Türkiye’de Gelinen Nokta (1)

80

Kimi yazar çizer takımı, sözde Türk Aydını; taşıdıkları vasfın aksine, terörün sebebiyet verdiği dehşetli olayları bir kenara bırakıyor. Teröristlerin yakıp yıkmaları, terör estirmeleri, halkta korkuya  yol açmalarını görmezden geliyor. Yaptıkları tahribatı, çıkardıkları yangınları unutuyor. Havaya uçurdukları sayısız trafoları, aklına hiç getirmiyor!

Ama bu ateşi söndürmek, bu kalkışmayı durdurmak, bu isyanı bastırmak için, devletin var gücüyle çalışmasında, istenmeyen hata ve kusurları dillerine dolayarak, vur abalıya kabilinden devleti suçlu ilan etmekten çekinmiyor. “Es-sebebü ke’l-fail.” / “Sebep olan yapan gibidir.” Sırrından  -ne hikmetse-  gafil görünüyor. Asıl mes’eleyi unutturuyor. Dikkatleri teröristin üstünden, devletin üstüne çekmeyi başarıyor. Böylece hem suçlu hem güçlü oluyorlar.

X

Yangına giden itfaiye erleri, hayatlarını da tehlikeye atarak, nice uğraştan sonra, yangını söndürür. Söndürür söndürmesine ama, yangın yeri de, ister istemez  -çok zaman-  harabeye döner. Adeta kullanılamaz hale gelir.

Peki ama söndürülmemeli miydi? Hayır! Elbette söndürülmeliydi. Çünkü yangın, etrafa sirayet ederek, çevreye yayılarak, daha büyük yangınlara yol açabilir. Çok canlar yakabilirdi.

Şimdi bu sonuç üzerine yangın yeri sahipleri, itfaiyeye dava açsa, itfaiyenin verdiği zararın telafi edilmesini / giderilmesini istese, itfaiyeyi, yüklü bir tazminata mahkum ettirse, bu doğru olur mu? Artık o itfaiyeden, doğru dürüst hizmet beklenir mi? Hayatları bahasına da olsa yangını söndürmeleri, onlardan istenebilir mi?

İşte Türkiye’de yapılmak istenen bu! Ve zaten yapılıyor. Terörist; ülkeyi yangın yerine çeviriyor! Devlet ise bunu söndürmeye çalışıyor. İster istemez bazı vatandaşların  ziyana uğraması, kimi masum insanların zarar görmesi kaçınılmaz oluyor.

Bu istenmeyen sonuçlar bahane edilip kılıfına uydurularak; devletin yakasına yapışılıyor! Devletin zarar ve ziyanı tazmin etmesi isteniyor.

Devlet ise kendi eliyle, kendi aleyhine, istismara çok açık bir kapıyı aralamış durumda! Bu şekilde devletin kasaları boşaltılmış olmaz mı? Devlet, çok zaman sözde mağdur olmuş vatandaşın durumunu düzelteyim derken, bizzat kendisi mağdur hale düşmez mi?

X

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı sözde hak iddiasında bulunanlar, kanunları bizzat kendileri çiğneyerek, kendilerini imtiyazlı görüp, gösteriyor; kendileriyle bizzat kendileri tezada düşüyorlar.

Çünkü, bunlara karşı Türkiye Cumhuriyeti kanunları, layıkı veçhile işlemiyor, sanki işlettirilmiyor. Haksızlığı hak iddia ederek yola çıkanlar, üstüne üstlük bir de kanun üstü bir nitelik kazanmış oluyorlar.

 Mesela: “Türk Ceza Kanunu’nun 213. Maddesi suçu ve suçluyu övmeyi, suç kabul ediyor. 35 bin kişinin katili Bölücübaşı’na “Sayın” diye hitap etmek 213. Maddeye göre suç ise, onun posterlerini taşımak ve lehine özgürlük sloganı atmak da, aynı madde kapsamına giren fiil değil midir?” (Sırrı Yüksel Cebeci, H.O. Tercüman, 25. VIII. 2005)

Üstelik bu suç, Türkiye’nin her tarafında pervasızca işleniyor. Millet, bu manzara karşısında kan ağlıyor. Bir volkan olup püsküreceği anı, sabırsızlıkla bekliyor. Gün ola harman ola diyerek, teselli bulmaya çalışıyor.

İşte bu noktada büyük İslam Şairimiz Mehmet Akif Ersoy, hislerimize en güzel şekilde tercüman oluyor:

“Teselliden nasibim yok, hazan ağlar baharımda.
Bugün ben, hanümansız bir serseriyim, öz diyarımda.”

 

Korkulan oluyor! Aslında olmasını istemiyoruz! Kimse kendisini devletin yerine koymasın! Koymamalı! Devletin yapması gerekeni; halk yapmaya kalkarsa; ki iç dış mahfillerin istedikleri de zaten budur. İşte o zaman vay haline asilerin! Yer yerinden oynar alimallah!

Türkiye, bomba gibi infilak eder! Patlar! Olacak olur! Bundan da kimlerin nasiplenecekleri bellidir. Kimlerin bunun altında kalacağı ise kimsenin meçhulü değil.

X

Velhasıl, devlete düşüyor, çok büyük bir görev.
 Yoksa, halk, kendi almaya kalkar hakkını, ev ev.

Varmasınlar üstüne Türk Milleti’nin, fazla
Bildirir dünyaya haddini, kalsa da azla

Önceki İçerikTürklüğün Perişan Hali
Sonraki İçerikKur’an’ın Müslüman Tarifi
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.