Hz. Mevlana Hakkında (5)

98

Şems’in Konya’ya gelişinden (23 Ekim 1244) ve Şems’le karşılaşmasından sonra, Mevlana’nın halktan el etek çekmesi, kendi köşesine çekilmesi, adeta Şems’in dizinin dibinden ayrılmaması, Şems’in sohbetinde kendinden geçmesi, herkesi şaşırttı. Üzdü.

Şems’e karşı soğukluk hissetmelerine sebep oldu. Ona karşı husumetler belirmeye, Şems’e karşı homurtular yükselmeye başladı. Bu çekememezlik; Mevlana’nın en yakınlarından başlayıp, çevreye doğru dalga dalga yayıldı.

Halkın Mevlana’yı sevmelerinden, kendilerinden uzaklaşmasını istememelerinden kaynaklanan bu davranışı, bugün de içlerine sindiremeyenler var.

Oysa Mevlana, asıl Mevlana oluşunu Şems’le gerçekleştirebilmiştir. O’nun o günden bu günlere ulaşmasına, Şems vesile olmuştur.

Çünkü Şems, onu, o denli yakıp kavurmasaydı. İlahi gerçeğin farkına vardırmasaydı. Kıyamete kadar  – bir meş’ale gibi –  yanacak ve bizi aydınlatacak olan, bu denli ölümsüz eserleri ortaya koyamayacaktı. Onun sıcak nefesini, bu denli yakınımızda hissedemeyecektik.      Çünkü Şems, Mevlana’yı belli bir noktadan aldı. Bütün zamanların odak noktasına oturttu.      Eğer Mevlana Şems’le karşılaşmasaydı. Yine zamanın büyük bir şeyhi ve bilgini olarak anılacaktı. Yine içinde yaşadığı yüzyılın ünlü bir alimi diye bilinecekti. Yine o devrin sayılı vaaz hocası şeklinde tarihe mal edilecekti.

Eğer Mevlana Şems’le buluşmasaydı. Sadece o günün insanlarını irşad etmiş olacaktı. Sırf o asrın halkına yol göstericilik yapmış bulunacaktı.

Eğer Mevlana Şems’le bilişmemiş olsaydı. Öldükten ta Kıyamete kadar geçecek süre içindeki insanlar, Mevlana’nın hayat bahşeden ateşiyn eserlerinden mahrum kalacaktı. Işık saçan sözlerinden yoksun olacaktı. Şüphesiz yine Mevlana eserler verecekti. Fakat bu eserler;  yeni edindiği bu tarza, bu ruha çok uzak düşen eserler olacaktı.

Evet, eğer Mevlana Şems’le pişmemiş olsaydı. Bugün bize kadar ulaşan yepyeni bir ruhla yazılmış bu eserleri ortaya koyamayacaktı.

Çünkü Mevlana Şems’le buluşmakla, Şems’le tanışmakla ve Şems’le bilişmekle ancak Şems’le oluşmakla tutuşabilmiş, yanabilmiş ve olabilmiştir. Nitekim yüce Mevlana’nın “Hamdım, piştim, yandım.” demesi boşuna değildi.

Şayet Mevlana Şems’le halvet olmasaydı. Onunla baş başa kalmasaydı. Onunla sohbete dalmasaydı. Bu kadar pişmez, bu denli yanmaz. Bu şekilde olmaz. Bu şekilde ermezdi.

Eğer Mevlana Şems’le karşılaşmasaydı. İlahi Aşk’la bu derece aşka gelmeyecek. Coşup taşmayacak. Gönlü bu derece dolup, kabına sığmaz bir hal almayacaktı.

Eğer Mevlana Şems’le hem-hal olmasaydı. Aşk olmayacak. Aşk olmayınca da, meşk olmayacak. Meşk olmayınca da dudaklarından içindeki sırlar dökülmeyecek. Kalbindeki esrar çözülmeyecek. Sırrındaki sırlar kaleme alınmayacak. Ruhundaki şahlanış, beyaz kağıtlar üzerinde istediği gibi at oynatamayacaktı.

Evet, şayet Mevlana Şems’le karşılaşmasaydı. Sadece yaşadığı kısıtlı zamanın adamı olarak kalacak. Dünya durdukça insanlara seslenen bir gür sada sahibi olamayacaktı.

Hani günümüzde “İyi ki doğdun.” teraneleri söylenir ya. Biz de bundan esinlenerek “İyi ki Şems’le karşılaştın ya Mevlana.” diyoruz.

Her büyük kişinin hayatında bir dönemeç vardır. İşte ancak o an, kendi asıl yolunu sezmiş

ve bulmuş olur. Ve işte ancak o an, asıl yoluna koyulmuş olur. İşte Mevlana’nın dönemeci, Şems’le karşılaşması olmuştur.

Ancak Şems’le karşılaştıktan sonradır ki, asıl Mevlana, bizim Mevlana’mız oluşmaya başlamış. Dudaklarından inciler dökülüp, saçılır olmuştur.

Ancak Şems’le karşılaştıktan sonradır ki, o ana kadar deniz gibi durgun olan Mevlana, o ana kadar sessiz bir umman, bir okyanus olan Mevlana, ancak o zaman cuş u huruşa gelmiş, ancak o zaman coşup dalgalanmaya başlamış, işte ancak o zaman, köpük köpük dalgalar halini almış, işte ancak o zaman, beden seddini aşmış, dış alemde görünmeye başlamıştır.

 

Önceki İçerikHz. Mevlana Hakkında (4)
Sonraki İçerikAnadolu’nun Ortak Ruhu (Kuvay-ı Milliye Ruhu)
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.