Birer Munis Dil

99

 

Bir bitki, bir hayvan, bir canlı hangi yerde ise, o yerde varoluş, yaşayış ve varlığını sürdürmesi; içinde bulunduğu o bölgeden dolayıdır.

O bölgenin de varlığı; durumu; içinde yer aldığı dünyadan ötürüdür.

Dünyanın da hayatı; faaliyet ve varlığını kesintisiz olarak sürdürmesi; içinde yer aldığı güneş sistemine bağlıdır.

Güneş sistemi de varlığını; kendisini çevreleyen bir başka sisteme borçludur.

Böylece her şey mütedahil / içiçe dairelerle varlığını sürdürmekte ve devam ettirmektedir. Yâni her dairenin merkezi birdir. Hepsi bir tek merkeze bakar. Mevcudat ve varlıklar bu halleriyle; tek tek veya bütün olarak, hâl diliyle konuşmakta.

Bizlere de bir şeyler söylemektedir. Âdeta her biri, tek tek ve bir ağızdan: “Ey Âdemoğlu bizi dinle!” diyor. Bizler birer kelime, birer cümleyiz. Bizler büyük bir kitâbın sayfaları ve satırlarıyız. Bizleri oku! Demektedirler.

Nitekim her kitâp lisân-ı hâl / hâl diliyle “Beni oku!” demiyor mu? O hâlde ne duruyorsun ey Âdemoğlu? Sana indirilen kitâp  “İkra!” / “Oku!” diye başlamıyor mu?

İşte bizlerin de hâl dili var. Her birimiz, yapımıza göre farklı diller sâhibiyiz. Ama okunmaz değiliz. Bilinmez değiliz. Meçhûl değiliz. Ama sayfalarımız öyle ap açık dururken, sanki kapalı sanılıyor.

Hayır öyle değil! Ey insanoğlu! Kır ünsiyet zincirlerini! Kopart ülfet bağlarını! Kurtul şu alışkanlık denen körletici uyuşukluktan! Bakma bize öyle boş gözlerle! Gör bizi! Sâdece basarla yâni baş gözünle değil, aynı zamanda basîretle. Yâni bir de:

Kalp gözünle oku. Gönül gözünü aç. Gör şu emaneti.
Derk edip, anla artık bizleri! Bilme bizden kerameti!

Perde olduğumuz hakîkatin, geç arkasına. Bak bizlerin parlak aynasına. Sebeplerin gerisindeki Müsebbibü’l – Esbâb’ın / sebeplerin sebebi olan Büyük Yaratıcının farkına var.

Müsebbibü’l – Esbâb olan Büyük Yaratıcıyı bul
Ancak bu şekilde gerçekleşir inanın, gerçek kul

Evet bizler  “Ve in min şey’in illa yüsebbihu bihamdihi.”  Âyetinin sırrınca, yâni  “Hiçbir şey yoktur ki, O’nu övüp, O’nu tesbih etmesin yâni O’nu anmasın.”  Meâl ve anlamındaki âyetin sırrınca, kendimize mahsûs, her birimize has kılınmış birer lisânımız ve dillerimiz var. Hem de çeşit çeşit.

Hâl dili, kaal / söz dili, hareket ve devinim gibi sayısız dillerle sesleniyoruz birbirimize ve özellikle ey insânoğlu sana.

Çünkü hepimizin tek muhâtabı dâima sensin sen!
Seni muhâtap etti Kendine Yüce Allah Kendinden.

Bizler onun yazdıkları, bizler onun yazgılarıyız. Birer mektûp, birer yazılmış varlıklarız. Sana gönderilmişiz. Senin okumana müştâk / iştiyâklı / istekli. Sana muntazır ve hazırız.

Bizler gönderileniz. Gönderenimiz ise Allah.
Ey İnsânoğlu! Sana birer kutlu mesajız bizler.

2178

Müjde ve muştu doluyuz. Hakkı yâd ettiriyor, Hakkı hatırlatıyoruz. Sırf sûreta değil; sîreta, yâni mânâ yönüyle de insân olan insâna.

Varlıkların her hâli başka bir dil olup konuşuyor durmadan. Daha doğrusu konuşturuluyor. İşte onların bu hâl / bu durum ve bu kaal / bu seslenişli vaziyetleri. Onların Allâhı anış şekilleridir. Onların tesbîhleridir.

Allâhı her türlü noksân sıfâtlardan tenzîh / Allâhı uzak tutmalarıdır. İnsânın dikkatini çekmek için Mârifetullâh / Allâhı Bilme Yolu’nda, âdeta kilometre taşlarıdır.

İnsânları alışkanlık belâsından kurtarma operasyonlarıdır. İnsanı mânâya, düşünceye, tefekküre ve fikre sevkedici / yönlendirici mânevî trafik işâretleridir.

İşte fıtratın / yaratılışın / tabiî, doğal hâl ve durumların bu şekilde, Allâhın birliğine şehâdet / şâhitlik ve tanıklık etmeleri; reddedilemiyecek nefâset ve zarâfette bir Îlahî hakîkatin izlerini taşımaktadır.

Hâl göstergesi ise, özellikle çok cihet ve yönlerle gelse, kendisini gösterse, hiç şüpheye yer bırakmaz. Allâhın bir ve varlığı zorunlu oluşuna parmak basar. Hakîkat budur. İşte o kadar der.

Yeryüzündeki her varlık, çeşitli mânâlar yüklü kelime
Her birine tercümân olacak kelime, gelmiyor dilime

Onların hangi birini, alacak olursam, şâyet elime
Kelimelere; kelimeler, cevâp verin benim bedelime

Taş taş üstüne kondukça, nasıl yükselirse, yavaşça binâ
Kelime; kelime yanına dizildikçe, olur bin bir mânâ

Her bir varlık, olmuş âlemde, sanki birer mûnis dil
Sen onları, kendinden değil, Rabbinden konuşan bil

 

2179 – 2180

 

 

Önceki İçerikAtatürk ve 30 Ağustos Zaferi
Sonraki İçerikÖrtünmek Allah’ın Emridir
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.