1912 Balkan Savaşı’nda Edirne, Şükrü Paşa tarafından 160 gün, kahramanca savunulmasına ve düşmana ağır zayiat verdirilmesine rağmen 26 Mart 1913’de Bulgar ve Sırp kuvvetlerince -maalesef- işgal edildi.
Bu sırada Müslüman – Arap kardeşlerimizle Trablus – Garb’ı İtalyanlar’a karşı müdafaa edenler arasında bulunan Eşref Bey, Şeyh Sünusî hazretlerine: “Efendim, Balkan devletleri İstanbul’un kapısına dayanmışlar, bizleri çağırıyorlar, ne dersiniz?” diye sorunca, gözleri yaşaran Şeyh onları:
“Gidin evlâtlarım! Burası -Müslümanların hâmisi- Devlet-i Aliyyemizin kolu bacağıdır, koparsa gene yaşar. Ama istanbul; kalbidir. Elden giderse tamamiyle yok olur! Kalan imkanlarımızla karşı koymaya çalışırız, merak etmeyin.” Sözleriyle metanetle uğurlar. (Mehmet Niyazi, Yazılamamış Destanlar, istanbul – 1991, s: 61 – 62)
Enver Bey ve etrafındaki genç subaylar -Eşref Bey dâhil- ne yapıp edip, ecdadımızın ruhaniyetinin sindiği Edirne’yi ve bilhassa Selimiye’yi kurtarmanın yollarını ararlar. (a.g.e. s: 69) Zaten hükümet de İstanbul’u tehdit eden Bulgar toplarından tedirgindi. (a.g.e. s: 75)
İstanbul’un önlerine düşmanın gelmesini hazmedemeyen ve “Kara gün hepimizedir! Böyle bir günde Din ve Devletin hizmetinde bulunmayacağız da, ne zaman bulunacağız? (üstelik) ceddimize olduğu gibi orada kalan kardeşlerimize de vecibelerimiz vardır (şayet) burada mağlup olursak, İslâm’ı çok karanlık günler beklemektedir. Fakat mâdem ki Cenabı Allah; dîninin Kıyamet’e kadar bâki olduğunu buyuruyor. Allahu a’lem, biz burada muzaffer olacağız.” (a.g.e. s: 56, 59, 84, 85) diyen Milis Miralayı (Albay) Saîd Nursî’nin Molla Kâzım gibi talebeleri ve O’nu sevenlerden oluşan Van Gönüllüleri, ak sakallı, kartal bakışlı yaşlılar, Hakkârili Nâciler, Uşak ve Kafkas Gönüllüleri, Mamaka Mustafalar, Mardinli Kerimler, Dadaş ve Karadeniz Gönüllüleriyle Binbaşı İhsan Bey emrindeki kafkasyalılarla Cihangir oğlu İbrahim, uzun boyu, geniş omuzu ve enerjik tavırlarıyla, sülün gibi bir delikanlı olan Zenci Musa, ineklerini satarak silah alıp İstanbul’a gelen ve Eşref Bey’in emrine giren ak sakallı 90’lık Uşaklı Mehmed Babalar gibi cengaver ve bahâdırlar, Türk Gönüllü Kuvvetleri Genel Kumandanı Eşref bey’in emrine girmek üzere yurdun dört bir tarafından (a.g.e. s: 59, 60, 61, 83, 104, 130, 135, 143, 147, 155, 156):
“İşte aduvv (işte düşman) karşıda hâzır silâh; arş yiğitler vatan imdadına.” Beytine mâsadak olarak koşup geldiler.
Vatan, Millet ve Din adına Edirne’yi kurtarmak için, topyekûn harekete geçtiler. “Bir Hilâl uğruna ” şehit düşüp gâzi oldular. Milletçe bir kahramanlık destanı daha yazdılar. Ay – Yıldızlı bayrağımızı Edirne semalarında yeniden dalgalandırdılar.
Böylece 22 Temmuz 1913’de Enver Bey (Paşa) komutasındaki kuvvetler, hiçbir direnişle karşılaşmadan Edirne’ye muzafferen girdi.
Vatanın bölünmez bütünlüğü, dünya – âleme, vatanın her yöresinden gelenlerle bir daha gösterilmiş oldu.
X
Yeniden gösterileceğinden olmasın kimsenin şüphesi
İçten dıştan kim olursa olsun kursağında kalır hevesi
302
Üfleniyorsa da bâzılara Batı’nın menfur menhus nefesi
Dim dik ayakta her zamanki gibi Ege’nin kahraman Efesi
Kalkar ayağa her bir yöreden Gâzi ve hattâ Şehitler
Düşmana set olur Dağlar aman vermez olur Dar Geçitler