“Hak” kavramı, haksızlığın karşıtıdır.
İnsanın gerçek anlamıyla “İNSAN” niteliğine ulaşabilmesi, yalnızca “insan” olmaktan kaynaklanan bir dizi hakka sahip olmasıyla mümkündür.
Tarım Devrimi ile başlayan “ürün fazlasına ve toprağa el koyma” ve bunun sonucu ortaya çıkan “İŞBÖLÜMÜ ve ÖZEL MÜLKİYET” insanlar arasında farklılıklar yarattı.
Toprağa ve ürün fazlasına el koyanlar, güçlerini korumak ve daha da büyütmek için “DEVLET” kurdular; yasalar koydular, silahlı güç oluşturdular.
KÖLE DÜZENİ ile daha bir zenginleştiler.
Kölelerin hiçbir hakkı yoktu. Yaşama güvencesi de yoktu.
“İkinci Büyük Devrim” diye nitelendirdiğimiz “SANAYİ DEVRİMİ” ile insanlık tarihinde yeni bir süreç başladı.
Bu kez egemen sınıf, üretim araçlarının mülkiyetine sahip olan kentsoylulardı.
İnsan emeği, insan bedeni hoyratça sömürüldü, yeni sınıfın daha da güçlenmesi sağlandı.
Ama, mülksüz ve emeği ile yaşamak zorunda olan insanlar “insanca yaşamak” için seslerini yükseltmeye, bazı haklar istemeye başladılar.
Yaşama güvencesi, daha kısa süreli çalışma hakkı, yaşanabilecek bir ücret, eğitim, sağlık, adalet istiyorlardı.
Egemen sınıfın ise bu hakları öyle bir çırpıda vermesi beklenmiyordu. Ama bu temel insani haklar için verilen mücadelelerde çok kanlar aktı…
Dünya, egemen sınıfın kendi arasındaki “güç ve pazar kavgası” olan iki büyük savaşta milyonlarca kurban verdi.
Nihayet, 1948 yılında, Birleşmiş Milletler’de “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi” hazırlandı ve üye devletlerce onaylanarak, “Anayasal Haklar” arasına girdi.
Girdi de, dünyada insan hakları sorunları ortadan kalktı mı?
Hayır!
Aksine, “küresel güçler” haline gelen “Çok Uluslu Şirketler” sözde bu hakları kabul ederken, “özde” bu hakları bir bir çiğnediler!
Hakların en kutsalı olan “YAŞAMA HAKKI” savaşlar ve terörle çiğnendi.
“Faili meçhul inayetler!” hız kazandı.
Doğal kaynaklar insafsızca tahrip edildi ve dünya insanlığı açlığa ve doğal felaketlere sürüklendi.
İnsanlık, tekelci büyük sermaye gruplarının “aptal tüketicileri” haline getirildi!
İnsan hakları, büyük ölçüde Anayasalarda ve yasalarda çürütüldü, gün yüzü gösterilmedi!
İnsan, insan olmaktan kaynaklanan temel haklarına sahip çıkabilmek için önce “özgür insan” olabilmeli!
Özgür insan, başkasına muhtaç olmadan, biat etmeden, kendi emek ve onuruyla yaşayabilen insandır.
Özgür insan, kendisini “kul” ya da “köle” kılmaya çalışan egemen güç ve onun siyasal maşalarının farkına varabilen ve karşısında insanca dikilebilen insandır!
Şimdi, hep birlikte düşünelim; “Özgür insanların dünyasında mı yaşıyoruz?”
Yoksa, kölelik giderek yaygınlaşıyor mu?
Küresel sömürünün farkında mıyız?
“Demokrasi götürmek” yalanlarıyla birbirine kırdırılan ve en büyük zenginlikleri “işbirlikçiler” aracılığı ile küresel güçlere peşkeş çekilen mazlum insanlar bu büyük ahlaksızlığın farkında mı?
Bu ülkede yaşayan insanlar, küresel sömürü ve insanca haklarının ayaklar altına alındığının farkında mı?
Yoksa, kapısına konulan bir torba erzak ya da kömür uğruna “zincirsiz köleliğe” razı mı?
· Bugün, bu kentin değerli bir insanı ERTEN OKANÇAY’ın ölüm yıldönümü. Saygı ile anıyorum…