Bayramımız Bayram mı?

87

İnsan, yeryüzüne atıldığı günden beri gurbettedir. Başlangıç (mebde) ve son (mead) arasında uzun bir yürüyüşe çıkan insan, sayısız hal ve durum içinde hayatını sürdürür. Bu nedenle bayram, farklı haller ve durumlar içinde farklı anlamlar taşır.

Bayram Rahmeti Talep Etme Günüdür: Allah’ın emri ve rızası için orucunu tutan insan, yaratılışının en belirleyici ihtiyaç ve arzularını terk eder. Bedeninin ötesine uzanır. Hayatın farklı yüzlerini bir kez daha anlar, Allah’ın rahmetinin ne kadar geniş olduğunu idrak eder. İşte bayram, bu emri yerine getirmiş insanın yeniden yaratılış gerçekliğine dönüşü ve Allah’ın rahmetini ve mağfiretini talep etme günüdür.

Bayram Terk Edilmişlik Duygusunu Aşma Günüdür: Terk edildiğini düşünen ve bunun ıstırabını derinden hisseden insanın bu durumu aşması bir bayramdır. Belli bir dönem vahiy kesildiği için terk edildiği algısına kapılan Peygamberimiz Hz. Muhammed’in ‘Yemin olsun, o kuşluk vaktine ve sakinleştiği zaman o geceye ki, Rabbin seni terk etmedi ve darılmadı.’ (Duha 93: 1-3) ‘Gelecek daha iyi olacaktır. Rabbin nimetini, rahmetini bahşedecek hoşnut olacaksın,’ müjdesine muhatap olması bir bayramdır.

Bayram Vuslat / Kimsesizlerle Ulaşan Eldir: Ayrılık, özlem, bekleyiş ve kavuşma isteği uzun yürüyüş sırasında denen ve sınanan insanın geçiş engelleri ve yükseliş merdivenidir. Mevlana ayrılışı, ‘kamışlıktan koparılma’ sembolüyle anlatır. Çünkü ayrılış ve kopuş farklı bir hayat düzlemine geçiş, denenme ve sınanmanın ağırlığını taşıma sürecidir. Bu nedenle Yunus ‘ikilikten usandım’ diyerek, her durumda yüzümüzü birliğe çevirmeye davet eder. Esasen insanın dünya hali ve öznel dünyaları bir çeşit gurbettir. Çünkü uzun yürüyüşe çıkan insan için ‘anlaşılmamak, yalnızlık’ bir gurbettir. Yunus bu çeşit gurbeti ilginç bir tema üzerinden dillendirir. ‘Ben bir acep ile geldim kimse hâlim bilmez benim / Ben söylerim ben dinlerim kimse dilim bilmez benim.’ Evet, hali ve dili bilinmeyen, anlaşılamayan insan yalnızdır. Bayram, başkalarının dilini ve halini anlamaktır. Şahsımızı aşmayan bir amelin, başkasına uzanmayan bir elin, başkasını görmeyen bir gözün, başkasını duymayan bir kulağın hüsranı buradan gelir.

Hayatın içinde hasret ateşine yanan insanın yalnızlığına ve kimsesizliğine uzatılan eldir, bayram. ‘ Kimseler garip olmasın hasret oduna yanmasın’ diyen Yunus hasreti, özlemi ateşte yanmakla eş tutar. Yetim ve öksüz büyümüş Necati Bey’in ‘ Demez nice sürünürsün sen de garîb / Kimesne bencileyin olmasın yatanda garîb’ dizeleri sürünene, kimsesize halini ve hatrını sormayı tenbih eden enfes vurgulardır.

Gidecek yeri olmayan insanın halini dillendiren Behçet Necatigil’in şu sözleri ne kadar dokunaklı: ‘Gidecek yeri olmayan biri / Arslanları görmeye parka gitti / Arslanlar taştan / O bir insan / Nasıl anlaşırlar? / Anlaştılar.’ Demek ki hal olur, zaman olur insan taşlarla konuşur. Bu, kelimesiz konuşmaya başlamaktır. Böyle bir dünya insansız dünyadır. Vicdanların öldüğü bir dünyadır. Demek ki bayram ‘velime ve ihtişam günü değil’ vicdanların dirildiği gün olmalıdır. Bunun olmadığı ve her şeyin şekle dönüştüğü bir zemin ve hayat ‘kelimesiz konuşmaya başlamaktır.’ Bu hal ve durum içinde olan insana her şey başka bir biçimde görünür. Gurbet Şairi Kemaleddin Kamu bu durumu ‘her şeyin başka bir biçimde göründüğü an’ olarak niteler. Bu niteleme, ümidini yitiren insanın tükenişine yapılan bir göndermedir.

Necip Fazıl, sembolik dille ‘yalnız ve yolunu kaybetmiş insanın fersiz gözlerini dağlayacağını belirterek ‘yakma kandili’ uyarısını yapar. Ve devam eder: ‘Ne söylemez suların dili / sessizlik içinde çağlama gurbet! / Gül büyütenlere mahsus hevesle / Renk renk dertlerimi gözümde besle! / Yalnız, annem gibi, o ılık sesle, /İçimde dövünüp ağlama gurbet!’ Demek ki bayram, yalnızlığı ve kimsesizliği aşma günüdür. Belki de vicdanını yitirmiş bir dünyada yalnızlığı tercih etme günüdür. Yavuz Bülent Bâkiler her iki anlama gelecek durumu şöyle anlatır: ‘ Yalnızım bu şehirde, yapayalnızım…/ Ne ben kimseyi beklerim / Ne kimse beni bekler.’

Bayram, Kaybettiğimiz Şeyleri Hatırlama ve Anma Günüdür: Kopuşun ve dalgınlığın arasında acıya dönüşen hayatımızın ilişkiler ağında dile getirildiği zamandır, bayram. Aslında bayram bir yüzleşmedir. Bu konuda Cahit Sıtkı Tarancı’yı dinleyelim: ‘Korkarım felekte bir gün / Bir bayram yemeğinde. Anam, babam gibi kardeşlerim de / En güzel dalgınlığında ömrün. / Beni gurbette sanıp / Keşke gelseydi bu bayram diyecekler. / Ve birdenbire yürekler, / Aynı acıyla yanıp / Hepsinin gözleri yaşaracak. / Öldüğümü hatırlayarak. ‘

Bayram Müslüman-Türk Milleti’nin Kendini Sorguladığı Gündür: Yahya Kemal Beyatlı, bir düşüşün ve çöküşün ıstırabını muhteşem bir eser, büyük bir medeniyetin simgesi ve ön safta oturan yüzü nurlu ve gözü yaşlı insanın üzerinden anlatır. Teselli arar. Adeta zaman durur, tarih konuşur. ‘Hem bu toprakta bugün, bizde kalan her yerde / Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde…/ Ulu mâbedde karıştım vatanın birliğine / Çok şükür Tanrıya, gördüm, bu saatlerde yine, / Yaşayanlarla beraber bulunan ervâhı. / Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.’

Bu gün Koca Tepe’de bayram sabahı, metafizik coğrafyadan bağını kesmiş, cihân başka cihandır, diyenler sevinç içinde. Sadece bir ay içinde evlerimize düşen ateşin, Irak’ta tecavüze uğrayan binlerce kadının, iç savaşın eşiğine getirilmiş bir coğrafyanın / Ortadoğu’nun, kendi haline bırakılmış bir Türkistan’ın şuurunda olanlar için bayram dirilişe adım atma günüdür. Bu sorumluluk ‘sırtımızın bütün kemiklerini gıcırdattığı’ gün şanımız yükseltecek, işte o gün bayramımız, bayram olacaktır.