Her madde, bir çeşit aynadır. Yapanı gösterir. Yapandan haber verir. Yapanın evsâf ve vasıflarını anlatır. O’nun san’at ve kabiliyetini yansıtır.
Kendisi mef’ûldür. Objedir. Nesnedir. Yapanını gösterir. Ona işaret eder. Zaten bu maksatla ortaya konmuş. Vücût verilmiş. Mânâ, somut olarak taşa toprağa büründürülmüş. Yoğun bir hâle getirilmiş. Bir alâmet, bir işaret, bir delîl ve kanıt olarak insanın yolu üzerine konulmuştur.
İşte bütün bunlar, maddenin okunmasını sağlayan harf ve hecelerdir. Bakalım insanoğlu bunun karşısında durup düşünecek mi? Bunu okumaya çalışacak mı? Yoksa boş verip, aman sen de deyip es mi geçecek? Bu şifreli yazılar karşısında bakalım ne yapacak insan?
X
İşte bu, okumayı okumaktır. Okuma bilincidir. Okuduğunda asıl okunacak şeyin farkına varmaktır. Yoksa teyp de bir bakıma okunanı naklediyor. Radyo da okunanı söylüyor. Televizyon da bir bakıma okumanın bir başka şekli.
Ama asıl olan şu ki, okunanın da okunmaya ihtiyacı vardır.
“Bir ben vardır bende, benden içerü.” Denildiği gibi.
Bir okuma vardır insanda, okumaktan içerü.
Nitekim, nasılın cevabını nasıl ki birinci okumada aramak gerekiyorsa; niçinin cevabını da ikinci okumada bulmak lâzım.
X
Sn. Senai Demirci de okumanın püf noktasını anlamış olacak ki: “Hayatım bir kitabı okumaya dönüştü.” Derken, büyük ve asıl hakîkati anlamış olmanın heyecanını duyuyor; bizlere de duyurarak; bu muazzam gerçeği bizlerle paylaşıyor.
Evet hayâtımız bir kitâptır. Ancak bu kitâbı okuyan insanın hayâtı var demektir. Yâni okuyan insanda ancak hayât emâresi var demektir. Yoksa insanın sadece yiyip içmesi insana yakışan hayât şekli değildir. Çünkü hayvân da yer içer. Sanki yemek için yaşar. İnsan ise yaşamak yâni okumak için yiyip içiyorsa; yaşıyor demektir. Diridir. İşte ancak bu şekilde insandan sayılır.
Dekart’ın ünlü: “Düşünüyorum o hâlde varım.” Sözünü, şu şekle de çevirebiliriz: “Okuyorum o hâlde varım.” Çünkü düşünmek de okumaya bağlıdır. Düşünmek için okumak lâzım. Okumayan gerçek mânâda düşünebilir mi?
Nasıl ki sormak için bilgiye ihtiyaç var. Öyleyse düşünmek istiyorsak eğer, önce bilgi sahibi olmalıyız. Ki bu da okumaktan geçer. Soru bilginin anahtarı olduğu gibi, okumak da düşüncenin anahtarı ve açarıdır.
X
Sn. Senai Demirci: “Okumak hayâtın kabuğunu çatlatmaktır.” Derken de yine zihnimizde yeni ufuklar açıyor. Okumaktan murâdın anlamak olduğunu çıtlatıyor bizlere. Bu da yeni hayât anlayışlarına, yükseltiyor bizleri.
Hayâtı yeni bilişlere vesîle yapmanın kapısını aralatıyor bizlere. Farklı mânevî mekânlarda başka kapıları da çalmamız gerektiğini hatırlatıyor bizlere. Ulvî sırların anlaşılmasına doğru yelken açtırıyor zihnimize.
Kısaca demek lâzımsa; okumanın ardından gelinmesi gereken asıl okuyuşlara varmamız isteniyor bizlerden. Kırmadan, incitmeden okumaktan murâd ne olmak lâzım geldiği üfleniyor
2014
kulağımıza ve seriliyor gözlerimiz önüne . Bir de bakıyoruz, Yûnus Emre’nin tedrîs rahlesi konmuş olarak önümüze, buluyoruz kendimizi.
X
Sözde, kelâmda; o söz ve kelâmın maddesini görebiliyor muyuz?
Ben işte buna gerçek okuma derim.
Söylenende söyleneni bulabiliyor, görebiliyor somut hâlini müşâhede edebiliyor muyuz?
Ben işte bunu hakikî okuma diye nitelerim.
X
Kur’ân sözdür. Kelâmdır. İçiçe geçmiş küçük büyük varlıkların, görünen görünmeyen varlıkların, varlıklarından önceki rûh hâllerinin ifâdesidir.
İşte Kur’ân’ın mânâ özünde, somut kâinat gerçeğini görmek; asıl okumanın ta kendisidir.
Gördüğümüz, içinde yaşadığımız evrenin rûhunu, mânâsını, var oluş dayanak ve keyfiyetini Kur’ân’da görmek, bulmak ve bilmek de aynı şekilde gerçek okumanın ta kendisidir.
Birinden öbürüne yâni maddeden mânâya, mânâdan maddeye geçebiliyorsak; hakîkî okuyuşa ermiş sayılırız.
Evet maddede mânâyı, mânâda maddeyi görebiliyor. Yazıdan yazılan şeye geçebiliyor. Yazılanın kendisiyle işâret edilen yazısını okuyabiliyorsak. Okumayı söktük sayılır. Artık okuyabiliyoruz demektir.
İşte bu; dünyâda, sâdece insandan beklenen, sırf insana has kılınan, çok üstün bir meziyettir. Çünkü insân, gördüklerinin gösterdiklerini de görebilen, yegâne üstün yaratıktır.
X
Velhâsıl aziz dostlar! Sn. Senai Demirci’nin vuzûh ve vukûfla ortaya koyduğu gibi, ben de onun dediği şekilde:
“Kendimi bir büyük kitâbın ortasında buluyorum. Okumaktan başka çâre bulamıyorum.”