etmez (yani etmiyecek). Yine o nuru ışıklandırır (yani ışıklandıracak) ve vazifesini (görevini) idame (ve devam) ettirir (yani devam ettirecek).” Üstelik bütün dünyanın istemezliğine rağmen.

Evet “Bu temiz milletin (yani bu temiz Türk Milleti’nin) ve bu Cennet gibi memleketin…” derken de duralım biraz aziz okur. Memleketimiz, gerçekten Cennet gibi, yedi iklim dört bucak, hepsi de Türkiye’mizde mevcut.

Fizikî hâliyle, iklimindeki çeşit çeşit letafetiyle ülkemiz âdeta Cennet değil ama Cennet gibi olup; Cennetten nişaneler, Cennetten izler taşıyor. Sanki rüzgârları oradan bizlere serin serin esiyor. Bu madalyonun maddî tarafı. Yâni Türkiyemizin Cennet gibi olan maddî görünüşü. Bir de manevî yönden, manevî bir Cennet gibi oluşu var ki, o da bu ülke insanlarının İslâm oluşlarıdır. İslâm oluş da manevî bir Cennette oluş sayılır değerli okur.

Hem bu ülkede oluştan, hem de bu ülkede müslüman olarak doğuştan ne kadar iftihar etsek, ne kadar övünsek azdır. Ayrıca güzel vatanımız Türkiye’nin Cennet gibi oluşunun diğer bir sebebi daha var. Türkiye şüheda toprağıdır. Türkiye şehitler mekânıdır. Şehitlerin durağı ise Cennettir.

Bu vatan uğrunda ölenler; bu vatanı bir de bu şekilde Cennete çevirmişlerdir. İşte bu bakımdan Türkiye, bu sözde denildiği üzere Cennet gibi bir memlekettir. İşte asıl bu nükteden olsa gerek, büyük İslâm Şâirimiz Mehmet Âkif Ersoy:

 

“Kim bu Cennet vatanın uğruna olmaz ki feda
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda”

 

Diyerek bütün dünyaya karşı bu gerçeği haykırmıştır.

Evet “Bu temiz milletin ve bu Cennet gibi memleketin sapasağlam bir hâlde durması ve bütün İslâm diyarının da keza(bunun gibi) her taarruzdan (her saldırıdan) masun kalması (korunması) da, bir avn-i İlahî  ve imdâd-ı Ahmedî (Allah’ın yardımı ve Hz. Muhammed’in meded vermesi) -Aleyhissalâtü Vesselâm- sebebiyledir.”

Evet değerli okur! Bu Vatan, bu Devlet ve bu Millet ile önce Allahü Zülcelâl, sonra da sevgili Habîbi Hz. Muhammed Mustafa bizzat ilgilenmekte, bizzat alâka duymakta. Bunu da asrımızda onun mikrofonu yerinde olan büyük zâtların ağzından ifade etmekte. Bizlere, İslâm Âlemi’ne ve bütün dünyaya duyurmaktadır.

Nitekim, 1919 senesi Eylülü’nde Misâl Âlemi’nde, mânen büyük bir Zât’a İslâm’ın mukadderatı, kaderi için teşekkül eden, toplanan bir muhteşem mecliste:

“Ey felâket-helâket asrının adamı! Senin de reyin (görüşün) var, fikrini beyan et (açıkla)!” Diye sâdık, doğru bir rüyada, İslâm Âlemi’nin geleceğinin sorulması, aslında perde arkasından soran zâtın şahsında, Peygamber-i Zîşan Efendimiz Hazretlerinin seslenmesinden başka bir şey değildir.

Hakîkaten değerli okur! Bu duygulu fakat o nisbette gerçeğin ta kendisi olan bu ifadeler ne

1048

derece düşündürücü, ne kadar büyüleyicidir. Evet ne diyorduk, güzel Türkiyemizin, büyük İslâm Âlemi’nin maddeten ve mânen korunmasının ve yarınlarının gözetilmesinin temelinde o iki cihan güneşi Resul-i Zişan Efendimiz Hz. Muhammed’in kanat germesi vardır.

Bu ne büyük bir mazhariyet, bu ne büyük bir nâiliyet aziz okur! Bunu bir bilsek, ahhh bir bilsek bunu. Sevincimize pâyân olmayacak. Sevincimiz son bulmayacaktır. Bunu bir bilsek. Ahhh, bir bilsek sevgili okur! Günahkâr ve çok kusurlu olan bizler; bunu bir bilsek. Bu Peygamberî  ilgiye mazhariyetimizi ifade edecek kelime bulamayız.

İşte ne mutlu bizlere ki, öte âlemde bile kalbi bizler için atan bir nurlu Peygamberimiz var. Ne mutlu bizlere ki, o iki cihan güneşinin ilgi ve sevgisine mazhar, rahmetine gark, müjdesine ma sadak olmuşuz.

Sevinelim ve sevinin a dostlar! Nasıl bir Peygamber’in ümmeti olduğumuzun bilincine varalım. Kutsal Kitabımızın değerini bilelim. O Kudsî Kitabın mânâsını; son defa Türkçe olarak ilham eden yüce Allah’a kollarımızı açalım.

Bu ilahî göreve hayatını adayan zâtlara da teşekkürü borç bilelim. “Es-sebebü ke’l-fâil.” / Sebep olan yapan gibidir, sırrına erelim. Evet, bizleri cûş u hurûşa getiren, bizleri coştukça coşturan, bizleri yerimizde duramaz hâle getiren bu altın sözlerin tamamını, artık bir çırpıda söyliyelim:

“Bu temiz milletin ve bu Cennet gibi memleketin sapasağlam bir halde durması ve bütün İslâm diyarının da keza her taarruzdan masun kalması da, bir avn-i İlahî ve imdad-ı Ahmedî (aleyhissalâtü vesselâm) ve bu Nur-u Kur’anî (Kur’an Nuru) ile olduğu şüphesizdir.”

Kısaca demek lâzımsa, Türkiye’de müspet, yapıcı bir Şahs-ı Manevî var. O boş durmuyor. İçten içe kozasını örüyor. Türkiye’yi gelecekdeki misyonuna, gelecekdeki kudsî  görevine hazırlıyor. Türkiye’yi istikbâldeki kutlu hizmetine çağırıyor. Üstünde yükseleceği, o yüce hizmetin temelini atıyor.

İşte o kutlu görev ve o mutlu netice için, hem Türkiye hem İslâm Âlemi koruma altında tutuluyor. Çünkü istenen sonuç, hem Türkiye’de kendisini gösterecek, hem İslâm Âlemi’nde mâkes bulacak, yankılanacak. Hem de dünyada insanlık bu adâlet güneşinden istifade edecek, yararlanacak.

İslâm garip olarak geldiğini, öylece dünyaya nasıl göstermiş ise, İslâm garip olarak gideceğini de, tüm dünyaya böylece gösterecektir. Yâni İslâm, gelişinden çok kısa bir zaman sonra Arabistan yarımadasından kabına sığmayan su misali nasıl taşmışsa ve bu hâliyle nasıl dünyayı şaşırtmışsa.

İslâm âhir zamanda, Kıyametten önce, giderayak öyle bir şahlanış gösterecek, öyle bir yükseliş sergileyecek ki, bütün dünyayı kendisine hayran edecek. Tüm dünyayı yine şaşırtacaktır.

Böylece garip, yâni şaşırtarak geldiği gibi, yine garip, yâni şaşırtarak gitmesi gerçekleşmiş olacak. Velhasıl dünya, son bir defa daha, gerçek insanlık neymiş, gerçek adâlet nasılmış, gerçek medeniyet nasıl olurmuş; o zaman görecek. O vakit bilecek. O an anlayacak. Belki de bunlardan habersiz geçen asırlarına esef edecek, yazıklanacak, hayıflanacak.

İşte Cennet-âsâ o günlerin manevî temeli Türkiye’de  -sessiz sedasız-  atıldığı için, bu yüce dâvâda, bu millet mânevî bir cihadın içinde olduğundan dolayı mübarektir. Binaenaleyh, bu millet asîldir. Bu millet asîlzadedir.

Makam-mekân ise değerini üstünde oturandan alır. İşte bu yüzden bu toprak mübarek mi mübarek. Bu vatan kutsal mı kutsal. Bu devlet mukaddes mi mukaddesdir.

Bütün bu yazılanlardan sonra, şu deyişleri söylemeden edebilir miyiz?

 

1049

“Türkiyem Türkiyem Cennetim
Benim güzel memleketim”
Benim güzel milletim
Benim güzel devletim
Benim cennet vatanım
Güzel insanlar diyarı
Türkiyem
Tek isteğim
Uğrunda ölem
Bağrında kalam
Türkiyem
Selâm sana
Sana selâm
Türkiyem
Ölem sana
Sana ölem
“Türkiyem Türkiyem Cennetim
Benim güzel memleketim”

Önceki İçerik“ Bir Daha Gel, Gel Samsun’dan ”
Sonraki İçerikSevr Modası ve Demokraside Yabancılaşma
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.