Her gazete, her dergi, her kitap bir mekteptir. Mezun etmeyen ama dâima geliştiren, yetiştiren ve yol gösteren bir okul.
Kaç gazete veya dergi okuyorsak, o sayıda mektebe gidiyoruz demektir.
“Huz ma safa, da’ ma keder.” / “Her şeyin iyi, doğru ve güzel olanını al; kötü, yanlış ve çirkin düşenini bırak.” Mânalarına gelebilecek bu veciz ifadeden faydalanmalı.
Yâni her yazılan, her söylenende az veya çok gerçek payı vardır. Alınacak bir tarafı mevcuttur, demeli.
Yurd’a ve Dünya’ya açılan birer penceredir gazete, dergi ve kitaplar. Bunları okudukça bir çok zıtlarla da karşılaşırız. Zaten her şey zıttıyla anlaşılır. Ancak bu şekilde doğruyu bulur. Güzeli görür. İyiyi bilir hâle geliriz. Ki, bu her zaman böyle mümkündür.
Nitekim boşuna denmemiş:
“Hiçbir müfsit (bozguncu) ben müfsidim (ben bozguncuyum) demez. Dâima sûret-i Hakk’tan (yâni doğruymuş gibi) görünür. Yahut Bâtılı (sapkın yolu, yanlış fikir ve düşünceyi) Hakk (ve doğru gibi) görür. Evet kimse demez ‘Ayranım ekşidir.’ Fakat siz mihenge (ölçüye) vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsnüzan edip (hakkımda iyi niyet besleyerek) tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim (bozguncuyum) veya bilmediğim hâlde ifsât ediyorum (kargaşa çıkarıyorum).
“Öyle ise her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte size söylediğim sözler (önce) hayâlin elinde kalsın. (Sonra) mihenge vurunuz (deneyiniz). Eğer altın çıktı ise kalpte saklayınız. Bakır çıktı ise çok gıybeti (kötülemeyi) üstüne ve bedduayı (ilenmeyi) arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.”
İşte ancak bu çerçeve içinde okudukça, bu çerçeve içinde gördükçe, bu çerçeve içinde düşündükçe ve bu çerçeve içinde kaldıkça gelişir olgunlaşır, kemâle erer ve mükemmelleşiriz. Öyleyse:
Bir şeyi ne peşînen red, ne de hemen et kabul
Ancak bu şekilde, gerçeği her yerde ara bul
Evet:
Her okuduğumuz; yurda, dünyaya ve kalbe açılan pencere
Yeter ki, peşînen kabul ederek, yapmayalım onu cendere
Ve ancak bu şekilde “Hakk’ın hatırını muhafaza (ve korumak) için başka hatırlara bakılmaz.” hükmünü de yerine getirmiş oluruz.
Çeşitli neşir ve yayınları, ayırım yapmadan okudukça, düşündükçe, biz de anlayacağız ki: “Medenîlere galebe çalmak (üstün gelmek) ikna (inanmasını sağlamak) iledir. İcbar (zorlama) ile değildir.”
Ve ancak bu şekilde ekmel tavrı, en mükemmel davranış biçimini elde ederek, şu sözlere tüm kalbimizle katılmış oluruz:
“Biz muhabbet (sevgi) fedaileriyiz. Husûmete (düşmanlığa) vaktimiz yoktur.”
2470 – 2471