“Kentsel dönüşüm” deyince insanımızın kafasında genellikle belirli binaların yıkılıp yerine yeni binalar yapmak gibi yanlış bir algı oluştu. Eğer biz bu algıyı değiştiremezsek “Kentsel dönüşüm” güdük bir hal alır. Toplumda bu algı neden var derseniz. Önce yapılan “Kentsel dönüşüm” örneklerinin ne kadar kötü olduğunu gösteriyor. Anlı şanlı açılışların ne kadar anlamsız olduğu da ortaya çıkıyor. Eğer “Kentsel dönüşüm” kavramını bir felsefe değişimi üzerine oturtamazsak yapılan şeylerin hiçbir kıymeti yoktur. Sadece Belirli İnsanlara RANT Kapısı açmış ve RANT sağlamış olursunuz. Eğer toplumumuzda sosyolojik, mimari, her türlü ihtiyaçların karşılanması ve sosyo-psikolojik açıdan yeni bir kültür, yeni bir felsefe oluşturamazsak yapılan yeni binaların çok bir önemi yoktur. Bina yapmayı marifet sanan bir anlayışın terk edilmesi gerekmektedir.
Türkiye’deki Konut stoğuna bakıldığında yaklaşık 20 milyon konut var. Bu konutların yaklaşık 5 milyonu 99 depreminden sonra yapıldı. Geriye kalan on beş milyonluk konut var. Bunların yaklaşık altı buçuk milyonunu uzmanlar riskli olarak değerlendiriyor. Bu riski ortadan kaldırmak için bir çok çalışma yapılıyor. Bu çalışmalar Özellikle Büyük müteahhitlerin onların tedarikçilerinin İştahını kabartıyor. Bu iştah siyasilere ve yerel yöneticilere yapılan baskıları da artırıyor. Bu da özensiz hazırlanmış projeleri hayata geçmesini sağlıyor. Eğer siz kişilikli kimlikli binalar projelendirip hayata geçiremezseniz . Birbirini kopya eden binalar yumağı haline gelmiş siteleri görürsünüz.
“Kentsel dönüşüm” yapalım derken çarpık bir kentleşme ortaya çıkartılıyor. Bunların sonuçları da ileriki yıllarda belki tez konusu olacaktır..
Kentsel dönüşümlerde sadece deprem riskine bakmanın ne kadar yanlış olduğunu SAMSUN örneğinde gördük. Toki Konutları ve Yeni yapılan bir AVM’nin durumu.
Onun için yapılması gereken aslında tüm parametreleri düşünmektir. Nedir o parametreler; Depremler, meteorolojik afetler, hava kalitesi, hukuki süreçler, kültür ve medeniyetin şehirlere yansıması, ulaşım, sanayileşme, enerji, istihdam, sosyal-psikoloji, yeşil alanlar, Fiziksel dezavantajlı insanların yaşam kaliteleri, spor, sanat, Üniversite, Kamu binaları, alışveriş yerleri v.b.
Amaç İnsan’ın mutlu olacağı mekanlar oluşturmaksa. O mekanlarda yaşayacak insanımıza da bu tip projelerde yer vermemiz gerekecektir. Onların fikirleri her zaman çok önemlidir.”Kent-birey ilişkisi iyi kurulmalıdır. Kentle ilgili verilecek her türlü kararın altında o kentte yaşayanların onayı olması gerekir yani katılımı olması gerekir; Neden derseniz kent kenti yönetenlerden daha çok orada yaşayanlarındır da ondan. ” http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/Yazi.aspx?ID=478
Öncelikle Kent kavramını bilmek gerekiyor. “KENT kavramı, fiziksel, sosyal ve kültürel birikimlerle harmanlanan ve bizlerin daha rahat, daha güvenli yaşamak adına geliştirdiğimiz bir platform. Bireylerin tek tek değil, bir bütün olarak ses verdiği, varlığını gösterdiği bir sosyal yaşam alanı.”http://belgineryavuz.blogspot.com/2012/06/kentlesme-kentlilesme-cizgisinde13.html
Yapılan kentleşme anlayışında ciddi riskler taşımaktadır. Bu riski 2008 yılında sunmuş olduğum bir bildiride belirtmiştim. ” Mekansal ve kültürel siteleşme, “Biz” ve “Öteki” ayrımını daha da derinleştirerek, “atomize” hayat alanları oluşturmakta, dolayısıyla anomik ve yabancılaşmış bir sosyal dokuyu paradoksal biçimde üretme tehlikesi taşımaktadır.
Sanayi sonrası toplumlarının oluşturduğu büyük kentlerin merkezleri, yüzyıldan beri sürekli kent merkezlerinin dışına doğru itilmiş yığınların “hücumu” ile karşılaşmaya başlamıştır. Buna karşılık, yüzyıldan beri kent merkezlerini iş ve ikamet alanları olarak tasarruflarında bulunduran, “kentli” kesimler ise merkezi terk etmekte, merkezdeki bazı bölgeleri yine tutmakla birlikte, asıl olarak “kent dışında” inşa edilen “iş merkezleri”ne ve kendilerine mahsus yeni inşa edilmiş mahallelere ya da özel sitelere yerleşmektedirler.” http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/Yazi.aspx?ID=478
80 küsur yıllık Cumhuriyet döneminde kendine özgü bir mimari ve kentsel alanlar oluşturamamış bir ülkenin önünde ciddi fırsatlar var görülüyor. Bu fırsatı da kaçırmaması gerekiyor. Bunun için tepeden inmeci yaklaşımlar yerine, ayağı yere basan, paydaşlarını iyi seçen, felsefesi olan projelere ihtiyaç var.