Müslüman Kıyafetli Frenk Bozmaları

94

1856 yılında neşredilen Islahat Fermanı ile birlikte Tanzimat hareketi yeni bir devresine girer. Çünkü bu Islahat Fermanı, devletin dayandığı prensipleri ikinci dereceye indirir ve yabancıların müdahalesine yol açar. Bu tarihten sonraki zamanı dolduran siyasî hadiselerin tümü, Islahat Fermanı’nın açık bıraktığı kapılardan girer. Ahmet Cevdet Paşa Tanzimat adı altında ‘yabancıların müdahalesine yol açan bu kararın’ mimarlarını ve taraftarlarını ‘Müslüman Kıyafetli Frenk Bozmaları‘, şeklinde adlandırır. Elbette ki siyasî mülahazaların bir uzantısı ve gereği olarak ben bu ifadeyi kullanmayacağım. Fakat bazı hususlara atıf yaparak tarihî bir uyarıda bulunacağım.

Tarihimizde bir yığın karışıklığı doğuran ve akabinde sert ideolojik ayrışmalara neden olan bu duruma atıf yapmamız boşuna değildir. Siyasî mülahazalarla gündeme taşınan şu sözlere dikkat ediniz: ‘Dersim hadiseleri Alevilik meselesinin bir parçasıdır.’ Bu sözü iktidarın bir siyasî temsilcisi Kerbela yasının tutulduğu günde söylüyor. Bu politik ifadenin çevirisi şudur: Devlet Alevileri katletmiştir. Bu ifade, açık bir tahriktir. Birlikte yaşamanın gereği olan bütün tarihî ve kültürel dokuyu parçalar. Tutunma noktalarını ve toplumsal bağları koparır. Bir politikacı niçin böyle bir ifade kullanıyor? Çünkü ‘Dersim hadiseleri konusunda farklı düşünenleri, iktidara yaslanarak elde ettikleri basın-yayın mahfillerinde haysiyetsizlikle suçlayan sömürgeci aydınlar var. Aşağılama ve hakaret o kadar keskinleşti ki Türkiye’nin Suriye’ye yönelik operasyonda rol kapma macerasını eleştirenleri ‘diktatörlerden yana’ olmakla suçlamaya dönüştü. Bu derin analizlerden esinlenen önemli bir siyasî aktör Almanya’da katıldığı bir törende sözü Suriye meselesine getirerek ‘biz zalimlerle yan yana duramayız’ sloganını patlatıyor. Bu mühim stratejik analizden etkilenen köşe yazarları Büyük Ortadoğu Projesi’ne karşı çıkanları zalim olmakla suçluyorlar. Basiretsizlikle, değişimi ve dönüşümü anlamamakla itham ediyorlar.

Söz konusu tablo karşısında insanın vicdanını sızlatan husus haksızlığı hak, esareti özgürlük kılıfı altında topluma yedirmektir. Şimdi iktidarın gölgesi altında akıllarına geleni vezinsiz-kafiyesiz sallayan zevata sormak gerekiyor. Karşımızda iki tablo var: (a) Irak, Libya, Suriye ve İran, (b) Fransa, ABD ve İtalya. (Bunlar icraatın görünen kısmı, yani en geniş anlamıyla Batı.’ Size göre Türkiye’nin görevi egemen güçlerle ittifak edip, Müslüman ülkelere müdahale etmeyi gerektiriyor. Bu nasıl bir mantık? Böyle bir mantığın ne siyasî tarihte ne kültürel hafızada ne de dinde yeri var. Bunun adı egemen güçlerin ürettiği bir operasyonun gönüllü parçası olmaktır.

Birinci tablodaki ülke liderlerinin diktatör olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Fakat asıl soru şudur: ABD ve AB ülkeleri sizin nazarınızda hangi tarihten itibaren adaletin ve özgürlüğün temsilcisi oldular? Sizler, değiştikten sonra, değil mi? Peki birileri, sizlerin değişmeden önceki sözlerinizi söylüyor diye bu kadar ağır ifadeleri kullanmanızın nedeni nedir? Vicdan azabı mıdır? Yoksa dış güçlerin müdahalesine açtığınız kapıyı insanların giderek fark etmesi midir? Hangisi? İsterseniz daha açık soralım: Sadece Afganistan ve Irak’ta ırzına geçilen ve öldürülen çocukların sayısını biliyor musunuz? Eğer bilmiyorsanız yazık, biliyorsanız ‘bu tabloyu’ sizce hangi kitabın sunduğu esaslar meşrulaştırabilir? Çok sevdiğiniz AB değerleri bu kiri, temizlemeye yeter mi?

Siyasî geçmişimizde AP ve ANAP gibi partileri IMF, NATO ve AB ile olan ilişkileri nedeniyle İslâm’ın düz kâfirler için bile kullanmadığı sözlerle itham edenler sizlerdiniz. Sizin gibi düşünmeyenleri kâfir, münafık ve ‘gâvur âşıkları’ şeklinde damgalama geleneği size aittir. Milletin dini algısını istismar ederek oy devşirip iktidar olan da sizlersiniz. AB’ne karşı İslâm Birliği edebiyatı yaparak bu günlere gelmediniz mi? Dün bu sözleri söyleyenlerin bugün ‘ekonomik çöküntü yaşayan birliğe kim girmek ister. Bizim için önemli olan AB’nin değerleridir’ deme noktasına gelmiş olması üzerinde durulmaya değer bir konu değil midir? Yenişehirli Avni Bey’in “Ol mertebe Leylâsına meftun idi kim / Mevlâ diyecek mahalde Leyla der idi‘ deyişi gereğince ‘Allah diyecek yerde, AB ve ABD’ deme noktasına gelen bir algının siyasî ve kültürel dildeki karşılığı nedir?

Sizin gibi düşünmeyenleri iktidarın diline yaslanarak aşağılama yerine Türkiye’nin bu süreçte nasıl bir operasyonun parçası yapılmak istendiği üzerinde biraz düşünün. İsterseniz düşünmenize kılavuzluk edecek bir açılım yapalım: Batılı güçlerin müttefiki olarak sizce ‘Jeo Biden hangi sebeplere binaen şirinlik yapıyor?’ ‘Suriye’ye egemen emperyalist güçlerle birlikte yapılacak operasyon hangi aşamada’? ‘Jeo Biden ile konuşulan operasyonda Türkiye hangi görevleri yerine getirdi, hangi görevleri üstlendi?’ Şimdilik bu sorular üzerinde düşünün!!! Aklınıza geldiği gibi başkalarını ‘zalim, diktatörlerden yana’ gibi etiketlerle yaftalamayınız. Aksi takdirde birisi kalkar bütün baskıcı politikalarınıza rağmen sizleri ‘Müslüman Kıyafetli Frenk Bozmaları’ şeklinde niteler. Benden söylemesi!!!