Toplumumuz, Mehmet Akif Ersoy’un kullandığı dili iyi ve gerektiği gibi algıladığı için 1873’ten bu yana aramızda. Aynı dili konuşuyorduk, aynı dili kullanıyor ve ifade edebiliyorduk. Üstelik aynı endişeleri taşıyorduk. Mehmet Akif Ersoy hepimiz adına seslendiriyordu, duyuyordu, haykırıyor, hatta çığlık atıyordu. Peki bu çerçevede Mehmet Akif Ersoy için neler söylenebilir?
“Örnek insan.. yüksek fazilet ve seciye sahibi insan.. vatan ve millet sevgisi her şeyin önünde bir sanatçı.. Türk’ün ve toplumun vicdanı.. saf, şeffaf ve billur gibi nazımı ve nesiri.. İslam’ın ruhunu taşıyor..hamasetimiz, feragatemiz ve şehametimiz.. milleti terennüm ediyor.. erkek bir ses.. hayatı daha büyük bir şair.. idealizmin şahikasında olan biri.. insan-ı kamil.. geniş bir dindaşlık taşıyor.. sessiz bir karakter.. inandığını ve hak bildiğini dosdoğru söyleyen, azimli, gösterişsiz ama metanetli, ümitvar, hür fikirli ve müsamahakar.. temiz ve lekesiz.. zamana meydan okuyabilen sağlam bir sanatçı.. yoksulu sevindirmekten keyif alıyordu.. mütehammil ve nüktedandı, aşk adamıydı.. milletin ve dinin yüceliğiyle çerçevelenmişti.”
Asya’nın Tecrübeli Aklı ve Batının Taze Fikirleri Birleşince
Bu taraf madalyonun bir yanı.. öteki yüzüne bakarsak madalyonun: “Mehmet Akif toplumumuza Allah’ın bir lütfu.. cahil dindara hep karşı biri.. dinsiz ahlaka da inanmıyor.. insanların gönlünü doğruluk ve samimiyetle köle eden bir şair.. ilhamını dilinden, dininden ve milletinden alıyor.. muhafazakar ama mutaassıp değil.. statükoyu önemsemiyor, formalitelere aldırış etmiyor, ruhumuzun gıdasını ve ahlakı gaye ediniyor.. noksanlarımızı, zaaflarımızı, ilim, irfan, medeniyet ve ümran sahasındaki gerilememizi, bazı ahlaki çöküntümüzü korkmadan, şiddet ve hiddetle hatırlatıyor.. çünkü ilerleme, gelişme, refah, ilim ve medeniyet gibi kuramları hep önde tutuyor. Hep aydınlıkta dolaştı!. ziyalıydı.. bir cihan devleti vatandaşıydı bütün görselliğiyle.. aynı zamanda o “çağdaş devlet medeniyeti” içindeydi.. gözlemleme gücü yüksekti, kalıcı ve çözümcüydü önerilerinde.. Asya’nın tecrübeli aklını, batının taze fikirlerini hep masaya koydu.. ihmal etmedi, görmezden gelmedi.. çünkü hem ailesinden ders almıştı, hem ailesine hoca olmuştu.. muhiti de öyleydi. Müzik de, dostluk da olmazsa olmazlarındandı.”
İslam Coğrafyası’nın İstiklal mücadelesi veren ve kazanan ülkesinin ve milletinin şairi Mehmet Akif Ersoy.
İnsanımıza ve Ülkemize Ait Her Değer Safahat’ta
Mehmet Akif Ersoy kendi kendisi oldu özetle. Kimlik ödünç almadı. İhtiyaç da duymadı. İnancıyla ters düşmedi. Vatan ve milletseverliği, dindarlığı samimi, pazarlıksız, ilkeli ve bütüncüldü. İbadethaneyle laboratuvarı uzlaştırdı. Aydını da eleştirdi buna karşılık, halkı da.
İnsanımıza, toplumumuza ve ülkemize ait her güzellik, zenginlik ve değerler O’nun eserlerinde vardır. Dikkat çekmemeler de yok değil eksikliklere. Zaten o’nun için tamamlayıcı oluyor Mehmet Akif.
“Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal”den mada; “kök”üne dikkat çekerek:
“Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz;
Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!
Kapkaranlıkken bütün afakı insaniyetin,
Nur olup fışkırmışız ta sinesinden zulmetin..” (Safahat shf 221)
Derken Türkçüler kadar iddialı bir milliyetçiydi. Mısır’da bulunduğu süre içinde randevularını hep Kahire’de şube açan Ali Muhittin Hacı Bekir Şekerlemecisi’nde veriyordu. Burada okuyan öğrencilerimizle aynı yurtta her hafta aynı sofrayı paylaşıyordu.
Mehmet Akif’i Okuyabilmek
Şiirlerinde konuşmayı sevdirdi adeta. Sokak ve ev Türkçesini de, Saray Türkçesini de, tekke, medrese, Serveti Fünun ve Tanzimat Türkçesini de en iyi biliyordu. İyi ki Türkçeyle yazıyordu şiirlerini. Türkçeyi yüceleştirdi. Üstelik hem doğu dillerini biliyordu, hem de batı dilini. Sıradan bir insan gibi hayatını idame ettiriyordu ama onlarca kahramana yetecek kadar da ahlak ve seciye sahibiydi. Böyle bir İslamcı ve batıcıydı Mehmet Akif. Esasında hiçbirinden değildi, bütün bunlar zaten Mehmet Akif Ersoy’daydı. Daha değişik bir deyişle bazı yanlışlarına, eksik değerlendirmelerine rağmen Meşrutiyet’te Osmanlıcılık da, Türkçülük de, İslamcılık ve batıcılık akımı da ülkeyi ve insanımızı ayakta ve dik tutmak içindi. Bir arayıştı. Başarılı olan vardı, yanlışlıklar yapan vardı. Bütün bunların tümünde Akif vardır. Mehmet Akif’i sadece bunlardan birine koymak, öyle okumak sadece yanlış değil aynı zamanda haksızlıktır.
Sosyal Bilimci ve Bir Kültür Tarihçisi Gibi
Kur’anla yaşayan, O’nunla vefat eden Mehmet Akif Ersoy, yakın dostlarından, kurucu oldukları Büyük Millet Meclisi Karesi(Balıkesir) Mebusu(Milletvekili) Hasan Basri Çantay Hatıraları’nda bakın ne diyor;
“-Karşısında temerrüd eden bazı münevverlere (Durun ben size Avrupa Ayetleri okuyayım) der, mevzubahs olan meselede Avrupa Alimlerinin neler dediklerini, hangi memleketlerde o meselenin ne suretle tatbik edildiğini sayar, döker, nihayet muhatabını yola getirirdi. Üstad’ın kafasında “Avrupa Ayetleri o kadar çoktu ki..” (Mehmet Ertuğrul Düzdağ/ Mehmet Akif Ersoy- Kültür Bakanlığı Yayını) Ayet, Kur’an’ın her hangi bir suresi olduğu gibi, alamet ve nişan anlamına da geliyor.
Mehmet Akif bu arayışın içinde bir sosyal bilimci ve bir kültür tarihçisi gibi duyarlıydı. Geri kalmışlığı yanlış din anlayışına bağlıyor. Çağa talip ve çağdaşlığı yakalamaya çalışıyor. Buna karşılık batıyı yani garb’ı arazi, doğuyu, başka bir deyişle şark’ı esastan eleştiriyor.
Zihinsel çözümsüzlük üzerinde duruyor hep. Sorun o’na göre önce beyinlerde çözümlenmeli, inandırıcı olmalı. Erdemi ve bilimi öneriyor. Müslüman çalışmalı ve araştırmalı, şartlardan yılmamalı. Bunun için “Firavunla Yüzyüze” bile gelebiliyor.
Ragıyf İle Başlayıp Mehmet Akif Ersoy İle Devam Etmek
Bunları gerçekleştirirken şiirlerinde ata sözlerini, halk deyimlerini, kelam-ı kibarları, sokaktaki vatandaşın sözlerini, yakıştırmalarını, kıssaları, menkibeleri kullandı.
Bütün bu hatırlatmalardan sonra, dünya konjonktürüne ve Türkiye gündemine bakıldığında Mehmet Akif Ersoy tarih karşısında haklılık kazanmakta ve dizeleriyle güncellenmektedir.
Doğduğunda babası ona istekli, rağbet edilen, hediye anlamını da çağrıştıran “Ragıyf” adını vermişti ebced hesabıyla. Evde hep öyle çağrıldı. Mehmet adı ise “tekrar tekrar medhü sena edilmiş” anlamında ve ilk defa İslam Peygamberi Hazreti Muhammed’e verilmiş bir isimdi. Akif adının manası ise, kendi isteğiyle bir yere çekilip ibadet eden anlamı taşıdığı kadar bir şeyde “sebat eden” manasını da içeriyordu. Mehmet Akif Ersoy’un lügat manasını varın hep birlikte masaya yatıralım. Soyu er, sebatlı, istikrarlı, övülmüş bir entelektüel ahlak sahibi sanatçı, milletvekili, şair, iyi bir aile babası, diplomat, yol arkadaşı, akademisyen, bürokrat, aynı zamanda meslek sahibi biri; veteriner, memleketsever bir usta, iyi bir gözlemci, sosyolog ve kültür adamı.
Sanaldan Reele Dönüldüğünde
“Alınlar Terlemeli”, Hala mı Boğuşmak?”, “Azimden Sonra Tevekkül”, “Yeis Yok”, “Uyan”, “Cehalet Denilen Yüz Karası”ndaki duyarlılıklar, öfkeler, asabiyetler, ufuklar bizi bugüne getirdi. Mehmet Akif Ersoy;
“Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı,
Asrın idrakine söyletmeliyiz islamı-Asım 378″
diye dikkat çekerken bardağın hem dolu, hem de öteki yanını çok iyi gösteriyordu.
Sanal gibi görünenden, reele döndüğümüzde Safahat (Asım 378) serzenişlerle sıralanmaktadır;
“Medresen var mı senin? Bence o çoktan yürüdü..
Haydi göster bakiym şimdi de İbnü’r Rüşd’ü?
İbni Sina niye yok? Nerede Gazali?. görelim,
Hani Seyit gibi, Razi gibi üç-beş alim?..”
Dizelerinde Sanatçıyı Yakalamak
İman ve ahlak sahibi Mehmet Akif Ersoy devam ediyor;
“Yediyüz yıllık eserlerle bu dinin hala,
İhtiyacatını kabil mi telafi? Asla!..”
Milletin ta kendisi bir insan, toplumun derdini kendisine dert edinmiş bir sanatçı, örnek şahsiyet Mehmet Akif Ersoy; üniversite, bürokrasi, parlamento deneyimlerine de sahip. İyi de bir aile reisi;
“Asalet ruhu bin fetretle, sarsılmış, harap olmuş,
Yürek çöl kesilmiş, duygular yer yer serap olmuş” (528)
Döneminin insanını günümüze taşıyor. Sonra da;
“Geçmişten adam hisse kaparmış, ne masal şey!
Beşbin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi?
Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” (495)
Çağı Yakalamaya Gelince
Müslümanlar neden geri kaldı?
Mehmet Akif Ersoy İslam dünyası neden geri kaldı, niçin hep arkadan geliyor?! Kafası zonklayana kadar düşündü! Ortaya çıkardığı tespit ve önerdiği husus şöyle:
“Şehamet dini, gayret dini, ancak müslümanlıktır,
Hakiki müslümanlık, en büyük kahramanlıktır” (323)
Ne var ki, unutulmaya terkedilmiş bir hususu esas duruşta haykırdı;
“Bekayı hak tanıyan, sa’yi bir vazife bilir,
Çalış, çalış ki, beka sa’y olursa hak edilir.” (255)
Ardından bir ölçü sunuyor mert ve sarsılmaz karakterli Mehmet Akif Ersoy:
“Ne irfandır, veren ahlaka yükseklik, ne vicdandır,
Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.” (307)
İnsana yatırım yapılmaz, insan endeksli program üretilmezse neticesini de hemen görmek mümkün Mehmet Akif Ersoy’a göre;
“Ötüyor, her taşın üstünde birer dilli düdük,
Dinliyor, kaplamış etrafını yüzlerce hödük,
Kim ne söylerse, hemen el vurup alkışlanacak!
-Yaşasın
-Kim yaşasın?
-Ömrü olan!
-Şak.. şak.. şak!?” (176)
“İslam’ın Garipliğine, Müslümanların İnhitatına Ağladım..!”
Sadece Mehmet Akif Ersoy’un beyaz camından değil, o günlerde manzaray-ı umumiye de öyleydi malesef!.. her duyarlı entelektüel ahlak sahibi aydını mutazarrır ediyordu bu fotoğraf; Mehmet Akif ile birlikte Sebilürreşad yazı ailesinden Ataullah Bahaeddin şöyle duyuruyordu penceresinden gördüklerini:
-Odama girdim.. kapıyı kapadım.. ağlamaya başladım. O gün akşama kadar İslam’ın garipliğine, müslümanların inhitatına, ağladım, ağladım..”
Mehmet Akif Ersoy da aynı duygularla yüklüydü:
“İslam’ı, evet, tefrikalar kastı kavurdu,
Kardeş, bilerek bilmeyerek, kardeşi vurdu,
Can gitti, vatan gitti, bıçak gitti dine dayandı!.
Lakin, o zaman, silkinerek, birden uyandı,
Bir gör ki, bugün can da onun, şan da onundur,
Dünyada onun, din de onun, şan da onundur,
Bin parça olan vahdeti bağlarken uhuvvet,
Görsen, ezeli rabıta bir buldu ki kuvvet,
Saldırsa da kırk ehl-i salip ordusu kol kol,
Dört yüz bu kadar milyon esir olmaz emin ol!..” (Tacettin Dergahı 15. 04.1921)
Kimlik ve Değerlere Duyarlılık
“Osmanlı’nın son günlerinde iki çeşit adam mühimdi. Saraya söven, dine küfreden!.” (Mehmet Akif adlı eser Mithat Cemal Kuntay 12)
Mehmet Akif Ersoy’un dostlarından Mithat Cemal Kuntay’ın aktardığı bu hakikate, kendisi de bir anekdotla hatırlatıyor:
“Osmanlı’nın müşirlerinden birinin oğluna ders veriyordu Mehmet Akif. Sonra bırakmış. Nedeni de çocuğun peygamber hakkında bir lakırtıyı ağzından kaçırması.
-Mithat Cemal Bey, isteyen güneşe tapar, isteyen ateşe.. ben kimsenin Allah’ına, peygamberine karışmam. Fakat, kimse de benimkine karışmasın. Biri yüzüme karşı babama sövebilir mi? O halde peygamberime nasıl söver?” (age 23)
Bir Hisli Yürek
Mehmet Akif Ersoy sürekli tarassut altındaydı Ankara’dan İstanbul’a döndüğünde. Takip ediliyordu!.. Üstelik işsizdi, borç içindeydi. Eşi İsmet Hanım da astım hastalığına yakalanmıştı. Canı gibi sevdiği vatanından uzaklaştı. Kahire’ye gitti aziz dostu Abbas Halim Paşa’nın davetiyle.
Yazı yazdığı, şiirlerinin yayınlandığı Sebilürreşad dergisi İstiklal Mahkemeleri’ne verildi. (Sebilürrişed’in romanı. Fahrettin Gün. Beyan Yayınları)
“Ağlarım, ağlatamam, hissederim, söyleyemem,
Dili yok kalbimin ondan ne kadar bizarım..”
diyen bir hisli yürekten kalem ucuna bakın neler damlıyor:
“Düşünen her kafanın mutlak ezilmekti sonu,
Medeni Avrupa, bilmem neye görmedi bunu,
………………………………………………………………………………..
Sanıyorlar ki, kafa kesmekle, beyin ezmekle,
Fikr-i hürriyet ölür, hey gidi şaşkın hezele!
Daha kuvvetleniyor, kanla sulanmış toprak,
Ekilen gövdelerin hepsi yarın fışkıracak..” (Rusya’da 64)
İstipdat ve Hürriyet
Mehmet Akif Ersoy Arapça, Farsça ve Fransızca biliyordu. Ayrıca doğu ve batıyı ayrı ayrı günü gününe takip ediyordu. Spencer, Nice, Schopenhover, Zola, Volter, Piyer Loti, Aleksandra Dumas Fils, Sadi, Hafız ve Beydaba’yı okuyordu .
Şarktan ve garptan açılan kapılar O’nu bekliyordu adeta. İstibdat’a pür hiddetti:
“Gölgesinden bile korkup, bağıran bir ödlek,
33 yıl bizi korkuttu, “şeriat” diyerek!..”
Ancak Ulu Hakan Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın hizmetlerini bu öfke ile görmezlikten gelemeyiz. O ayrı bir fasıl. Mehmet Akif Ersoy istipdata dik bir duruş sergiliyor, hemen ardından “hürriyet’e merhaba” diyor. İrtica’ya da sert;
“Vahdeti muhlisiniz, elde asa çıktı herif!
Bir alay zabiti kestirdi.. sebep şer’i şerif”
Mehmet Akif Ersoy meşrutiyete de mesafeli, hatta limoni:
“Kimse söyletmiyor artık bizi bak sen derde,
Mürteci damgası var şimdi, bütün ellerde..”
Üstad Mehmet Akif Ersoy rahmetli kendisine de kızmıyor değil. Gelenekler ve örf ile birlikte köke de eğiliyor. Babasına benzemediği için kendini de top ateşine tutuyor;
“İyilerin Tembelliği, Kötülerin Faaliyetidir”
“O ne hiddet, o ne şiddet, çalışıp bezensene,
İlme vakfettiği dirsek, babanın elli sene!..”
Mehmet Akif Ersoy’un dost ve yakınlarına hatırlattığı ve sıcak bulduğu herkese belirttiği bir söz vardır. Bu saplama şöyle:
“-İyilerin tembelliği, kötülerin faaliyetidir. Halkı aydınlar birleştirir.”
Mehmet Akif Ersoy, fakir fukara ile de öylesine hemhal ki, Seyfi Baba, Küfe, Geçinme Belası, Koca Karı ile Ömer başlı başına hala günümüz dramalarıdır. Yoksullara, sefalet içindekilere, aç bilinenlere haftalar tertip edenler, bu eserleri ekrana, mikrofona, beyaz perdeye yansıtsalar, yardımlarından, burs ve kredilerinden belki aynı amaca daha fazla hizmet edecekler, kalıcı olacaklar. Balığı tutmayı öğretecekler.
Mehmet Akif Ersoy oğlu Emin’in Edirne’de askerlik görevini yaparken(1935) Kur’an okuduğu gerekçesiyle Divan-ı Harbe verilmesi haberi gurbette can evinden vurdu. Aynı yıllarda Tanin ve İkdam gazetelerinde Başbakan’a yazılan açık mektupların yazarlarının da İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanması Hürriyet Şairi Mehmet Akif Ersoy’u eleme boğdu.
“Her çocuk bir kocaman bayrak edinmiş, geliyor;
Yaşasın sesleri eflaka kadar yükseliyor,
Görerek yapma değil hem, ne tabii etvar!
Şu yumurcaklara bak: sanki ezelden ahrar!
-Bağırın haydi çocuklar..
-Yaşasın Hürriyet!
Derken alkış geliyor, sonra da nevbet nevbet,
Ya Vatan Şarkısı, yahud ona benzer bir şey,
Okunup her köşe çın çın ötüyor..hey gidi hey!..” ( 81)
Bir Serzeniş ki Tüyler Ürpertici
Cehalete, eğitimsizliğe, hantallığa, tembelliğe, vurdum duymazlığa, neme lazımcılığa, fukaralığa, sefalete, taassuba, gericiliğe, kolaycılığa, korumacılığa karşı asi bir şair de olmuştur Mehmet Akif Ersoy!.
“Tükürün: Belki bir duygu gelir arımıza!” diyor ve ekliyor;
“Tükürün maskeli vicdanına asrın, tükürün! ” (180)
Sadece bu mu ? Elbette ki hayır. Bir isyanda serzenişi var ki tüyler ürpertici:
“Ya Rab, bu uğursuz gecenin yok mu sabahı?
Mahşerde mi yoksa biçarelerin felahı!
Nur istiyoruz.. Sen bize yangın veriyorsun!
Yandık diyoruz, boğmaya kan gönderiyorsun!..” (187)
Mehmet Akif Ersoy hep ümitvar olmuş, ümidini hiç kaybetmemiş.
Mirasyedilikten Vazgeçip Sanatçı Üzerine Yatırım Yapmak
İstanbul’da doğduğu semt Fatih Sarıgüzel semti halen bedbaht malesef, Mehmet Akif Ersoy ismini değerlendirmediğinden. Moskova ve Petersburg’da Puşkin Evleri, Fransa’da Boudleur, Balzak Evleri, Almanya’da Geothe Enstitüsü, İngiltere’de Şeksbir, İspanya’da Cervantes Ensititü ve Evleri, batıdan sonra doğudan örnekleme yaparsak Özbekistan Taşkent’te Ali Şir Nevai için tur operatörlerinin programına aldığı bağevi, hakeza adına ve eserlerine yatırım yapılan İran’da Sadi, Hindistan’da Beydaba ismi hemen akla gelebilen öteki isimler.
Mehmet Akif Ersoy Türkiye, hatta islam ve bölge coğrafyası için bir şans. Adına Milletvekilliğini yaptığı Burdur’da Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi hizmeti kafi mi? Değil. İstiklal Marşı’mızı yazdığı, bir süre ikamet ettiği Hacettepe Üniversitesi Samanpazarı Kampüsü içindeki Taceddin Dergahı da cazip bir merkez haline geldi. Yeterli mi? Değil.
Sanatçının hatıralarının olduğu her yerde böylesine anıt hizmetler görebilmeliyiz artık. Çünkü hala o’nun mirasını yiyoruz. Akif’in doğrularının arkasına gizlenip, sesleniyoruz kendimizi öne çıkartarak.
Özellikle İstanbul’da Akif için gerçekleştirilebilecek o kadar çok hatıra bölgesi var ki saymakla bitiremeyiz. İstanbul Üniversitesi, Fatih, Halkalı, Beyoğlu Mısır Apartmanı, Şişli, Teşvikiye, Beylerbeyi, Alemdağı vs. Kent bazında Ankara, Konya, Antalya, Edirne, Şanlıurfa, Balıkesir, Kastamonu, Biga, Antakya hemen akla gelen.
Kanada’lılar ülkelerinde atadedelerini tanımak için totem ararken, bizim her taşın altında bir tarih olduğu unutulmamalı. Mehmet Akif Ersoy için yurt dışında Berlin, Suudi Arabistan, Suriye, Lübnan, Mısır’a kadar uzanır isek hatıraları Nil ve Tuna kadar coşkulu ve etkilidir.
Kim Demiş Sessiz Yaşadı Diye?
“Toprakta gezen gölgeme, toprak çekilince,
Günler şu heyülayı da er geç silecektir.
Rahmetle anılmak, ebediyyet budur amma,
Sessiz yaşadım, kim beni nereden bilecektir?”
diyen Mehmet Akif Ersoy ve Safahat’tan beslenen “Asımın nesli ” olan kuşakta elbette hem hakkı, hem nasibi vardır. Bu hakkın ödenmesi için düşünmek zamanı gelmedi mi? O halde nasıl anlamalıyız Mehmet Akif Ersoy’u ve de Safahat’ı nasıl algılamalıyız?