Bir konuda son kararı vermek oldukça zordur. Bir de Yüce Allah adına din ile ilgili karar vermek, fetva vermek de zor ve vebal gerektiren bir durumdur.
Bu gün dünyada her alanda tahminlerimizin üzerinde gelişme ve değişmeler yaşanmaktadır. Teknolojik gelişmeler, bütün alanlarda son derece hızlı bir şekilde yerini almış durumdadır. Sürekli değişiklik ve yenilikler gözlenmektedir.
Adeta dünyada var olan nimetler, Hakk’ın eserleri olarak tek tek ortaya çıkmaktadır. Her türlü değişme ve gelişmeler karşısında dinimizin rolü ve konumu nedir? Bizim bu değişme ve gelişmeler karşısında konumumuz ne olmalıdır?
Her şeyden önce şu hususun bilinmesine mutlaka ihtiyaç vardır: Dinin sahibi Allah’tır. Hükümlerde tasarruf sahibi de O’dur. “Dikkat edin halis din yalnız Allah’ındır”ayeti bunun en açık delilidir. (Zümer, 39/3) Kullara düşen görev ise; “Dini Allah’a has kılarak (ihlâs ile) kulluk etmektir.” (Zümer, 39/2)
Bu ölçü içerisinde hareket etmeye çalışmak öncelikli bir görevdir. Ancak her konuda olduğu gibi dini konularda da ehil olanlar kadar, ehil olmayanlar da kendilerini söz sahibi zannetmektedirler.
Böyle olunca, fetvalar çoğalmakta, hükümlerde karışıklıklar meydana gelmektedir. Ehil olmayanlar sadece verdikleri fetvadan değil, fetva vermekten de sorumludurlar.
Ehil olmayanlardan fetva alanlarda sorumluluktan kurtulamaz. Bu durumda “Fetva nedir? Fetva kimden alınmalıdır? Herkes fetva verebilir mi?” sorularına cevap bulmamız gerekir.
Fetva, “Bir olayla ilgili hükmü açıklayan, kuvvetli ve kesin cevaptır.” Fıkıh terimi olarak, “Fakih bir kişinin sorulan fıkhi bir meseleye yazılı veya sözlü olarak verdiği cevap, ortaya koyduğu hüküm” demektir. Bu hükmü yeterli fıkıh bilgisi olan vermelidir, aksi halde verilen fetvalar telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğurabilir. Zamanımızda yaşanmakta olan bazı olumsuz hadiseler de bundan kaynaklanmaktadır.
Fetva verecek kimsede şu beş şartın bulunması gerekir: 1-İyi niyet sahibi olmak ve yalnız Allah rızasını gözetmek, 2-İlim, hilim, vakar ve ciddiyet sahibi olmak, 3-Kendisinden ve bilgisinden emin olmak, 4-Halka kendi otoritesini kabul ettirmek, 5-Fert ve toplum olarak insanları tanımak.
Bu şartlardan da anlaşılacağı gibi fetva veren şahsın, fetva isteyenin psikolojik durumunu dikkate alması, halk nazarında itibar sahibi, basiretli, vereceği fetvanın fert ve toplum üzerindeki etkisini kavrayacak bir görüşe sahip olması gerekmektedir.(İslam Hukuk Metodolojisi, M. Ebu Zehra, s.391 vd.)
Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanında, mazeretinden dolayı teyemmüm ile yetinmesi gereken sahabeye su ile boy abdesti aldıran ve bu yüzden hastalanıp ölümüne sebep olanlara, Resulullah (s.a.s); “Allah onları kahretsin, adamı öldürdüler. Madem ki bilmiyorlar, bilene sorsalar ya; aczin, bilgisizliğin çaresi ve ilacı sormaktır” (Ebu Davud, Et-Tahare, (336) 1/93) buyurarak sormayı ve araştırmayı teşvik etmiş, bilgisizliği ve cüretkârlığı kınamıştır.
Bu gün bu konudaki problemlerin başında cüretkârlık gelmektedir. Bunun ardından da vebal gelmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s.)“Kime ilme müstenit olmayan bir fetva verilmişse, bunun günahı ona fetva verene aittir. Kim, bir kardeşine, gerçeğin başka olduğunu bile bile, farklı bir irşatta bulunursa ona ihanet etmiş olur”[(Ebu Davud, İlim, 8, (3657)]buyurmuştur.
Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de“Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak ‘Bu helaldir, bu da haramdır’ demeyin, çünkü Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Muhakkak ki Allah’a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler” (Nahl, 16/116)buyurarak kişinin yeterli bilgiye sahip olmadan dini konularda fetva vermesinin ne derece ağır bir vebal olduğunu bildirmiştir.
Bundan dolayı Sahabe-i Kiram fetva vermekten kaçınmışlar, bu işi fakîh olanlara havale etmişlerdir. Peygamber Efendimiz (s.a.s) kendisine bir mesele sorulduğunda çoğu zaman vahiy gelmesini bekler, ondan sonra cevaplardı.
Dini konularda ehil olan kimselerin fetvalarına, insanları doğru bir şekilde bilgilendirmelerineher zaman ihtiyaç vardır. Aksi halde dini konularda devam eden fetva furyası insanlarımızı rahatsız etmekte ve üzerlerine daha fazla sorumluluklar yüklemektedir. Cenab-ı Hakk’ın buyurduğu gibi,“Bilmeyenlerin bilenlere ve ehline sorması”(Enbiyâ, 21/7) problemlerin çözümü için tek çıkar yoldur. Bilmeyenlerin de bilmedikleri şeyleri söylemenin haram olduğunu (A’râf, 7/33) unutmamaları gerekmektedir.