Geçerliliği Olmayan Gerçekler

76

Ben Rize’nin Çayeli ilçesinde 40 nüfuslu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim. Geçimini yaylacılıktan sağlayan bir Türkmen ailesini çocuğuyum.
İlk orta ve lise tahsilimi Rize’de tamamladım. 1967 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazandım. 1971 yılında mezun oldum ve askerliğimi tamamladıktan sonra İstanbul’da serbest avukatlığa başladım. İstanbul da 38 seneden beri serbest avukatlık yapmaktayım.

Teröristbaşının yargılandığı davada 3500 müdahil şehit yakının avukatlığını üstlendim. Bu davayı İmralı da devamlı takip eden yedi avukattan birisiyim. İmralı’daki Ankara 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi teröristbaşına idam cezası vermiş ve bu karar Yargıtayca da onanmış. Ancak Avrupa Birliğine girme gayreti içerisinde olan üçlü koalisyonun liderleri Anayasaya aykırı bir protokol hazırlayarak teröristbaşının dosyasını Başbakanlığın tarihi ve küflü arşivine kaldırmışlardır. Dava Türkiye’de ki kanun yolları tamamlandığı için teröristbaşının avukatları tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşınmıştır. Bu mahkemede yine şehit ailelerinin avukatı olarak Türkiye’den Strasbourg’a giden tek Türk avukatıyım. Bu davayı “İMRALI’DAN STRASBOURG’A” “BELGELERLE ÖCALAN DAVASI” olarak kitap haline getirdim.

1980 darbesi ile Türkiye’ de Türk Milliyetçilerinin işkencelerden geçirildikten sonra yargılanmasına başlandığı, Ankara’daki Devlet Güvenlik Mahkemesinde MHP davasını aralıksız olarak haftada iki gün duruşmaya gidip takip eden avukatlardan birisiyim.

Rahmetli Başbuğumuzun ceza ve hukuk davalarını takip eden avukatıyım.

İstanbul da Sıkıyönetim Mahkemelerinde Ülkücü kardeşlerimizin, davalarını takip eden avukatlardan birisiyim.

MHP’nin parti programını hazırlamak üzere Uludağ’da Başbuğumuzun talimatı ile 110 akademisyen ile toplantı yapılmış, konularına göre dokuz komisyon kurulmuş ve bu komisyonlardan Hukuk komisyonunda değerli Profesör Hocalarımla birlikte Başbuğumuz beni de görevlendirmiş ve programdaki hukuk bölümünü hazırlayıp Başbuğumuza arz etmiştik.

Ben liseyi bitirene kadar çobanlık yaptım. Ama çoban Sülü gibi meşhur olamadım. Bana bu dünyada geçerliliği olamayan çok önemli gerçekler öğrettiler.

Dini kültürümü verirken Atatürk olmasaydı, memleketimiz düşman işgalinden kurtarmasıydı sana şimdi dinini öğretemezdik, diye de Atatürk sevgisi aşıladılar.

– Kul hakkı yeme, teraziye, ölçüye hile katma dediler

– Komşusu aç iken tok yatan benden değildir. Hadisini devamlı hatırlattılar.

– Büyüklere saygı, küçüklere sevgiyi öğrettiler.

– Türklüğümü Türk Milleti’nin dünya milletlerine adaleti öğrettiğini bana hatırlattılar.

– Yunus’u, Mevlana’yı, Ertuğrul Gazi’yi, Şeyh Edebali’yi, Osman Gazi ile Fatih Sultan Mehmet Han’ı, Akşemsettin’i, Evliya Çelebi’yi, İbni Sina’yı, Piri Reis’i ve Atatürk’ü öğrettiler. Onun için İstanbul Hukuk Fakültesine başladığımızda ben zaten Ülkücü olmuştum. 1967 yılında Ülkü Ocaklarına kayıt oldum. 1972 yılında stajyer avukatlığım döneminde MHP İl Yönetimine girdim. Daha sonra Genel Merkez Disiplin Kurulu Üyeliği yaptım.

Biz vatan, millet aşkıyla, Türkiye bölünmesin, Bayrak inmesin diye hiçbir şekilde makam ve mevki düşünmeden Atatürk’ün Gençliğe Hitabesinde belirtilen tavsiye ve tehlikelere karşı uyanık davranmaya çalışırken, bir de baktık ki etrafımızda ulaşılamaz, vazgeçilemez kendisini hayranlıkla seyreden, insanlara tepeden bakan insanlar doluvermiş.

Dünyada insanlar vardır, bir sözleriyle meşhur olurlar hiç unutulmazlar. İnsanlar vardır, çok çalışırlar, çok şey üretirler ancak adlarını sanlarını kimse bilmez.

Napolyon ” Para, para, para” demiş ekonominin sırrını çözmüş ve bu söz Napolyon’u unutulmaz yapmıştır.

Maceracı ve çılgın Neron Roma’yı ve tarihi yakmış, insanlığı mahvetmiş. Oturmuş zevkle seyretmiş. Neron’ da bu eylemi ile unutulmazlar arasında yerini almıştır.

Sezar’ın oğlu Brütüs babasına ne kötülük yapmışsa Sezar ” sende mi Brütüs ” demiştir.

Birileri nutuk atmış “kalk ey ehli vatan” diye bizde inanmış kalkmışız yerimize oturmuşlar.

Son zamanlarda medyada bazı sözler duyuyoruz. Ali dibo, hortumcu, komisyoncu, pastadan pay alma, 1211 sayılı kanuna tabi olma, bal tutan parmağını yalar. Bu kelimeleri duyunca manalarını bilmediğimden okuyup geçiyordum. Sonra merak sardı. Bunların manalarını öğrenmeye çalıştım. Meğer neler varmış neler;

Ali dibo ihalelerle ilgili bir terim çok iyi numara yaparak, ihaleleri akrabalara, dostlara aktarmak ondan da yüzde onbeş pay almakmış.

Hortumcuyu ben tarlayı sulayan bir kişi hortumu da onun için kullanılan bir alet olarak biliyordum. Meğer bankaların içini boşaltan, çok kutsal bir aleti kullanan kişiye hortumcu denirmiş.

Komisyoncu; hiç işi gücü olmayan, devlet yöneticileriyle arası iyi olan aldığı yüzdelerin paylaşımını iyi bilen muhterem kişilermiş.

Pastadan pay almayı da düğünlerde ki pasta kesilirken pay alma olarak biliyordum. Meğer devletin malları satılırken elde edilen paradan payına düşeni alan uyanıklar için kullanılan bir deyimmiş.

1211 sayılı kanuna tabi olmayı da hukukçu olduğum halde bilmiyordum. Bir bürokrat hukuki bir işime bakarken ” siz 1211 sayılı kanuna tabisiniz” dedi, anlamadım. Çünkü benim işimin böyle bir kanunla ilgisi yoktu. Ne diyorsun? Diye sordum. Bürokrat ” çok safsın çıkar cebinden bir kâğıt para hangi kanuna göre çıkarılmış bir bak” dedi. Hakikaten baktım 1211 sayılı kanuna göre çıkarılmış. “Bu parayı vermeden işin olmaz” dedi bende, ben sizi anlamıyorum, beni böyle yetiştirmediler dürüst namuslu ol dediler. Adam “bizim karnımızı namuslu olmak doyurmuyor işine bak” diye beni azarlardı. Ben işimi geçikmeli de olsa 1211 sayılı kanuna tabi olmadan bitirdim, ama vatandaş ne yapacak?

Bal tutan parmağını yalar sözünü birisinin bal yediğinde bal yerken kaşık yerine elini kullandığı için eline sürülen balın ziyan olmaması için parmağını yaladığını zannederdim. Meğer adamlar sihirbazlar gibi bir yere tutuyorlar, ellerini yalıyorlar. Memleketin önemli yerlerinde apartmanlar, gemiler, araziler, villalar, dolarlar çıkıyor. Bu ne sihirdir ne keramet el çabukluğu marifet.

Geçerliliği olmayan ama insanı insan yapan gerçeklerle onurlu bir şekilde yaşamaya devam edeceğiz zor da olsa.