Evrensel Kuşatmanın Eskimez ve Yeni Akil Adamlar Kapsamı

86

 

Evrensel Kuşatmanın Eskimez ve Yeni Akil Adamlar Kapsamı

Meselenin nev’i, içeriği ve şekli nasıl olursa olsun sorunu çözüm, barışın gereğidir. Peki barış nasıl sağlanır? Sulhun yansıması zamana ve zemine göre değişiklik kazanarak günümüze kadar gelmiştir. Barış hukuk ile, demokratik usullerle ve yasalarla ; “müktesabatı, değerleri ve hakk’ı muhafaza” kaydıyla korunur bittabi. Ancak bunda tarafların mennun ve mesrur olması, neticeye rıza göstermesi esastır.

Sorun çözmede hakim ve hakem önemlidir. Eğer böyle bir durumda zorluk sözkonusu ise akil adamlar, bilge kişiler ve maruf münevverle kanaat önderleri devreye girer. Taraflar bölgede saygın bir akil adamı hakem tayin ederler, o da tarafları dinler, sonra kararını vererek “Kitabımıza göre, sen haklısın, sen ise haksızsın” diye açıklama yapar. İtiraz yoktur bu neticeye. İki taraf da karara rıza gösterir. Bir zamanlar taşrada böyle bir uygulama vardı. Dolayısıyla sorunu olanlar kentlere taşınmıyor, kasabaların mahkemeleri de fuzuli yere meşgul edilmiyordu. Çünkü bu hürmetli ve makbul insanların sayısı neredeyse her köyde, her yerleşim biriminde mevcuttu.

DÖRT KAPIDA NELER VAR?

İşte bu aydınlar sadece Türk Dünyası’nın değil, dünyanın ışığı gibiydi. Tarihte bunların çok sayıda örnekleri vardır. Türkistanlı Hoca Ahmet Yesevi bunlardan biridir. Nasıl ve nerede yetiştiğine gelince; doğum tarihi bilinmeyen Hoca Ahmet Yesevi, Çimkent’in o yıllarda bir kültür merkezi kenti olan Seyram Kasabası’nda doğmuş, büyüyünce daha sonra gittiği Yesi ve Otrar’da İmam Rıza ve Şeyh Arslan Baba’dan dersler almış. Diplomasını (icazetini) hak ettikten sonra da Merv’de Şeyh Yusuf Hamadani’ye intisap etmiş.

Üstadının vefatını müteakiben yerine geçen Hoca Ahmet Yesevi ehl-i beyt sevgisi üzerine ekolünü  bina etmiş. İslam öğretisini Türk kültürü ile kaynaştırmış. Böyle olunca da bölgedeki Türk boyları müslümanlık diniyle tanışmışlar. Hoca Ahmet Yesevi’nin günümüzü hala etkileyen dört kapısı olarak bilenen öğretisi; ŞERİAT-TARİKAT- MARİFET- HAKİKAT sütunlarından oluşuyor. Daha önce ise bölgede bu sütunlar ADALET – KUDRET- AKIL ve UYUM’du. Tümü birbiriyle içiçe girdi.

ADLARINA ÜNİVERSİTELER KURULAN BİLGE KİŞİLER

Hoca Ahmet Yesevi’nin görüşleri Divan-ı Hikmet’te toplanarak günümüze kadar gelmiştir. Diyorki “Hiç kimsenin kalbini kırma, çünkü kalbi kırmak Allah’ın kalbini kırmaktır. Gönlü kırık olan zavallı garib birini görürsen, yarasına merhem koy, yoldaş ve yardımcı ol.” Bu deyişler sohbet tarzında, halkın yaygın olarak anladığı ve kullandığı sade Türkçe ile yapılıyordu. Türk Dili, kültürü, edebiyatı yeni nesillere böyle aktarılıyor, yarına yetişmeleri sağlanıyordu. 1992 yılında Hoca Ahmet Yesevi’nin Türkistan’daki türbesine gittiğimizde Türkiye’nin bu anıt mezarı restore ettiğini, bütün dünyadan buraya akın akın insanların gelerek ziyarette bulunduğunu gördüm. Öyleki evlenen gençler burada törenle dua etmeden, iki rekat namaz kılmadan hayatlarını birleştirmiyorlardı.

Piri Sultan, Hoca Ahmet, Kul Hoca Ahmet diye de bilinen Hoca Ahmet Yesevi’nin öğretileri bir başka bilge ve eren kişi Hacı Bektaş Veli’ye de temel oluşturur. Sadece Hacı Bektaş Veliye mi? Elbetteki hayır.  Dergahı ise halkı eğittiği gibi fakir, yoksul, yetim ve çaresizlerin de barınağıydı. Mevlana böylesi dergahlarda yetişti. Tapduk Emre, Yunus Emre, Ahi Evran da öyle.

1194’de vefat eden Hoca Ahmet Yesevi’nin talebeleri Anadolu’yu ebediyyen Türk Yurdu yaptı. Akhisarlı Sarı Saltuk bu dergahlardan yetişen bir başkası. Avrupa’da Balkanlara gitti. Oraya yerleşti. Dilleri ve dinleri ayrı olan insanlara hizmet ederek yaralara merhem, kendilerine yoldaş oldu ve bugünlere kadar idealizmini ve ismini yaşattı. Hocalarının dersiyle evrensel boyutunu gösterdi.

İşte bunun için dünyamızı aydınlatmayı görev bilen Ahmet Yesevi Üniversitesi var, Yunus Emre, Mevlana, Ahi Evran, Hacı Bektaş Veli Üniversiteleri var.

ÇİÇEĞE AZ VEYA ÇOK SU VERMEK

Üç beş adım ilerdeki tarihin zaman dilimine bakınca sadece Türk Dünyası’nı değil evreni aydınlatan Molla Gürani’yi görüyoruz. Cihan Padişahı ve Halife Yavuz Sultan Selim Balkanlar’da artan şikayetler üzerine Sırpları kuzeye gönderme kararı verir. Ancak Molla Gürani can ve mal güvenliği Osmanlı Cihan Devleti’nin görevleri içinde olduğunu hatırlatarak, Yavuz’a “Sırpların rızası olmadan böyle bir tasarrufta bulunulamayacağını ” belirtir. Karar iptal edilir.

Bir başka örnek Muhteşem Süleyman zamanındadır. Kadı Ebusuud Efendi çarşıyı teftiş ederken hileli ekmek yapan fırıncıyı, malını pahalı satan manifaturacıyı cezalandırır. Ekmek çalan çocukları, mal sahibinin şikayeti üzerine yargılarken, onların aç olması, nefislerinin taze ekmek kokusuna tahammüllerini zorlaması üzerine verdiği karar tarihe geçmiştir. Kanuni Sultan Süleyman’a olay intikal ettiğinde Ebusuud Efendi kitaba bakarak, mehaz gösterir ve kararını savunur. İşte bütün bunların sonrasında Ebusuud Efendi Osmanlı Cihan Devleti’nin eskiyen ve ihtiyaçtan doğan statü, mevzuat ve kanunlarını yenilemek üzere görevlendirilir. Sultan Süleyman işte evrensel boyutu olan bu çalışmayı müteakiben “Kanuni” olur. Ebusuud Efendi bakımlı bahçesinde padişaha bilgi verirken yaptığı açıklama da dikkat çekicidir ” Bu çiçeklere az su  verilirse kurur, çok su da çürütür. Dolayısıyla gerektiği kadar su verilmelidir. Adalet de aynen böyledir.”

NEDEN BİRLİK, NİÇİN İTTİHAD?

Türk Dünyasını aydınlatanları hatırlatmak ve birkaç isimle örnek vermek gerekirse Nizamülmülk, Kaşgarlı Mahmut, Abdülhamit Çolpan, Abdürrahim Fıtrat, Mimar Sinan, Nasrettin Hoca, Ali Şir Nevai, Cengiz Aytmatov, Toktagıl Satılgan, Torokul Aytmatov Kasımbek, İsmail Bey Gaspıralı, Bekir Çobanzade, Cengiz Dağcı, Seyit Ahmet Kırımer, Numan Çelebi, Cihan Abay, Mustafa Çokay, Ahmet Baytursunoğlu, Saken Seyfullin, Cambul, Gayip Verdi Miskinkılıç, Abdülhakim Kulmuhammedoğlu, Gabdulla Tokay, Abdürreşit İbrahim, Ayaz İshaki, Rızaettin Fahrettin, Mehmet Emin Resulzade, Musa Carullah, Sadri Maksudi Arsal, Ebülfez Elçibey, Ahmet Zeki Velidi Togan, Itri, Hüseyin Cevat, Ahmet Ağaoğlu, Anar Resuloğlu, Fuzuli, Uluğ Bey, İmam Buhari, Şeyh Bahaeddin Nakşibendi, Bahtiyar Vahapzade, Sabir Şehriyar, Mehmet Sadık, Rauf Denktaş, Mehmet Akif Ersoy, Ziya Gökalp, Arif Nihat Asya sadece Asyanın değil bütün dünyanın kandilleridir. Bu ziyalıların yansıması artarak hala sürmektedir. İşte Gaspıralı İsmail Bey’in “Dilde, Fikirde ve İşde birlik” deyişi.

Yahya Kemal’in “İstanbul’u Fetheden Yeniçeri’ye Gazeli”ni bir hatırlayın lütfen. İstanbul bir medeniyet merkezi, doğu ve batıyı örtüştürmüş bir hamule, bir çağın değişmesini noktalamış. Dolayısıyla Yahya Kemal  İstanbul’un fethini gören Üsküdar’ı kıskanmasın da ne yapsın: “Üsküdar, bir ulu rüyayı görenler şehri!/ Seni gıpta ile hatırlar vatanın her şehri/ Hepsi der “Hangi şehir görmüş o’nun gördüğünü”/ Bizim İstanbul’u fethettiğimiz mutlu günü!”

Hayatiyet bulmuş her Türk devleti ve boyları mesela Göktürkler, Altınordu, Karahanlılar, Gazneliler, Babüroğlulları, Avşarlar, Selçuklular, Osmanlı Cihan Devleti dönemlerinde ülkelerini ve dünyayı aydınlatan mutlaka bir ziyalıyı, bir kanaat önderini, bir maruf insanı, bir bilge ve akil adamı yetiştirerek görüşlerini topluma yansıtmış, yönetimleri etkilemiş, sorumluluğunu farkettirmiştir. Dinleri ve dilleriyle ışıksız kalmamışlardır.

İstanbul ise Türk dünyasının kalbi mesabesinde dikkat çekmiştir. “İstanbulsuz dünya eksik kalır”diyen kelam-ı kibar’la doğu, batı ve kuzeyden Hacc’a gidecekler önce İstanbul’u ziyaret ederek tarihi ve dini merkezleri geziyor, dualarda bulunuyor, yakarıyor ve sonra Mekke-Medine’ye müteveccihen yola çıkıyorlardı. Bu gelenek kısmen de olsa sürmektedir.

TÜRKÇE DÜNYADA KONUŞULAN 6. DİL

Bugün için dünyada  “bir millet yedi devlet” diye tanımlanan yedi ülke vardır; Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Özbekistan, Türkmenistan ve Türkiye’nin toplam nüfusü 135.062, yüzölçümü ise 4.733.701 metrekaredir.(Türksoy/2010)

Ancak dünyadaki Türk nüfuslarının olduğu  Rusya Federasyonuna bağlı Başkurdistan, Çuvaşistan ve Tataristan; Ukrayna’ya bağlı Kırım Özerk Cumhuriyeti’deki Türkler ile, Kafkasya, Ortadoğu, Kuzey İran ve Hazar bölgesi, ortadoğu, Avrupa(Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika, Balkanlar, Bulgaristan, Romanya, Yunanistan) , Avusturalya’da yaşayan Türk toplumu da hesap edildiğinde bu rakam ikiye katlanmaktadır.

Türk Dünyası, Türk Dili ve lehçelerini kullanarak yazı ve konuşma diline sahip çıkmaktadır. Sözkonusu rakam UNESCO ve BM kaynaklarına göre Türkçe’nin dünyada en çok kullanılan 6. Dil olduğunu göstermektedir. Bütün badirelere rağmen Türk Dünyası kimliğini korumakta, bağımsızlığını savunmaktadır.

Türkiye’nin bir  ağabey olarak değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin yakın siyasi tarihi Türk Dünyası’nda iyi bilinmelidir ki Ankara’ya hazırlanan tuzaklara kendileri düşmesin. Tarih tekerrür etmesin. Bugün dünyadaki savaşların tümüne yakını dikkat edilirse hep islam coğrafyasında yaşatılmaktadır. İyi düşünmek gerekir. Hemen hatırlayalım, İngiltere ve batının öncülüğünde örgütlenen ihanet ve hamakatın işbirliği Osmanlı Cihan devletini parçaladı.

 

MEDENİYETLER BULUŞMASI MI, ÇATIŞMASI MI?

Zbigniew Brezezinski “Büyük Satranç Tahtası” adlı çalışmasında Amerika Birleşik Devletleri’nin dış politika önceliğinde Avrasyayı öne çıkarıyor!. Bu çerçevede Fukayama daha dikkatli okunmalı. Samuel Huntington’un “medeniyetler çatışması” canlar ve ülkeler yakacağa benziyor. İspanya ve Türkiye’nin lokomotif olduğu “medeniyetler buluşması”na bazı batılı tepkiler de Avrupa kültürüne “islamı miras”ın da eklenmesi dolayısıyladır. İslamofobia (islam düşmanlığı) da öyledir. İspanya’da islam, asırlarca yaşadı, hristiyan kültürüne karışılmadı. Bugün ise Endülüs islam medeniyetine ait hiç bir şey ortada bırakılmayacak kadar acımasız davranıldı. İstanbul fethedildiğinde hıristiyan ve musevi dini başta olmak üzere gayrimüslimlere ait eserler dimdik ayakta duruyor, korundu. Batılılar öyle değil.

Bir NATO Genel Sekreteri’nin SSCB dağıltıktan sonra “komünizm bitti yeni düşmanımız islamdır” demesi, NATO’nun ABD Ordusu haline getirilmek istenmesi unutulmamaldır. Bazı ABD ve Avrupalı liderlerin bu minval üzere açıklamaları da öyle. Başta ABD bir önceki başkanı George W. Bush’un daha sonra özür dilemesine rağmen11 Eylül terörü üzerine “Haçlı seferleri şimdi başlamıştır” demesi bir şuur altını, bir şartlanmayı da göstermektedir.

Küresel üstünlük mücadelesi günümüzde her şeyiyle belli olmaktadır.

AVRASYA BÖLGESİNDE ZENGİNLİK

Türklerin Tarihi kitabının yazarı Jean Paul Roux “Türklerin insanlık serüvenindeki rolü temel niteliktedir” derken, Carter  Findley ise Türkler göçlere rağmen kimliklerini korumuşlardır.” diye hatırlatmada bulunmaktadır. Bazı batılı yazarlar ise mesela  Jeopilitiğin Kara Gücü teorsinin savunucusu Mackinder Türkleri Avrasya Bölgesinin kalpgahı olarak değerlendirir. Çünkü Avrasya aynı zamanda dünya enerji kaynaklarının %75’ine sahiptir.

Türkiye’nin yarım asırlık Avrupa Birliği macerası da  proğramlı bir stratejinin parçasıdır. AB İlkelerine göre parçalanmış ülkelerin AB üyeliğine alınmaması gerekirken, Kıbrıs Rum Kesimi bundan vareste tutulmuş ve dönem başkanlığı verilmiştir. Kıbrıs’ta bugün kan dokülmüyorsa Türkiye’nin garantör devlet olarak 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sayesindedir. Ankara’nın ve Kıbrıs Türklerinin örnek sabır, metanet, mücadele gücü, sarsılmayan ve gevşemeyen azmi, inancı  bugünlere barışı getirdi. Peki Ermenilerce işgal edilen, bir milyon Azeri Türkü’nü kaçkın kılan Azerbaycan ve Karabağ’da durum böyle midir? Ne yazık ki tam tersi!

BU NE LAHANA TURŞUSU!

Türkiye Avrupa Birliği’ne nüfusu 74 milyon Türk ve müslüman bir ülke olduğu için alınmıyor. İşin özeti bu. Ayrıca Türk Dili Türklerin bayrağıdır. Bunu değiştirmek isteyen Batılılar Türk’ü ve islamı çağrıştırdığı için Balkanlar kelimesini NATO ve AB’nin diplomatik dilinde “Güneydoğu Avrupa Ülkeleri” olarak değiştirse de bu aşı ve ısrar tutmadı, oyun bozuldu. Bugüne kadar darbelerin meşruiyeti için psikolojik ortamı NATO’nun hazırladığı iddialarını ciddiye almak gerekir. Hiç bir kuruluşun veya ülkenin emperyalizmin taşaronluğunu yapmasına da izin verilmemelidir.

Avrupa Birliği yöneticilerinden islama karşı olanlar batıdaki müslümanların kimliklerini çözmek, kültür ve inanışlarından uzaklaştırarak değişik tacizlere uğratmaktadırlar. Ancak batıdaki müslüman toplum dinlerine ve kimliklerine sahip çıkmaktadır. Her geçen gün cemaati azaldığı için satılan Kiliselere karşılık yeni camiler yapılmaktadır.

Türk Tarihi’nde Avrupalılara gösterilen hoşgörüyü, batılı yöneticiler “Avrupalı Müslümanlar ülkenin bir parçasıdır, ama islam Avrupa’nın bir parçası değildir.” diyerek dışlamaktadır. Bunun başını da öncelikle Almanya ve Fransa çekmekte, Avrupa’da yabancı denilince hemen müslümanlar ve Türkler akla getirilmektedir. Avrupa’da yabancı düşmanlığının hortlaması da bu yüzdendir. Halbuki ortaasya Türk Cumhuriyetleri; Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan Tacikistan ve Türkmenistan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı üyesi devletlerdir. AGİT, Türkiye’den bu ülkelerde demokrasi, insan hak ve hürriyetleri konusunda eğitim vermesini istemektedir. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu derler, bir Türk kelamı kibarıyla.

DİN, DİL VE KÜLTÜRLERİN GÜVENCE ALTINDA OLMASI

Almanya’dan sonra Avrupa’nın en fazla nüfusuna sahip olan Türkiye’nin  ve Türk Dünyasının büyümesi batılıları korkutuyor. Onun için bölmeye, parçalamaya çalışıyorlar. Oysa Yavuz Sultan Selim’in hatırlatmasıyla “Halkımda olabilecek uzlaşmazlık, fikir ayrılıkları ve bölünme endişesi. Beni mezarımda bile rahatsız eder” diyerek Şair Padişahlar Defterine not düşülen bu beyit;

“Ümmetimde ihtilaf-ı tefrika endişesi,

Kuşe-i kabrimde dahi bi-karar eyler beni!”

diye tarihe kaydedilmiştir.

İslam Ülkeleri öyle taciz edilmektedir ki, İslam Ortak Pazarı yerine haklı olarak Gelişen Ülkeler Birliği teklifi kabul edilmişti, Cidde Ekonomik Formu’nda(2004).

Batı, Asya ve Afrikanın yeraltı ve üstü zenginliklerini yıllarca sömürdü. Öyleki çoğu yerel diller batılı  işgal kuvvetlerinin resmi dili, eğitim lisanı olarak kabul ettirmesiyle çoğu yerel dil de kayboldu. Bugün Asya ve Afrika’da başta İngilizce, Fransızca, Portekizce ve İspanyolca dillerinin konuşulması ve bilinmesi bundan dolayıdır. Osmanlı Cihan Devleti bunu yapmamış, tam tersine fethedilen ülkelerin dini, dili, kültürü güvence altına alınmıştır. Adalet hep önde olmuştur. Toplum da mesuliyet ahlakı üzerine bina edilmiş, zihni tutuculuğa fırsat verilmemiş, mücadele edilmiştir. Ancak masumiyetin esas olduğu da hiç bir zaman unutulmamıştır. Medeniyetlerin kaynağı dindir. Dolayısıyla Osmanlı medeniyeti de islamdan neşvünema bulan bir medeniyettir. Bugün de küreselleşme ve yabancılaşmaya ancak  böyle direnç gösterilebilinir. Osmanlı Cihan Devleti sanatı da islam estetiği ile donanmıştır, muhafazakar olmak biçiminde değil.

“VATAN BÜYÜK VE MÜEBBET BİR ÜLKEDİR”

Batılılar ayrıca İngilizce Konuşan Ülkeler  veya Fransızca Konuşan Ülkeler diyerek gerçekleştirdikleri oluşumlarda eski sömürgelerini bu ortaklığa dahil etmişlerdir. Adeta bir itici güç de  Türk Dili Konuşan Ülkeleri biraraya getirdi. Azerbaycan’ın Başkenti Bakü’de (2007) Türk Dili Konuşan Ülkelerin Devlet Başkanlarının Daimi Sekreterliği oluştu. İki yıl sonra ise Nahcivan’da  kısa adı TÜRK KONSEYİ olan Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi hayata geçirildi(2009).

TÜRK KONSEYİ’nin görevleri özetle şöyle sıralandı; siyasi, ticari, ekonomik konular ile kanunu uygulama, kültür, bilimsel-teknik, eğitim, halkların yaşama şartlarının iyileştirilmesi, geliştirilmesi, sosyal ve kültürel değişimin sağlanması, hukukun üstünlüğü, iyi yönetim, insan hakları ve temel özgürlüklerin güvence altına alınması, Türk halklarının sahip oldukları zengin kültür ve tarihi mirasın değerlendirilmesi, kitlelere tanıtılması, yayılması, tarafların basın ve iletişim araçları arasındaki etkileşimin özendirilmesi.

Devlet Başkanları ve Dışişleri Bakanları Konseyi ile Aksakallar Konseyi, Kıdemli Memurlar Komitesi ve Sekreterya’dan oluşuyor örgütlenme. Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkiye Cumhurbaşkanlarının imza koyduğu TÜRK KONSEYİ’nin merkezi İstanbul’da. Bakü ve Astana’da da iki ayrı merkez bulunmaktadır.

“Türkiye’nin bir tek tercihe kapanıp, bir bakıma (bütün yumurtaları bir sepete koyması) hatalı ve rasyonel olmayan bir politikadır. Avrupa Birliği ‘ne ve O’nun güçlü bir kısım üyelerine inisiyatif teslim etmektir. Kaldı ki tam üyeliğimizin gerçekleşmesi hali ve zamanı belirsizdir.” diye tespitte bulunan Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş kitabına da verdiği isimle ” Avrupa Birliği mi, Türk Birliği mi?” tartışması başlattı. İyi de oldu.

Türk Dünyası’na SSCB’nin dağıldığı günden bu yana  TİKA, Yunus Emre Merkezi, TÜRK KONSEYİ’nden önce hizmet götürmeye başlamıştı. Bu kamu kuruluşları yanında çok sayıda kanaat önderi ve mensubu olduğu sivil toplum, cemaatler de Türk Dünyasında hizmette yarışıyor.  Türk Dünyası Eğitim kurumları; liseler, üniversiteler, Türk Dünyası Kültür Merkezleri, mesleki sivil toplum kuruluşları sayı olarak her geçen gün artmaktadır. Müelliflerin eserlerinin  neredeyse tümüne yakını Türkiye Türkçesine çevrilmiş ve yayınlanmış, etkinlikler düzenlenmiştir. Hoca Ahmet Yesevi Vakfı,  Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, Avrasya Yazarlar Birliği, Türk Dünyası Aydınlar Ocağı , Türk Dünyası Yazarlar ve Sanatçılar Vakfı, Mühendisler ve Mimarlar Birliği ve Türk Ocakları etkinlikleri hemen akla gelen öncülerdir. Türk Dünyası Sinemacılar ve Yazarlar Teşkilatının da kurulma aşamasında olduğu açıklandı. Böyle olunca Türk Dünyası’nda sanat ve kültür ödüllerinin verilmesi yeni bir medeniyet adımı neden olmasın? Yeni bir dönemin ipuçları ufukta görülüyor. Din, dil, kültür ve tarih medeniyetin köprüsüdür.

BİLİŞİM VE İNTERNET NASIL BİR GELECEK HAZIRLIYOR?

Ortak etkinliklerde kimlik, demokrasi, insan hakları, kalkınma, serbest piyasa ekonomisi, parlamenter sistem öne çıkmaktadır. Ana hedeflerden biri Türk dili’nin yaygınlaştırılması ve bölgede ortak dil olarak kullanılmasıdır. Türkler bulunduğu her yerde hür yaşamalı, Türk halklar ve kuruluşlar arasında işbirliği sağlanmalıdır.

Günümüz dünyası hızlı ve hatta modeline bile ulaşılamayan bir dönüşüm ve değişim içindedir. Bilişim ve internet araçları bizi nasıl bir geleceğe hazırlıyor henüz gerektiği kadar bilinmiyor ve değerlendirilmiyor. Hele internetin nasıl bir insan prototipi yetiştireceği, eğitimcilerin üzerinde araştırmalar yapacağı acil bir sorundur. Moda değerlerin ve kimliklerin üzerine tırmanıyor. Oysa insan eşrefi mahlukattır, yeryüzünün halifesidir. Gören göz ve idrak eden beyinlere ihtiyaç duyuluyor.

Bugün günümüz dünyasının sorunlarının başında olağanüstü dönemler, savaşlar (Suriye, Afganistan ve Irak, Gazze ile Afrika’da bazı çatışmalar), anayasal sorunlar, terörizm, örgütlü suç çeteleri, kaçak göçler, ayrımcılık ve dışlayıcılık, fakirlik ve işsizlikle çevre kirliliği gelmektedir. (Avrupa Birliği mi, Türk Birliği mi? Shf. 96)

Bütün bunlarla nasıl mücadele edilecek, sorun nasıl çözülecek? Hukuk devleti ve sivil toplum yaptıklarıyla bir direnç  hattı olabilir. Karanlığa küfretmek olmaz, en azından bir mum ışığı da olsa aydınlatma gerekir.

2050 YILIYLA RANDEVU

Bugün Türk Dünyasına çok ciddi maddi yatırımlar yapılmaktadır. Ancak büyük fikirler yeterli değildir. Artık büyük düşünmek icabediyor. Dünyanın resmini önümüze koyarak bir kere değil, bin defa daha endişe izhar etmeliyiz. Dr. Cezmi BAYRAM’ın deyişiyle YENİ BİR MEDENİYET TASAVVURU, yani yeni bir KIZIL ELMA hedefimiz olmalıdır. Ata dedelerimiz dünyaya ADALET MEDENİYETİ’ni ve SEVGİ KÜLTÜRÜ’nü getirirek, tanıtmış, görüşü, dini, dili ve kimliği ne olursa olsun güvenceli hayata geçirmişti, evrensel bir boyut kazandırmıştı.

Türk Dünyası büyük bir geleceği, insan endeksli yeni bir medeniyeti inşa ve ihya etmelidir. Artık miras yediliği bırakıp, maziden güç ve ilham alarak TÜRK DÜNYASI MİLLİ MEFKÜRESİNİ projelendirilmelidir. Bu da dini, milli, insani, kültürümüzün ve sosyal diyaloğumuzun canlı ve üretken olmasıyla kabildir. Kafamız, yüreğimiz taklitten ve esaretten kurtulmalıdır. Evrensel ölçüleri artık Türk Dünyası tayin etmelidir. 2023 ile mi, yoksa 2071 ile mi artık Türk Dünyası randevulaşmalı karar vermek zamanıdır.

ASIM’IN NESLİ

Türk Dünyasını Aydınlatanlar Uluslararası Sempozyumu bunun ipuçlarıyla doludur. Türk Dünyasını bugüne kadar aydınlatan insanlarımızın birikim ve tecrübelerinden istifade ederek genç kuşaklarımıza, onların boşalan yerlerini doldurmalarını değil, onları geçmelerini ve yeni bir medeniyetin öncüleri olmalarını iseyeceğiz. Bu sempozyum insana yatırımın güzel bir örneği, insan endeksli üretilen projenin uyguması ve hayata geçirilmesidir.

“Asımın Nesli diyorum, nesilmiş gerçek/ İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek” diyen İstiklal Marşı Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un rüyası olan ASIMIN NESLİ’ni beklemek değil, O’na yatırım ve gereğini yapmak durumundayız. Ne dersiniz? Akil adamlar, eren kişiler, mücidlerle donanımlı yeni bir nesil ve  bir yeni buluş bize nasıl da yakışır!