12 Eylül 2010 da yapılan referandumla yapılan Anayasa değişikliklerinin neler olduğunu kaç kişinin hatırladığını sorgulayan bir anket yapılsa, herhalde çok düşük bir oran çıkardı. Zaten oy kullananların yüzde kaçı değişikliklerin muhtevasını biliyordu ki.
Referandumun yüzde 58‘ le kabul edilmesinden dokuz ay sonra yapılan genel seçimlere partiler yeni Anayasa vaadi ile girdiler. Seçim sonrası oluşan Meclis’te de “yeni Anayasa” yapma fikri konusunda mutabakat sağlanmış olduğu anlaşılıyor.
Seçimden önce de Meclis, aynı dört partinin temsilcilerinden teşekkül etmekteydi. O halde 12 Eylül 2010 da neden partilerin mutabakatı sağlanmadan değişiklikler yapılması ve referanduma götürülmesi tercih edildi?
Mademki “Yeni Anayasa” yapma konusunda mutabakata varmış bir kamuoyu ve onun temsilcileri olan partiler vardı, bu değişiklikler için aceleciğin sebebi neydi?
AKP referandumdaki sonuçla hem yüksek yargı yönünden istediği değişikliği sağladı ve hem de bu sonucu 12 Haziran 2011 seçimlerinde oy artışı sağlamak için kaldıraç olarak kullanma becerisini gösterdi. Aceleciliğin sebepleri belki de sadece bunlar değildi. Muhtemelen, yeni Anayasa ile yapacaklarını seçim öncesi yapmaları halinde milletin tepki göstermesinden çekindiler.
Yeni Anayasa’dan her partinin beklentisi farklı, her partinin kırmızıçizgileri olacak. Bu maddelerde uzlaşılması mümkün görünmüyor. Uzlaşma sağlanamayan maddeler yüzünden, mutabık kalınmamış yeni Anayasa yine referanduma mı sunulacak?
Şimdilik bunları bilmiyoruz.
Referandumla yüzde 50’nin biraz üstünde bir oranla kabul edilecek bir Anayasa, herhalde milli mutabakatla yapılmış bir “sosyal sözleşme” sayılamaz. Muhalefetin kullanılma duygusuna itileceği bir Anayasa yapımının pek hayırlı olmayacağını söyleyebiliriz. Bunun için çok dikkatli bir Anayasa yapma süreç yönetimi sergilenmelidir.
****
Bazılarının beklentisi, PKK/Terör/Kürt Sorunu‘nun çözümünün Yeni Anayasa ile mümkün olabileceği yönünde.
Yeni Anayasa demek, devletin yapısını, fonksiyonlarını yeniden tanzim ve tarif etmek demek.
BDP/PKK kanadı bu yöndeki taleplerini zaten defalarca açıklamış durumda. “Bağımsız Kürdistan” projesine giden bir ara durak olarak “Özerk Kürdistan” yapılanmasını sağlamak. Irak’ın Kuzeyinde Barzani’nin liderliğindeki Kürdistan bölgesi gibi bir yapılanma. Eğitimden, savunmaya, vergi toplamaktan, yargılamaya kadar temel devlet fonksiyonlarını üstlenmiş bir özerk yapı istenen. “Özerk Kürdistan” bölgesinin “öz savunma gücünü” dağdan indirilecek PKK militanlarının oluşturacağı da sır değil. Tabii ki PKK lideri Öcalan’ın da önce ev hapsi, sonra affı ve bir sonraki aşamada bu özerk devletçiğin başkanı olması planlanıyor.
Bu planların gerçekleşeceği ümidinde olanların dayandığı en esaslı unsur dış destekler olmalı. Muhtemeldir ki bunların liderlerine “ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında (ülkelerin sınırları ve rejimlerinin değiştirilmekte olduğu ve bu kapsamda Türkiye topraklarında) bağımsız Kürdistan kurulması” sözü verilmiş olabilir.
MİT/PKK görüşmesinin “koordinatör ülkesinin” maksadı herhalde “Türkiye’de akan kanın durması” ve “anaların gözyaşlarının dinmesi” değildi. Tıpkı Libya’ya müdahale eden devletlerin “halkı diktatörden kurtarmak” olmadığı gibi.
BDP/PKK kanadı ve onları destekleyenlerin planlarının işleyebilmesi için, Anayasa’nın ilk dört maddesi ve Türklüğe atıf yapan 66. Maddesinin değiştirilmesi, üniter yapının federatif bir yapıya dönüşmesini sağlayacak ibarelerin yer alması, devletin kurucu unsuru olarak “Türk Milleti” yerine etnik kökenlerin de yer alması gerekiyor.
Maalesef “terörden bıkmışlık”, “iktidarda kalmak için ABD’ye dayanmak ihtiyacı” veya bilmediğimiz başka sebeplerle devleti yönetenlerin de bu taleplerin önemli bir kısmına olumlu yaklaşmakta olduğu kanaati yerleşmeye başladı.
BDP‘den milletvekili seçilen Şerafettin Elçi şu açıklamayı yaptı: “Müzakereler MİT’ten daha da üst düzeye çıkmıştı. MİT Müsteşarı Fidan, Kürtlerin kırmızıçizgisi olan ana dille eğitimle ilgili PKK’ye, ‘Nasılsa orası özerk bölge olacak. Öğretmen tayini dâhil, eğitim hizmetleri belediyelere, valilere devredilecek’ dedi.“
Bu sözler devlet tarafından yalanlanmadı.
AKP içinde “Anayasa’nın ilk dört maddesinin değiştirilmesinin mümkün olmadığını” söyleyen isimler olduğu gibi, “öncelikle bunlar değişmeli” diyenler de var. AKP içinde değişmesi taraftarı olanların bir kısmı şu an için suskun.
CHP içinde de sayısı az da olsa bu maddelerin değişmesini isteyenler var. Bu maddelerin değişmesine MHP eksiksiz karşı çıkacak, BDP ise eksiksiz değişmesini savunacaktır.
*****
Silah bırakmamış teröristi tatmin edecek bir Anayasa, devletin ve milletimizin teröre teslim olması demektir. Böyle bir Anayasa Meclis’ten geçmez, halk da kabul etmez.
Bu durumda AKP’li ve CHP’li bazı iyi niyetli siyasilerin savunduğu gibi, yerel yönetimleri daha özerk hale getirici, ana dilde eğitime bazı şartlarla evet denilmesi gibi bazı düzenlemelerde mutabakat sağlanmaya çalışılacaktır.
Kanaatimce böyle bir mutabakat zor. Ancak tam bir mutabakat olmasa da çoğunluk sağlanabilir.
CIA‘nın Türkiye ve Ortadoğu sorumluluğunu yapmış Graham Fuller de kitabında bu yöntemi savunuyor: “Merkezi yönetimin yetkilerinin bir kısmının yerel yönetimlere devredilmesi” ambalajı içinde özerklik verilmesini istiyor. Özerklik verilmezse, “Devlet politikaları bu insanların temel ihtiyaçlarını karşılayamazsa, Türkiye’nin devlet bütünlüğü tehlikeye girecektir” diye tehdit ediyor. Kısaca “ya özerklik, ya bölünme” diyor.
Bu şekilde bir Anayasa yapılması terörü bitirmez, PKK’ya silah bıraktırmaz. Üstelik PKK çok ciddi siyasi kazançlar elde etmiş olur. Özerklik zamanla genişler. Bağımsız Kürt Devleti projesinin gerçekleşmesi için alt yapı sağlanmış olur. Sonuç yine bölünmeye çıkar.
Anayasa’yı sadece Türk Milletinin daha demokratik ve hür bir ortamda yaşaması, ekonomik ve sosyal refahı için yapmak durumundayız. Terörle yeterli mücadeleyi etmeden, Anayasa yaparak teröre çare bulmaya çalışmak yanlıştır.