Her zaman geçmişi hatırlamakta büyük fayda vardır. Bu nedenle zaman zaman geriye döner; ne söylemiştim ve ne yazmıştım diye bakarım. Yine öyle yaptım ve 2007 yılı Mart ayında yazdığım “Gündemi Koşturuyorlar” başlıklı yazıyı bir kez daha okuyunca, önemli gördüğüm kısımlarını sizlerle tekrar paylaşmak istedim.
Bahsettiğim yazıda “Türkiye enteresan bir coğrafya üzerinde. Ülkemizde ve çevremizde devamlı olarak değişik olaylar gerçekleşiyor. Bunları yakalamak ve analiz etmek sıradan vatandaşın harcı değil. Zaten amaçlananda bu. Kimse meydana gelenleri anlamaya fırsat bulamasın diye birileri gündemi sürekli koşturuyor. Bu işin en büyük destekçisi de toplumun popüler zevatı. Bunlara; koşturulan gündemi, devamlı kırbaçlatmak suretiyle hızı artırıp, zihinleri allak bullak edenleri de eklemek lazım.” diye belirtmişim. Görüyorum ki; günümüzde de değişen bir şey yok. Gündemi belli mihraklar olağanüstü bir hızla ünlüleri de kullanarak koşturmaya devam ediyorlar. Açılıma Nihat Doğan, Somali’ye Ajda Pekkan, Çılgın Proje’ye Ali Ağaoğlu, pkk’ye rakip Kemal Burkay vs. gibi….
Bunun nedeni olarak o tarihte “vicdanı ile midesi arasına sıkışmış vatandaşın üzerine yoğun bir gündemle gidilerek ilginç bir psikolojik yöntem deneniyor. Amaç insanımızın düşünmesini engelleyerek gereçekleri görmesine mani olmak. Öldürücü darbeyi vurmak için pelte gibi olmuş bir toplum yapısının oluşmasını bekliyorlar” diye göstermişim.
Maalesef Türkiye’de, büyük bir illüzyonun varlığı su götürmez bir gerçektir. Çünkü ülkenin yarısında devlete karşı mücadele eden silahlı güçler vardır. Devletin idari ve adli yapısının belli şehirlerde pkk’nın kurduğu otorite nedeniyle halk tarafından tanınmaz hale geldiği haberleri yazılı basında yer almaktadır.
Diğer taraftan, allanıp pullanan ve tarihin en güçlü dönemini yaşadığı lanse edilen ekonominin,nereye gittiği meçhuldur. Buna karşılık medya eliyle istikrar sürsün diye bir daha, bir daha şarkılarıyla bir seçim dönemi geçirilmiştir. Yüzbin kişilk iftar sofraları ile göz boyanmakta öte yandan devlet şehidinin cenazesini bile ailesine teslim etmek için bulamamaktadır.
Bilmeliyiz ki; Türkiye’yi yöneten bir oligarşik yapı vardır. Ve bu oligarşik yapının Türklerle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Eğer böyle olmasaydı gelişmeler Türklerin bu kadar aleyhine seyretmezdi. Onun için Türk gibi gözükenlerle Türk olanların arasındaki çizgiyi mutlaka açığa çıkartmak gerekir.
Oligarşiden kasdımızı, televizyon ve gazetelerdeki cemiyet haberlerini izlerseniz daha rahat anlarsınız. İktidarlar; liberal, demokrat, sosyal demokrat, milliyetçi, İslamcı vs. ne olursa olsun bu oligarşik yapı daima Türkiye’nin hükümranı olmayı başarmıştır.
Yazdıklarımızın aksi sabit olsaydı, Türk Milleti ülkesinde yaşananların farkında olur, tepki ve nihayetinde canına kast edenlerin cezasını verirdi. En azından izlediği politikalarla ülkenin bölünmesine adeta çanak tutan bir partiyi demokratik tercihleri ile iktidardan uzaklaştırırdı.
Türklerin memleketinde, Türklere rağmen oluşmuş olan ve ordu, medya, üniversite, sermaye, stk gibi bil cümle organik yapıyı kapsayan bu oligarşinin, önümüze getirilmiş temsilcilerinin beden dillerini okumayı başarabilirseniz, ne demek istediğimizi anlıyorsunuz demektir.
Bu gün Türk’e ait olmayan bir çok özellik, Türk’e aitmiş gibi bir kanaat oluşturulmuştur. Bunun en büyük nedeni, Türk’ün başına gelmekte olanları görmesinin engellenmek istenmesidir. Yoksa Türk; karşı karşıya olduğu meseleleri fark etmiş olsa, milyonlarla ayağa kalkmış ve kendisine rağmen oluşmuş dış güçlerin kontrolündeki Türkiye oligarşisini yıkmış ve de sorunlarını çözmüş olurdu. Şehit cenazeleri karşısındaki genel ruhsuzluk ve kanıksamışlık, ifade ettiğimiz düşüncelerin en büyük delilidir.
Oysa ki, durum bunun tam tersidir. Nelson Rockfeller’in 1956’da ABD Başkanı Eisenhower’a yazdığı mektuptaki ünlü “oltaya takılmış balık” misali, Türklerin geçmişten bu yana durumunu en iyi izah eden örneklerden biridir. Bundan sonra artık başka yeme ihtiyaç da kalmamıştır. Türkler zokayı yutmuştur.
Yazdığım bu olumsuz tablonun tam karşıtı fikirleri de ileri sürenler vardır. Onlar mevcut durumun ve geleceğin iyi olduğundan ve olacağından bahsetmektedirler. Elbette mevcut durum; Türklere karşı var olan oligarşinin sahipleri, destekçileri ve işbirlikçileri için iyilikler içerecektir. Gelecek onlar için bu topraklar üzerinde mükemmel bir şekilde oluşabilir. Ancak onların söylediği iyilik ve gelecek tasavvurunun içinde Türklere yer yoktur. Onların ütopyası, Türksüz bir Türkiye ve Türksüz bir dünyadır. Bu ütopyalarının gerçekleşeceğine dair inançları da, Türklerin içinde bulunduğu ruhsuz hal ile günden güne pekişmektedir.
Bunlardan dolayı Türkler, bir an önce kendine gelmeli ve düştükleri tuzaktan kurtulmalıdırlar.
Türkler, tarihlerinde önlerini açan siyasi ve manevi liderlerinin nasihatlarinin aydınlığında, son yüzyılda Mustafa Kemal’le başlattıkları yürüyüşle, ataları Oğuz Han’ın gösterdiği yolda eski ihtişamlı günlerine dönmelidir.
Atalarının ruhları onlara yol göstermektedir. Ve Türkler mutlaka aydınlığa koşacaktır…