Zenginden Şehit Yok, Fakirden Kral

110

 

Anadolu kapılarını onlarla açmıştık.

Viyana önlerine kadar onlarla gitmiştik.

Çanakkale de yedi düvele karşı “Değmesin mabedime namahrem eli” diyerek göğüslerini siper eden de onlardı.

Anadolu’dan emperyalist güçleri kovup bağımsız bir devlet kurmamızı sağlayan da onlardı.

Göklerde bayrağımızın özgürce dalgalanması uğruna, topraklara temiz kanlarını akıtan yine onlardı.

Onlara “Mehmetçik” ismini verdik, dualarla, kınalar sürerek, davul zurna eşliğinde halaylar çekerek ” Peygamber Ocağı’na” uğurladık.

“Kınalı kuzularımız” tabirini onlar için kullandık.

Aşkı, sevdayı, parayı, makamı, dünyayı tanımadan sevdayla koştular cepheye.

Kimi; karla kaplı Allahuekber Dağları’nda kaldı, kimi Yemen’in kızgın çöllerinde.

Garip Anadolu köylerinin mütevazı evlerinde yaşayan mazbut Anadolu insanının evlatlarıydı onlar.

Terörle mücadelede geçen otuz yılı aşkın sürede en ağır bedeli ödeyen onlar oldu.

“Sağa, sola dön” talimleriyle eğitilip, baraka karakollara gönderildiler.

Vatan borcunu namus borcu bildiler.

Askerden kaçmayı namussuzluk bellediler.

Birçoğu al bayrağa sarılı tabutlarla evlerine döndüler.

Aradan geçen uzun yıllara rağmen uğruna canlarını verdikleri vatanlarında değişen hiçbir şeyin olmadığını, manzaranın hiç değişmediğini gördüler.

Kurşun adres soruyordu, Şişli, Etiler, Çankaya, Levent gibi semtlerin cami musallalarında hiç görünmediler.

Uzun yıllar öncesinde söylenen “Yemen yolu çamurdandır, karavana bakırdandır, zenginimiz bedel öder, Mütevazı Anadolu köylerinin mütevazı camilerinin musallalarında uğurlandılar.

Ön safta görünen siyaset cambazları, çaresizlikleri gözlerinden okunan yetkililer, bağrı yanan analar, babalar, yavuklular, kardeşler, arkadaşlar ve inanmışlar fotoğraf karesinin değişmeyen yüzleriydiler.

Başlarına çuval geçirip gururlarını incittiler, Habur’da karşılanan alçakları gördüklerinde kırıldılar, “Üç beş Mehmet’in ölmesiyle meclis toplanmaz” diyenleri Allah’a havale ettiler.

Tüm telefon konuşmalarının dinlenildiği, her nefes alanın takip edildiği, iletişim ağlarından sosyal paylaşım sitelerine kadar her şeyin takip edildiği psikozunun yaşandığı ülkelerinde, elini kolunu sallayarak eylem yapmaya gelen canilerin neden tespit edilemediklerini sessizce kendilerine sordular.

Şehit kardeşlerinin tabutları başında yetkililerin “Milletimize bu büyük acıyı yaşatanlar, bunun hesabını mutlaka vereceklerdir, hain oyunun iç ve dış destekçileri de yanlış bir hesabın içinde olduklarını er geç anlayacaklar ve bunun cezasını çekeceklerdir. Bunun vebali ağırdır ve altından kimse kalkamaz” şeklindeki demeci duyduklarında; “Bu cümleler Kandil’deki hangi teröristi dağdan indirir, hangi eli kanlı katili insafa getirir” diye düşündüler!

İmralı canavarına sağlanan güvenliğin kendileri için neden sağlanmadığını sormak bile istemediler.

Kendilerine kurşun sıkan eşkıyalarla sarmaş dolaş resimler çektiren milletin vekillerine hayretle baktılar.

İçi boş demeçlerden, beyhude çözüm arayışlarından, şehit törenlerindeki yapmacık seremonilerden, “Hesap sorulacak” cinsindeki kabadayı tavırlardan usanmış olsalar da onlar bu vatan toprağın karasevdalıları olarak hep var oldular.

İsimleri Ahmet, Ali, Hasan, Hüseyin, Mustafa… olsa da Peygamber Ocağı’na girdiklerinde Mehmet oldular.

Anadolu çocuğuydular, Anadolu kültürünün eşsiz zenginliğinde yaşadıklarını özetlediler, halk ozanının “Yazın kışın bizde söylenir masal / İmama uyan yok cemaat misal / Zenginden şehit yok Fakirden kral / Okunur bu kitap mazinde senin” mısralarında teselli buldular. Ruhları şad olsun…