Kimileri düşüncesizce, Mesnevi’de geçen Kabak hikayesinin müstehcenliğine, açık saçık oluşuna dil uzatmakta. Böyle bir anlatışa Mevlana’nın nasıl olup da yer verdiğine, şaşıp kalmakta. Bu yüzden ona ver yansın etmektedirler.
Hiç Koca Mevlana, ne yaptığını bilmez mi aziz okur? Hz. Mevlana bilir ki, halk; bir bakımdan çocuk hükmündedir. Çocuk ise duyduğundan çok gördüğüne inanır. Bu sebeple Mevlana, anlattığı hikayelerle; mesajını dolaylı bir şekilde vermek istemiştir.
Üstelik bunlardan bazıları hayali / sanal hikayelerdir. Mesela kabak hikayesinde, gayri meşru cinsel ilişkiyi yani zinanın kötülüğünü ve iğrençliğini tasvir edip betimlemiştir.
Böylece yanlış ve ahlaksız bir yola girişin – ister erkek ister kadın olsun – onları hem dünyada hem de ahirette nasıl pişman edeceğini, nasıl mahcup kılacağını, nasıl zararlı çıkaracağını somut olarak gözler önüne sermek istemiştir.
İşte, bu işin sonu; kendisine sanal bir şekilde gösterilen biri; böyle bir neticeden dehşetle irkilir, korkuyla sarsılır, ibretle doğrulur. Bırakın zina etmeyi; artık bu işi yapmayı; aklından bile geçirmekten ürker ve zinadan kaçar ve bundan daima uzak durmaya çalışır.
İşte bunun içindir ki, Hz. Mevlana, önce böyle sanal bir tasvir yapar. Daha çok gördüğüne inanan halka bu şekilde seslenir. Halkın o nefsani yönünü peşinen frenler.
Tasvirin arkasından yaptığı açıklama ile de aydına hitap eder. Çünkü aydın kişi, fikre daha yatkındır. Anlayışı daha çoktur. Tasvirsiz de olsa demek isteneni anlar.
Demek ki, Hz. Mevlana – özellikle – sanal hikayeciklerle aynı anda hem halka hem de aydına hitap etmiş, aynı anda aynı sanal örnekle her iki kitleye ders vermesini bilmiştir. Böylece Hz. Mevlana, sanki bir taşla iki kuş vurmuş gibidir.
Kaldı ki, Mevlana’nın yaşadığı dönem, bir fetret bir geçiş devridir. Bir ara dönemdir. Bir boşluk evresidir. Anadolu Selçuklu Devleti’nin otoritesi yok denecek kadar azdır. Moğol baskısı vardır. Irz, namus, mal, can emniyeti hak getire. Ahlaksızlık kol gezmektedir.
İşte böyle bir ahvalde Hz. Mevlana, halkı ahlaksızlığa düşmekten alıkoymak için, somut hikayeciklerle ahlaksızlığa giden yolun önüne set çekmiştir. Bu şekilde ahlaksızlığa giden yolun önünü kesmiştir.
Hz. Mevlana’nın böyle müstehcen / açık saçık bir hikayeyi yazmak zorunda kalması, halkın nasıl bir ahlaki boşluk ve cendere içinde yüzdüğünü göstermektedir.
İşte bu durum, Hz. Mevlana’yı adeta sert tedbirler almaya zorlamıştır. Ahlaksızlığın insanı nasıl rezil ettiğini peşinen göstermek; o yola düşmeden insanları uyarmak, aklını başına getirmek istemiştir.
Tıpkı Nasrettin Hoca’nın suya göndermek üzere olduğu çocuğa: “Oğlum, testiyi sakın ha kırma!” diyerek ona bir tokat atması; bu duruma şaşarak şahit olanların: “Hocam! Henüz ortada kırılan dökülen bir şey yok! Niye tokatladın çocuğu?” demeleri karşısında ise, gün görmüş Hocamızın çok düşündürücü bir cevap vermesi gibi: “Testi kırıldıktan sonra, tokatlasan ne yazar, tokatlamasan ne? Kırmadan önce tokatladım ki, dikkatli olsun. Böyle bir duruma hiç meydan vermesin.”
İşte Hz. Mevlana’nın böyle sanal bir hikaye anlatmasının temelinde, bu gerekçe vardır. Ve Mevlana, bunda da, yerden göğe kadar haklıdır.