Yeryüzünde Allah’a ibadet için yapılan ilk bina (beyt), insanlar için bir hidayet vesilesi olan Kâbe-i Muazzama’dır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibadet evi, elbette Mekke’de âlemlere rahmet ve hidayet kaynağı olarak kurulan Kâbe’dir.” (Âl-i İmrân, 3/96)
Allah’ın evi (Beytullah) olarak da ifade edilen Kâbe, Allah’ın emri ile Hz. İbrahim (a.s.) tarafından oğlu Hz. İsmail ile birlikte kutsal şehir Mekke’de bina edilmiştir. Yüce Allah, Kâbe’nin yapımı tamamlanınca, “İnsanları hacca çağır ki, yürüyerek veya uzak yollardan gelen yorgun develer üstünde sana gelsinler…” (Hac, 22/27) buyurarak Hz. İbrahim’den insanları Beytullah’a davet etmesini istemiştir.
Hac ibadeti, dünyevî ve uhrevî birçok faydaları bulunan, heyecan ve duygu yüklü bir ibadettir. Hac sadece bedenen yapılan sıradan bir yolculuk değil; aynı zamanda insanın ruhuyla, kalbiyle, duygu ve düşünceleriyle yani bütün varlığıyla yaptığı bir manevî seyahattir.
Hacda dıştan bakıldığında sembolik davranışlar şeklinde gözüken her ibadetin ve şeklin bir anlamı, mü’mini eğitici ve bilinçlendirici bir yönü vardır. Hac ibadeti esnasında bu anlam ve bilinci yakalayabilen, haccın hikmetlerine nüfuz edebilen mü’minler, eski hata ve günahlarından arınarak hayata yeni bir canlılık ve şuurla dönerler. Hac onların hayatında kalıcı etkilere sahip bir dönüm noktası olur. Mü’minin yükümlülük şartları gerçekleştiğinde bir an önce hacca gitmesinin tavsiye edilmiş olmasının bir anlamı da budur. (Diyanet İlmihali, C. I, Sh. 512-513)
Bunun için, manevî kazanç vesilesi olan hac ibadetini yapma imkanı bulabilen Müslümanların, dikkatlerini haccın manevî boyutuna yoğunlaştırmaları gerekmektedir. Zamanlarını zorunlu ihtiyaçlar dışında olabildiğince tavaf, sa’y, namaz, zikir, tefekkür gibi ibadetler ve kutsal mekanları ziyaretlerle değerlendirmelidirler.
Hac mektebi süresi içinde iyi değerlendirilebilirse insanları dindarlık sürecine taşımada; takvâ duygusuna erdirmede çok önemli bir fırsattır. Yüreklere Kâbe hasreti, ölüm terbiyesi, Peygamber sevdası eken bir hac yaşamak için bu ibadeti ciddiye almak gerekmektedir. Çünkü ciddiye alınan mebrûr bir hac insanı dünyada huzur ve mutluluğa, ahirette de Allah’ın rızasına erdirir. (Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz,
Altınoluk Dergisi, Şubat, 2006, Sayı: 240)
Yüce Rabbimizin, “Yoluna gücü yetenlerin Beyt’i haccetmeleri, insanlar üzerinde Allah’ın bir hakkıdır” (Âl-i İmrân, 97) buyruğunu yerine getirmek üzere zor ve meşakkatli yollara düşen mü’minler, bu mübarek seferden elleri boş dönmemek için çaba sarfetmelidir. Unutulmamalıdır ki, hac ibadetini yerine getirmek, Hz. Peygamber (s.a.s.)’i ve mukaddes beldeleri ziyaret etmek Allah’ın en büyük nimetlerindendir. Bu nimetlerin de bir sorumluluğu olacağı muhakkaktır.
Gül bahçesine giren oradan gül demeti getirir. Kâbe’de hac ile Hakk’ın gül bahçesine giren yüzünde güzel sıfatlar, özünde yüce tecellîler ve elinde nâdîde armağanlar ile döner. Oradan gelecek en nâdide armağan Muhammedî bir ahlâk, Sıddîkî bir teslimiyet, Fârukî bir adâlet, Zinnûreynî bir hayâ, Hayderî bir ilim, irfân ve fütüvvet anlayışıdır. (Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz, Diyanet Dergisi, Kasım 2011, Sayı: 251)
Hac; mü’minler için milat, yani yeni bir başlangıç, bir nevi hayatının bir dönüm noktasıdır. İhrama bürünerek ölümü ve ötesini hatırlayan, kötü arzu ve alışkanlıklarından kurtulan, ahiretteki diriliş ve toplanmanın temsili olan Arafat’ta geçmiş günahlarından arınan hacı, yeni bir ibadet heyecanı, bambaşka bir kulluk şuuru ile tertemiz, yepyeni bir hayata başlama iradesi kazanır.
Hac, Müslümanın hayatında yeni bir sayfa açılmasıdır. Nitekim Allah Resûlü (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kim Allah için hacceder de (bu esnada, Allah’ın rızasına uymayan) kötü söz ve davranışlardan ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, (kul hakkı müstesna) annesinin onu doğurduğu günkü gibi (günahlarından arınmış olarak hacdan) döner.” (Buharî, Hac, 4; Müslim, Hac, 438)
O halde, hacca giden mü’minler, belki bir daha nasip olmayabilir düşüncesiyle bu fırsatı çok iyi değerlendirmelidirler. Henüz kendisine böyle bir fırsat kapısı açılmamış olan kardeşlerimiz de o kutsal beldelere gidebilmenin yollarını aramalıdır. Hiç değilse gönlünde böyle ulvî bir arzu taşımalı, bu dileğinin gerçekleştirmesi için bol bol dua ve niyazda bulunmalıdır.
Bu duygu ve düşüncelerle, bütün hacı adaylarımızın salimen kutsal topraklara ulaşmalarını, hacc-ı mebrûr yaparak tekrar yurtlarına, yuvalarına dönmelerini; gidemeyen kardeşlerimize de hac nasip etmesini Yüce Mevlamızdan diliyorum.