Türkiye, 30 yıldır adı konulmamış bir savaşın içindedir. Kundaktaki bebekten, yaşlılık sebebiyle kulağı duymaz, gözü görmez bastonsuz yürüyemez durumdaki kadın-erkak ihtiyarlara kadar mâsum insanlarımız katledildi. Gencecik fidanlar hain pusularda şehit edildi. Analar ağladı, babalar bağırlarına taş bağladı. Asker yolu gözleyen kızlarımız dul, henüz dünyaya gelmemiş yavruları yetim kaldı. Her yaşta evlatlarımız baba özlemi içerisinde başı eğik, gözü daima nem bulutları ile dolu olarak dolaşıyor.
Böyle bir ortamda, adına ister ‘barış süreci‘, ister ‘açılım‘ denilsin, ülkemizde akan kanın durmasını, analarımızın ağlamamasını, bacılarımızın dul kalmamasını, yetimlerin sayısının artmamasını, babaların evlat acısıyla yanmamasını sağlayacak herhangi bir harekete karşı çıkanlar vatan hainidirler. Vatanını-milletini-bayrağını, bağımsız bir ülkede şerefiyle hür yaşamayı hayatının tek gayesi-hedefi bilen insanlarımızın öpülesi elleri, iki cihanda bu hâinlerin yakalarında olacaktır.
Buraya kadar söylenenlere itiraz edebilecek insan bulmak zordur.
Ancaaakk…
Canların heba olmaması ve gözyaşlarının durması uğruna, ülkenin bölünmesine, milletimizin dağılmasına râzı olanların da, vatanımızı bölmek isteyen hâinlerden hiç bir farkları yoktur.
Barış, huzur ve sükûn ortamının sağlanacağı vaadiyle yapılan çalışmalar karşısında endişeli olduklarını söyleyenleri, ‘kana susamışlar‘, ‘hâinler‘ ve daha nice kirli sıfatlarla itham edenler de hâinlerin tââ kendisidirler.
Sağduyu sâhibi hiçbir insanın, terörün sona ermesinden rahatsızlık duyması asla ve kat’a söz konusu değildir.
Sağduyu sâhibi vatanseverleri, millet dostlarını endişeye sevk eden; herkesin arzu ettiği barış ve huzur ortamının sağlanması uğruna, verilen ve verilecek olan tâvizlere sınır konulmamış olmasıdır.
Daha önce çizilen kırmızı çizgilerin silinmesi karşısında; pişkince davranılıp, uğranılan hezimet, ‘zafer‘ diyerek millete (âmiyâne tâbiriyle) yutturulmaya çalışılmaktadır.
Sınır konulmamış tâvizler sebebiyle vatanımızı bölünmeye, milletimizi felâketlerin en büyüğü ile karşılaşmaya ve insanlarımızı haysiyetsizce yaşama noktasına adın adım götüren yanlışlıkları hatırlayalım:
*Türk milletinin adının vatandaşlık târifinden çıkartılması,
*Kanunların suç saydığı fiilleri defalarca tekrarlamış cânilerin milletin tasvip etmediği şekilde affedilmesi… ve bu hareketin TBMM kararı olmadan uygulamaya konulması,
*’Hukuk Devleti’ olduğu iddia edilen Türkiye’de; Anayasada’da ve kanunlarımızda yer almayan hakların ‘Ben yaptım, oldu‘ çarpık zihniyeti ile fütursuzca kullanılması,
*’Vatanseverlik‘, ‘milletine bağlılık‘ gibi ulvî duyguların ayaklar altına alınması ve bu fâhiş hatânın İslamiyet adına yapıldığının zannedilmesi,
*Terör örgütünün başındaki câninin nihâî hedefi bizzat kendisi tarafından açıklanmış olmasına rağmen, onunla pazarlığa oturanların vereceği tâvizlerin sınırlarının belli olmayışı,
*Yanlışları dile getirenlerin en ağır ve haysiyet kırıcı yöntemlerle sindirilmeye çalışılması,
*’Türkiye‘ ve ‘Türk‘ isimlendirmelerinin, (şimdilik geri adım atılmış olsa bile) T.C. rümuzunun kaldırılabileceğinin sinyallerinin verilebilmiş olması,
*Türk bayrağının tahrik unsuru olduğunun mahkeme kararı ile belirlenmesi,
*Öcalan ve Karayılan ile ile diğer terörist başlarının her an karşımıza; ‘Devlet, attığımız adımların karşılığını vermedi. Biz de cinâyetlerimize devam edeceğiz‘ deme ihtimallerinin ortadan kaldırılmayışı ve kaldırmak için teşebbüste bulunulmayışı,
*Terör örgünü elebaşılarına verilen teminatın kırıntılarının bile millete verilmeyişi, (Ezcümle; Ülkemizi böldürmeyeceğiz, Türk adını kullanımdan kaldırmayacağız, Türk bayrağının açılmasını engellemeyeceğiz gibi sözlerin kullanılmaması)
*Kanın akmasını, anaların ağlamasını millet istiyormuş gibi Heyet-i Nasiha oluşturup milletimizin iknaya çalışılması, (Bu durum, itleri serbest bırakıp, milletin gerektiğinde kendilerini korumak için kullanmak isteyebileceği taşları-sopaları, sokaklardan tarlalardan toplamaya benzemiyor mu?)
*Birileri çıkıp; ‘Ya barışı isteyeceksin, veya ölümü göze alacaksın!’ Diyor. Ölümü göze alamayanın, barışı hak etmiş olamayacağı gerçeği göz ardı ediliyor. Hem vatandaşın mal ve can güvenliği devletin teminatı altında değil mi ki, vatandaş barış uğruna her türlü zillete katlanmaya râzı olması şartıyla yaşama hakkını elde edecek?
*Hiçbir ülkede, iç karışıklıkları çıkaran terör örgütleri, dış destek olmadan gelişemez. PKK, Türkiye’nin güçlenmesinden rahatsızlık duyanların beslemesidir, piyonudur. Onu besleyenler, (mümkün değil ya, farz-ı mühal mümkün olsa bile, PKK’nın işlevini üstlenecek örgütü hazırladılar. Bir başka ifâde ile B planını uygulayacaklar. PKK inine çekilmediği takdirde bizim B planımız var mı? Varsa elbette açıklanması gerekmez. Devlet sırrıdır. Fakat B planımızın var olduğuna vatandaşı inandırmak da devletin görevidir. Dedik ya: Devlet terör örgütüne verdiği taminatın kırıntısını bile kendi vatandaşından esirgiyor.
*’Türk‘ kelimesi isim, ‘Türkiyeli‘ kelimesi sıfattır. Milletten ‘Türk‘ ismi esirgenemez, yasaklanamaz. Öyle bir hareketi vaktiyle Tito yapmıştı: Yugoslavya’da Türk insanında Ahmet, Mehmet, Hasan, Hüseyin ismini yasaklamıştı. Yunanistan, Batı Trakya’daki soydaşlarımıza uyguluyor. ‘Siz Türk değilsiniz, Müslüman Yunanlısınız!’ Diyor. Bir millete isminin kullanmasını yasaklamak ile bir insana anası-babası tarafından kendi millî kültürüne göre verilen ismi yasaklaması, aynı ölçüde dışlayıcı ve haksız-hukuksuz davranışlardır.
Türkiye bir hukuk devletidir. Öyle olduğu içindir ki 33 yıl önceki darbenin hesabı soruluyor. İyi de yapılıyor. Ülkemizde, bugün yapılan haksızlıkların hukuksuzlukların hesabının sorulamayacağından emin olanlar mı var?
İktidarların demokrasi yöntemiyle değiştirilebileceği gerçeği de mi çöp kutusuna atıldı?
Nereye gidiyoruz?