Yeni kararımız şu:” Humus’un hesabını er geç sormak.” Peki, bunu tek başımıza mı yapacağız, birlikte mi yapacağız? Tek başımıza yapmamız fazla sorunlu görünüyor. Yanımızda mutlaka refiklerimiz olacak. Peki, kim bunlar? Başta ABD, sonra mesela Fransa’ya ne dersiniz ve tabi yanında bizi AB’nin kapısında bekletenler… Ne diyelim, kader utansın.
Dünyanın herhangi bir yerinde katledilen Müslümanların hesabını sormak gibi bir misyon edinen Türkiye, Telafer ve Kerkük katliamlarına niye sessiz kaldı?
Onların hesabını soramazdık, çünkü onu yapanlar, Türk Ordusunun başına çuval geçiren, aba altında gizlediği PKK destekli Kürt kartıyla Türkiye’ye;”ya kırk katır ya kırk satır” seçeneği sunan ABD ve yandaşı AB ve İsrail… Ve ABD stratejik ortağımız!..
ABD’nin, Türkiye ve bölge üstündeki planları hiç bitmedi; 1960 ihtilali, Menderes’in idamı, sağ-sol çatışmaları, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, PKK, Türkiye’nin ekonomik iflası vs. parmağının olmadığı yer yok.
Bölgemizde Afganistan ile başlayan, Irak ile köklenen, Tunus, Mısır, Libya, Yemen ile devam eden ve Suriye kapılarına dayanan ABD-İsrail planlarının asıl hedefinde İran var.
İran, ABD’ye biat etmedikçe bu plan işlemeye devam edecek ve Türkiye eninde sonunda Libya’da olduğu gibi İran işine bulaştırılacak.
Müslümanlar arasında mezhep savaşları başlatılacak ve İran’daki Azeri Türkleri ayaklandırılacak. Ayaklanan Azerileri bastırmaya kalkan İran’a Türkiye’nin de içinde olduğu dış güçler önceki örneklerinde olduğu gibi saldıracak.
İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’in; “Halklarımızı ebedi düşman yapmayalım, bu yükü gelecek nesillere taşıtmayalım” diyerek İran’a yaptığı dostluk çağrısı dahi İran’a yapılacak harekâtın alt yapısını oluşturmaya ve dünya kamuoyunu kedi taraflarına çekmeye yöneliktir.
ABD’nin dümen suyundaki BOP maceramızın sonu oldukça kanlı bitecek. Saflar netleşiyor.
ABD, AB, İsrail, Arap Birliği ve Türkiye karşısında; Suriye, İran, Rusya ve Çin bloğu oluşmuş durumda.
Rusya’nın Akdeniz’deki tek üssü Suriye’nin Lâskîye kentinde. ABD istedi diye Rusya bu üsten asla vazgeçemez.
MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç paşa’nın, ABD’nin dayatmaları karşısında; Türkiye, İran, Rusya ve Çin bloğunda yer almayı stratejileri arasına almalıdır önerisinin kopardığı fırtınayı ve Cumhurbaşkanı Nejdet Sezer’in Suriye ilgisini şimdi daha iyi anlıyorum.
Sayın Erdoğan’ın, Hatay’da Suriye ile ortak yapılacak ‘Dostluk Barajının’ temel atma töreninde;
“Buradan İstanbul’a, Suriye’ye ve Filistin’e uzanan kaleler var. Bu kaleler, insanları Haçlılardan korumak için yapıldı. Kardeşler arasında mayınlı arazi olmaz” demesini ve yüksek düzeyli stratejik konseyin ilkini Suriye’de düzenlediklerinden bahisle Esad’a sahip çıkmasını ve ortak bakanlar kurulu toplamasını ve Suriye ile karşılıklı vizelerin kaldırılmasını devlet politikamızın devamı olarak algılıyorum ama kardeşliğimizin Habil ve Kabil kardeşliğine dönüşmesini anlayamıyorum.
Libya’da Kaddafi ile olan ilişkimizin benzerini şimdi Suriye ve Esad’a karşı oluşturuyoruz.
Elini tutup sarıldığımızın canına kasteder olduk. Sanki içimize cin kaçtı, bir gün kendimiz oluyoruz ertesi gün başkası…
Böyle böyle bir girdaba, bir kan denizine sürükleniyoruz.
Türkiye, kırk katır ve kırk satırlı iki seçenekten birini seçmek zorunda bırakılıyor ve biz bir üçüncü yol bulamıyoruz. Aslında o yol var; başka devletlerin iç işlerine karışmamak ve maalesef mümkün olamıyor ve bu beni Türkiye’nin geleceği adına korkutuyor. İnşallah yanılırım. (son)