Türkiye, görülmemiş bir kültürel yozlaşmayla karşı karşıyadır. Türk Milleti, tarihi misyonu itibariyle, bu yozlaşmanın etkisi altında kalmamalı.
Geçmişe dönecek olursak; Osmanlı yönetici ve aydınları, Devletin gerileme ve çöküş dönemlerinde, Batılı devletlerin maddi kültür üstünlükleri karşısında ne yapacaklarını şaşırarak büyük bir boşluğun içine düşmüşlerdir. Bu durum, Lale Devri’yle birlikte başlamış, iki asır boyunca devam etmiş ve günümüze kadar gelmiştir. Bu zihniyet; geri kalmışlığın sebebini, Türk Milleti’nin kimliğini oluşturan, Ona yaşama gücü veren, Onu diğer toplumlardan farkı kılan Türk Kültürü’ne bağlayarak, ülkeyi mecburi kültür değişmesiyle karşı karşıya bırakmıştır. Bu darboğazdan, Batı Kültürü’ne dönülerek ülkeyi kurtaracaklarına inanmışlar. Oysa, hepimizin bildiği gibi, kendi kültür varlıklarına yabancılaşan, onu dışlayan ve hor gören toplumların akıbeti milletler mezarlığı olmuştur.
Mecburi kültür değişmesiyle Türkiye’ye sokulmuş olan şey, kelimenin tam anlamı ile maddi ve manevi sahalarda Batı taklitçiliğidir. Dolayısıyla, Türk Milleti’nin bünyesine yabancılaşma ve yozlaşma (kültürel yozlaşma) gömleği giydirilmiştir. Böylece, Batılılaşma çabaları, birçok yönüyle toplumun gelişmesini engellemiştir.
Bugüne bakacak olursak; bu mecburi kültür değişmesi, Türk Milleti’nin varolma gücünü zayıflatmış ve ülkenin bugünkü manzarası ortaya çıkmıştır. Bu durum karşısında, artık Türkiye milli bir endişe hissederek yeni kararlar almak zorundadır. İki asra varan tecrübe tam bir fiyasko ile neticelendiğine göre; ilmin ve teknolojinin ulaştığı bugünkü neticeler milletlerin nasıl kalkınacağını gösterdiğine göre; toplumların yaşaması, varolması, düşünmesi ve şekillenmesindeki en büyük vurucu güç kültür olduğudur.
Bu durumda artık düşünülecek bir şey kalmamıştır. Buradan hareketle, Türk Milleti’nin de bu girdaptan kurtulması için başvuracağı çare; kendi özüne dönmesi, maddi ve manevi kültürünü koruması ve aynı zamanda geliştirmesi olmalıdır. Bu aşamada, toplum dinamiklerinin oluşturulmasında, sentez kabiliyeti yüksek, vatansever ve inisiyatif sahibi Türk aydınlarına büyük görevler düşmektedir.
Bu kısa açıklamaların ışığında, bu yapıyı oluşturmak için nasıl bir milli kültür politikası izlenmeli hususundaki bazı görüş ve tespitler aşağıda sıralanmıştır:
-Milli kültür politikasının temelini Türk Milleti’ne mensup olma şuuru oluşturmalı ve yeni nesillere bu şuur aşılanmalı.
-Millet gerçeğini fertlerin ve sosyal grupların üzerinde görmek ve toplumun bu yönde eğitilmesini sağlamak.
-Türk Tarihi’ne bir bütün olarak bakılmalı ve milli tarih konusunda hassas olunmalı, Türk tarih şuuru yeni nesillere öğretilmeli.
-Vatan ve bayrak sevgisi herşeyin üzerinde tutulmalı.
-Herşeyden önce Türkçe’ye saygı gösterilmeli, yer, firma vb. adların mutlaka Türkçe olmasına özen gösterilmeli.
-Türk Milleti’nin kültür varlıkları Dünya’ya iyi tanıtılmalı.
-Türk aile yapısı mutlaka korunmalı.
-İslam Dini’ni yozlaştırmaya yönelik faaliyetler mutlaka önlenmeli.
-Yabancı dille eğitim ve öğretim sisteminden süratle uzaklaşılmalı; yabancı dil öğrenmeyle yabancı dille eğitim ve öğretim birbirlerine karıştırılmamalı. Yabancı dille eğitim ve öğretim yerine; yabancı dil öğrenimine önem verilmeli.
-Türk Arşivleri muazzam belge, bilgi ve kaynaklarla doludur. Türk Kültürü’nü korumak ve kültürel yabancılaşmayı önlemek için bu zengin arşivlerden muhakkak yararlanılmalı.
-Dilde ve edebiyatta yabancılaşma ve yozlaşmanın önlenmesi için başta Milli Eğitim ve Kültür Bakanlıkları ile TRT ortak programlar geliştirmeli.
-Milli musiki mutlaka koruma altına alınmalı ve yabancı musikilerin etkisinden kurtarılmalı.
-Türk Halk Oyunları’nın unutulmaması için gerekli çalışmalar yapılmalı.
-Türk Milli Kültürü’nün korunmasında sivil toplum kuruluşlarının önemi büyüktür. Bu amaçla faaliyet gösteren bu kuruluşlara, devlet ve özel sektör tarafından gerekli maddi destek sağlanmalı.