Çocuk Hakları

112

 

Dinimiz konuya ciddi önem atfettiği için kültürümüzde ana-baba hakkı aile hukuku içindeki pek çok haktan daha fazla ön plana çıkarılır.

Doğrudur da.

Doğrudur ancak eksiktir.

Zira dinimiz ana-baba hakkına büyük önem vermekle birlikte “çocuk haklarına” da büyük önem atfeder ve dikkat edilmesini ister. Şu bir gerçektir ki toplumda gözetilmesini istediğimiz bütün haklar aslında çocukların haklarının gözetilmesine de bağlıdır.

Çünkü onların nasıl yetiştiğine bağlı olarak toplum şekillenmektedir.

Ailenin toplumun temel taşı olmasının sebebi de bu değil midir?

Peki çocuk hakları konusunda ne kadar bilinç sahibiyiz?

Başka bir ifadeyle elimizde mevcut değerlerin farkında mıyız? Bunları anlıyor, yaşıyor ve yaşatıyor muyuz?

Çocuk hakları kavramının hukuki manada literatürde kullanılışını ilk defa 1923 yılında Çocuk Hakları Beyannamesi’nin (Cenevre Bildirisi) yayınlanmasıyla görüyoruz. 1924 yılında ise aynı beyanname Milletler Cemiyeti tarafından kabul edilmiş ve Türkiye de ilk imza atan ülkelerden biri olmuştur. (Bu bildiriye imza atmayan iki ülkeden birinin Amerika Birleşik Devletleri olduğunu biliyor muydunuz? Diğeri ise Somali…)

Özellikle bir birey olarak “çocuk” kavramına dair farkındalığın oluşmasının Batı açısından tarihi geçmişi ise genellikle “Aydınlanma” çağına kadar götürülmektedir…

Gelelim bize…

Bizim açımızdan durum nedir?

İslam çocuğun ana-baba üzerinde hakkı bulunduğunu ve bunların gereğini yerine getirmenin şart olduğunu söylediğinde, biliyorsunuz çocukların diri diri gömüldüğü bir toplum söz konusuydu…

Böyle vahşi bir geleneğe sahip toplum içerisinde bir devrim anlamına gelen bu yaklaşımın neredeyse bin beş yüz yıl önce ortaya konulması değer sistemimizin kaynaklandığı temelin ufkunun anlaşılması açısından manidardır.

Söz konusu hakları öncelikle hayat hakkına saygıyla başlatan İslam, daha doğumundan önce birey olarak kabul ettiği çocuğun dünyaya gelmesini istemeyi anne-babaya gerekli kılar, herhangi bir korkuyla onun öldürülmesini yasaklar (İsra, 31). Hatta eğitimini doğum öncesinden, anne karnındayken, “dua” ile başlatır. Onlara güzel isim vermeyi, çağın gereklerine göre yetiştirmeyi, ahlaklı bireyler olmalarını sağlamayı ve aralarında adaletli olmayı şart koşar.

Herhangi bir şekilde istismar edilmelerine müsaade etmez ve anne-babayı hatta toplumu bundan sorumlu tutar. İyi evlat yetiştirmeyi, öldükten sonra dahi devam eden sevap vesilesi kılar. Çocuğunun rızkını tehlikeye atacak şekilde tedbirsiz olmayı ebeveyne yasaklar. Çocuklarına şefkat ve merhamet göstermekten çekinen anne – babaları “merhamet bulamamakla” ikaz eder. Bunun en güzel örneklerini ise bizzat Hz. Peygamber (S.A.V.)’in çocuklarına, torunlarına ve diğer çocuklara gösterdiği şefkat ve ilgide bize sunar.

İslam’ın açtığı bu yol ve verdiği bilinç ileriye götürülmüş müdür?

Tarih sürecinde başka toplumlarla kıyasladığımızda, eksiklere rağmen, özellikle Türk toplumu olarak şanslı olduğumuzu düşünüyorum.

O nedenle de 23 Nisan gibi bir günü hem Ulusal Egemenlik hem de Çocuk Bayramı olarak kutlamak düşüncesinin dünyada sadece bizden çıkmasına da şaşırmıyorum…

Çünkü köklü ve kuvvetli bir temele sahibiz.

Ne gariptir ki böyle bir temele sahip bu toplumda “bir hak” olarak “çocuk pornosunun” tartışılabilmesini,  hem de “özgürlük adına” yapılabilmesini nasıl anlayacağız, işte burada hakikaten dehşete kapılıyorum!

Çocuğa karşı işlenebilecek en ciddi istismarlardan birinin “olabilirliğinin” tartışılmasının vahameti karşısında “nereden geldik nereye gidiyoruz” diye sormadan da edemiyorum…

Görünen o ki asıl mesele bu temelin ve mirasın doğru anlaşılması, yaşatılması ve ihtiyaçlarımızdan hareketle yeniden üretilmesi. Bunun için ise çözümleri “ithal” etmek yerine dünyadan kopmadan ancak kendimizden hareketle “üretmek” doğrultusunda elde etmenin gerekli olduğuna inanıyorum.

Ve daha da önemlisi gelecek nesillerin de bu anlayışla yetiştirilmesine önem vermemiz gerekiyor ki çocuklarımız “akışa” kapılan değil, “ideal” ve “ufuk” sahibi, toplumu güzele yönlendirebilen bireyler olabilsin…

Değerlerimizden habersiz ülke meselelerini tartışan ve hatta mesele olmayanları mesele haline getiren “sözüm ona aydınlara” da gereken cevabı verebilsin…