Hayatımız Yalan

91

Giderek yalanla kuşatılıyoruz. Her şey biçimsiz ve hayalî. Sanki tufan yüklü bulutların zifiri karanlığında yaşıyoruz. Ufkumuzu gölgeler kapatmış ve birileri aklımızla ve tutkularımızla fena halde oynuyor. Hayatımızı kuşatan her şeyin endazesi bozulmuş. Her şey yalan. Maç sonuçları yalan. İzlenme oranı (reyting) ölçümleri yalan. Sınav sonuçları yalan. Elektrik faturası yalan. Eğitim sisteminin vaat ettikleri yalan. Cep telefonu (GSM) operatörlerinin performanslarıyla ilgili göstergeleri yalan.

İdeolojilere tutunamayan fakat kendilerini bağlandıkları takımlarla ifade eden ve bu yolla sosyal hayata katılan insanlar, maç sonuçlarının yalan olduğunu anlıyor. Tutundukları ve uğruna sokağa döküldükleri, bir başka deyişle önemli saydıkları maç skorları yalanla çöküyor. Zevkli bir mücadelenin taraftarı olan insan, aklının aşağılandığını ve tutkularıyla dalga geçildiğini görüp olanı-biteni hayretle izliyor. Günlerce propagandası yapılan diziler vasıtasıyla kültür ve duygu bağlamında yer alan insanlar birdenbire izledikleri dizilerin izlenme oranlarının yalan olduğunu işitiyor. Nasıl istismar edildiğini ve hangi hesabın kirli telkinlerine alet edildiğini görüyor. Çünkü uydurma izlenme oranlarının izleyicileri yönlendirmesi, iki yönlü istismara kapı açar: (a) Diziler yoluyla kültür ve duygu diline katılan insanlar aldatılır. (b) Uydurma yollarla şirketler reklam alma gücünü artırır. Her iki kapı da istismar ve sömürü düzeneğine açılır.

Hayatımızı yalan öyle kuşatmış ki mesele maç ve dizileri aşıp, dış politikaya kadar uzanıyor. Dış politikamız stratejik yalan üzerinden sürdürülüyor. Diplomatik bakış açımıza göre “Füze kalkanı, barış kalkanıdır ve asla İran’a karşı konulmamıştır.” “Arap Baharı demokratik sürecin ve özgürlüğün teminatıdır.”, “Kardeşimiz Esat, en büyük düşmanımızdır”, “Halkını öldüren zalimlerle yan yana duramayız.” Fakat Irak ve Libya’yı işgal eden güçlerle ittifak ederiz.

İster kültürel ister siyasî alanda herhangi bir faaliyete ilgi duyan herkes aldatılıyor. Bir milletin en temel sosyal bağlamı eğitimdir, o da yalan. Nitekim üniversiteyi KPSS’ye girmek için okursun. Yani üniversiteyi okumamız başka bir işe yaramıyor. Puanla atanmak için KPSS’ye girersin. Fakat uydurma yan gerekçeler yoluyla birileri puansız olarak çeşitli kadrolara atanır. İmam Hatip Lisesi’ni ve ardından İlahiyat Fakültesi’ni bitiren, bir kadroya atanmak için bütün resmî formaliteleri tamamlar, kadro bekler. Fakat hiçbir eğitim sisteminden geçmemiş “mellelerin” din görevlisi olarak atanması gündeme gelir. Öğretmen olmak için Eğitim Fakültesi bitirirsin, KPSS’ye girersin, kadro olmadığı için atanmazsın. Millî Eğitim Bakanı “Hepinizi atayacak kadromuz yok. Kadro dışı kalanlar yeteneklerini keşfetsinler, başka iş sahalarında şanslarını denesinler.” şeklinde telkinde bulunur. Demek ki doğrudan meslekî nitelik taşıyan ve belli amaç için kurulan bir fakülte bitirmek de yalan.

Yüksek mühendislik okursun, ardından Yüksek Lisans yaparsın. Doktora yapmak için Akademik Personel sınavına girersen her defasında karşına havuz problemi çıkar. Ülkemizde herhangi bir şeye verilen emek havuzda birikmez fakat her yerde karşına havuz problemi çıkar. Yıllarca emek vererek havuzu doldurmaya çalışırsın. İster devlet ister özel sektör olsun birileri şike yapar. Menfaati için havuzu boşaltır. Defalarca işitiriz. “Filan kurumun içi boşaltıldı.” Her siyasî iktidar kendi ahbaplarını kurumlara doldurur. Ötekilerini boşaltır. Etkisizleştirir. Her iktidar değişiminde üniversiteler dalgalanır. Rektör’ün siyasî iktidarın kafasından olması “olmazsa olmaz” bir gerçekliktir. İşte bu yüzden her sınavda havuz problemi karşımıza çıkıyor. Havuzu doldurmak ve boşaltmak birinci derecede öneme haizdir. Çünkü havuz problemini çözemeyen, kadro doldurma ve boşaltma denklemini kuramaz.

Siyasî ve bürokratik alanda kendi dünyasını tezyin eden ve rahat yaşayan seçkinler başkalarının çocukları üzerinden siyaset yapmayı, onları bazı işlerin parçası yapmayı çok severler. Kendi çocuklarını gelişmiş ülkelerin hijyenik sokaklarında yetiştirirler. Aynı adamlar “Sokaklara dökülmek bizim işimiz değil, bizim işimiz hayatın her safhasında değer üretmek” diyeni eleştirirler. Keza “Fakir-fukaranın çocuğu askere, seçkinlerin çocuklarına 30 bin karşılığında tezkere” aynı mantığın ürünüdür. Demek ki “Vatan herkesin vatanıdır.” sözü yalan. Doğrusu şöyledir: “Vatan herkesin vatanıdır fakat vatan için fakirler ölür, zenginler vatan sathında Afrika dansı yapar.”

Ülkemizde çocuk olmak da yalandır. Çocuk ilköğretime gittiği günden itibaren yarış atına dönüştürülür. Hayata bir yarış atı olarak sürülür. Bu yarışı kazanmak ve göreve geldiğinde operasyon yapmak için sürekli olarak havuz problemi çözer. Okula gitmesi yetmez. Çünkü yarışı kazanmak için okul yalandır. Okula gitmek, “dershaneye gitmek” ifadesiyle birlikte anlam kazanır. Bu da tam olarak doğru değildir. Çünkü parası olan dershaneye gider. Parası olmayan genetik kodlarına muhtaçtır. Daha işin başında yarışı kaybetmiştir. Bu engeli aşmak için çocuk, çareyi dershane sistemini örgütleyen bir yapının müridi olmakta bulur. Yaşamak için hayatı boyunca “havuz denklemi” kurar. Çünkü onun için hayata tutunmanın başka bir yolu kalmamıştır. Sorular hep çoktan seçmelidir fakat onun fazla bir seçeneği yoktur. Sistemde ya sıfır ya da birsin. Gerisi yalan. Resmî belgelerde yer alan fırsat eşitliği ve benzeri tekerlemeler bu tiyatro sahnesini süslemek için üretilen araçlardır.

Eşit vatandaş olmak da yalan. Bir yuva kurarsın, aldığın sınırlı bir parayla geçinmeye çalışırsın. Sana bir elektrik faturası gelir. Bir bakarsın ki ödediğin para harcadığın elektriğin karşılığı değil. Fatura da yalan. Çünkü ödediğin paranın bir kısmı, elektrik harcayıp ödemeyen için, bir kısmı da TRT ve benzeri yerler için. Ödemeyen niçin ödememiş belli değil. Bu mantığa göre faturasını ödeyen keriz. Elektrik faturasına göre herkes “siyasî iktidara ve bazı cemaatlere para ödemek” zorundadır. Çünkü TRT, siyasi iktidarın ve bazı cemaatlerin dışında kimseyi kapısına açmaz. Demek ki “Her vatandaş eşittir.” sözü de yalan.

Yalanla kuşatılan bir toplumun gerçeği şudur: “Yalanlar içinde herkes yavaş yavaş delirir, kimse fark etmez.” Fakat bilmemiz gerekir ki aklı ve tutkuları aşağılanan insanlar da hayatları boyunca binlerce havuz problemi çözdüler. Denklemin yanlış kurulduğunu anlar ve delice haykırmaya başlarlar! Kendilerini akıllı görenler, başkalarını her zaman aldatabileceğini sanırlar. Fakat geri dönülmez biçimde aldandıklarını görürler!