Eşitlik Üzerine

57

Türkiye’mizde kavramlar kargaşası yaşanıyor. Bazı konuları, sanki konuşamaz olduk! Mesela tarihimizden bahsetmek ırkçılık sanılıyor! Bir milleti övmek, başkasını kötülemek manasında algılanıyor! Nizam esaret. Serserilik, hürriyet kabul ediliyor! Adalet, zulüm. Zulüm, adalet addediliyor / sanılıyor, sayılıyor! Eşitlik mefhum ve kavramı da bu yanlış anlaşılanlardan sadece biri. Nitekim:

Vapur’da Yolcu da var, Kaptan da. Uçak’ta Yolcu da var, Pilot da. Ordu’da Er de var, Subay da. Herkes Müslüman, Hz. Ali de. Dere de su akıtır, Nil de. Vagon da Tren, Lokomotif de. Meşrubat da İçecek, Su da. Birçok şey de Yiyecek, Ekmek de. Hz. İbrahim de Peygamber, Hz. Muhammed de. Papatya da Çiçek, Gül de. Sinek de Böcek, Arı da. Eşek de binek hayvanı, At da. Velhasıl, bu misal ve örnekler uzayıp gider.

Şimdi düşünelim: Yolcu’yla Kaptan. Yolcu’yla Pilot. Er ile Subay. Bir Müslüman’la Hz. Ali keyfiyet ve içerikçe birbiriyle eşit midirler? Dere ile Nil’in çevresine verdikleri feyiz ve bereket aynı mı? Lokomotif tek, vagonlar onlarca. Biri önder, lider ve kılavuz. Ötekiler peşi sıra ona bağlı. Bu durumda Lokomotif Vagonlarla eş değerde mi?

Her İçecek; daimi olarak içildiği takdirde bıkkınlık verirken, Su vermez. Üstelik çeşitli İçeceklere zaman zaman, fakat Suya her zaman muhtacız. Her Yiyecek; sürekli yendiğinde usanç verirken, Ekmek veriyor mu? Çünkü “İhtiyaç tekerrür (ve tekrar) ettikçe, lezzet ziyadeleşir.” Kaldı ki, çeşitli Yiyeceklere vakit vakit, fakat Ekmeğe olan ihtiyacımız her an. Suyu ara sıra içerken, Havayı her saniye alıp veriyoruz.

Hz. Yakub’un on iki oğlu arasında, Hz. Yusuf’un yeri bambaşkaydı. Nitekim: “Kardeşleri (Yusuf’a): ‘Allaha yemin ederiz ki, Allah seni bizden üstün kıldı…’ dediler.” (Yusuf: 91)

Resulullah: “Ali, Arab’ın efendisidir.” Diye buyurunca Hz. Aişe: “Arab’ın efendisi Sen değil misin?” der. Bunun üzerine Hz. Muhammed: “Ben Türk, Tatar, Hind, Arab ve Acem milletlerinin ve bütün İslam Ümmeti’nin efendisiyim. O, Arab’ın efendisidir.” (Şeyh Şemseddin Es-Sivasi, Menakıb-ı Çehar-ı Yar-ı Güzin, Sadeleştiren: Mehmet Hocaoğlu, İstanbul – 1983, s. 256) cevabıyla üstün keyfiyet farkını belirtir.

Hz. İbrahim dininden biri: “Ya Muhammed! Bütün Peygamberlerin en üstünü Benim diyorsunuz. Halbuki Allah, İbrahim’e ‘Halilim’ demiştir” deyince, Resulullah: “Allah, İbrahim’e ‘Halilim’ dedi ise, Bana da ‘Habibim’ demiştir. Kişinin dostu mu ona yakındır, yoksa sevgilisi mi?” (a.g.e. s. 275) diyerek, o kimseyi ilzam etmesi / mantıken susturması, yine yüksek keyfiyet farkına güzel bir delildir.

Görüldüğü üzere, kainatta eşitlik yok. Adalet var. Hayat Eşitlik’le değil, Adalet’le mümkün. Gerçi bazı eşitlikler var. Fakat bunlar da “Adalet” mefhum ve çerçevesinde düşünülmeli. Nitekim: Bahar’da sadece Papatya mı, yoksa bütün Çiçekler mi açsa? Yeryüzünde tek bir maden mi, yoksa birçokları mı bulunsa? Dünya’da sadece Kadınlar veya Erkekler mi, yahut her ikisi de mi olsa? Şehir’de herkes Fırıncı mı, yoksa kimi Fırıncı, kimi Terzi, kimi de Ayakkabıcı mı olsa, tabiat daha güzel ve hayat yaşanır olur?

Öyle ya, Ordu’da herkes Er veya Subay. Fabrika’da herkes İşçi veya Ustabaşı. Okulda herkes Öğretmen veya Öğrenci veyahut Hademe olsa işler yürümez. Dünya’da hep Gece veya Gündüz, sırf Kış veya Yaz, sadece Ova veya Dağ olsaydı, hayat çekilmez ne kelime; mümkün bile olmazdı.

Gerçek şu ki: Kainat Eşitlik üzere değil, Adalet üzere kaim / ayakta. Eşitlik monotonluk. Adalet ise hareket, canlılık ve hayat emaresi taşıyor. Çünkü Adalet; herkesi ve herşeyi layık olduğu yere koymak; onlara ancak ihtiyacı olan şeyi vermektir.

Fakat ne hazindir ki: Türkiye’mizi yıllardır huzursuz eden çalkantıların baş sebeplerinden biri de, işte bu yanlış Eşitlik ve Adalet anlayışı ve bundan doğan sosyal ve hukuki çıkmazlardır.

Demek ki: Hükümet ve Devlet’ten -Yargı dışında- Eşitlik değil, Adalet istenmeli. Çünkü: “El-Adlü esasü’l-mülk.” Yani Mülk’ün temeli Adalet’tir.

 

 

294- 295

Önceki İçerikHiç Olmazsa Hukuktan Bahsetmeyin
Sonraki İçerikHürriyet ve Nizam
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.