Son zamanlarda yargının tepe noktasına kadar uzanan yolsuzluk iddiaları adalete olan güveni sarsmış ve artık mahkemelere intikal eden ekonomik değeri çok yüksek yolsuzluk hortumlama davalarına kamuoyu şüphe ile bakmaktadır. Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşundan duraklama dönemine kadar ihtişamlı yükselişini temin eden en büyük amillerden başlıcası adalete gösterilen derin saygı ve kadılara verilen büyük kıymettir.
Bunları düşünürken aklıma Osmanlı dönemi adaleti geldi. Kamuoyunu bu konuda aydınlatmak ve değerlendirmesine sunmak üzere Osmanlı Adaletinden seçtiğim önemli birkaç kararı vermek istedim.
Yıldırım Beyazıt Bursa’da meşhur Ulu Camiyi yaptırırken, Camimin ortasına denk düşen yerde ihtiyar bir kadının evi varmış. Bu evin satın alınması için çok çalışmış ise de, kadın rıza göstermemiş. Neticede cami kadının evi tam ortada kalacak şekilde inşa edilmiş. Daha sonra kadın ölünce varislerinden satın alınmıştır. Artık camiye dönüştürmek veya başka türlü kullanma imkânı olmadığından bu yer şadırvan yapılmıştır.
Sultan Mahmut bir gün avdayken bir adamı ile birlikte yolunu kaybetmiş ve gece çölde kalmak mecburiyetinde kalmış. Nihayet yiyeceksiz aç bir bahçeye gelmişler, bahçede çeşitli meyveler varmış. Son derece aç olduğu halde, Sultan Mahmut bahçenin meyvelerini yememiş ve sahibini aramıştır. Yanındaki adamı meyvelerle karın doyurmanın ve açıkta bulunan ağaçlardan meyve yemenin şeriatça bir mahsuru olmadığını ileri sürerek karınlarını doyurmayı teklif eder. Sultan Mahmut şöyle der. Evet, bunun şeriatça mahsuru yoktur, fakat siyasetçe mahsuru çoktur. Zira bu bahçeden bir elma koparıp yesem bizim ordu mensupları bahçeyi kökünden söker. Ve benim ordularımın efradı geçtikleri yerlerde tarlalardan hayır bırakmaz. Yıkıp, dağıtıp, soyarlar. Çünkü halk hükümdarının yolunu takip eder.
Bir gün genç bir adam Sultan Mahmut’a şikâyete gelerek birisinin karısı ile zorla cinsel münasebette bulunduğunu ve buna bir türlü engel olamadığını söyler. Sultan Mahmut ‘tan adaletli hüküm vermesini ister. Sultan Mahmut adamın geldiği zaman sezdirmeden kendisine haber vermesini söyler ve ekler. Bu iş çok mühim bir iştir. Bununla ben bizzat meşgul olacağım. Şikâyetçi karısına musallat olan adamın geldiği zaman meseleyi haber verir. Sultan Mahmut bir iki adamı da yanına alarak şikâyetçinin evine gider ve eve vardığı zaman adamı şikâyetçinin karısı ile beraber görür. Derhal lambaları söndürmeyi ve ortalığın karanlık yapılmasını ister. Lambalar söndükten sonra şikâyetçinin karısı ile münasebet tesis etmiş olan adamı öldürür. Ve iş bittikten sonra lambaların yakılıp, ortalığın aydınlatılmasını emreder. Aydınlıkta öldürülen adamın yüzüne baktıktan sonra derhal secdeye kapanıp, Allaha şükreder.
Bu işin sebebi sorulduğunda, şöyle açıklar. Benim devrimde benim oğlumdan başka böyle bir işe cesaret edebilecek adam yoktur, diye düşünüyordum. Zira ancak o nüfuzundan benim oğlum olmaktan istifade ederek böyle bir işe girişebilir diye aklıma geldi. Eve geldiğim zaman oğlumu görür babalık muhabbeti ve şefkati onu cezalandırmaya engel olur diye korktum. Çünkü oğlumu cezalandırmazsam hem Allah nezdinde rezil olur. Hem de halkın yanında adaleti ayaklar altına aldığımdan kötü nam bırakmış olurdum. Bunun için lambaları söndürttüm. Yüzünü görmeden cezasını verdim. Sonra yüzüne baktım oğlum olmadığın anladım. Evvela oğlumun böyle çirkin bir işe girmediği için daha sonrada adalet yerini bulduğu için Cenabı Hakka şükretmeyi bir vazife bildim.
Bir binanın inşasında görevli bir Rum mimarı iki mermer sütunu üçer arşın kısaltması üzerine Fatih Sultan Mehmet ceza olarak ellerini kestirmiştir. Mimar dava açmış ve İstanbul’un Fatih’i Sultan Mehmet mahkemeye davet edilmiştir. Duruşma esnasında başköşeye geçmek isteyen padişahı, İstanbul’un ilk kadısı olan Hızır Çelebi şöyle uyarmıştır. Oturma beyim hasmınla birlikte ayakta dur. Kadı Hızır Çelebi Rum Mimarın ellerini haksız olarak kesen Padişahında ellerinin kesilmesine karar verir. Rum Mimar kısas istemediği için Fatih Sultan Mehmet’in elleri kesilmekten kurtulur. Fatih Sultan Mehmet, Rum Mimara 10 Akçe tazminat ödemeye mahküm edilir. Fatih Sultan Mehmet kısastan kurtulduğu için bu tazminatı kendiliğinden 20 Akçeye çıkarır.
Böyle kanun karşısında en aciz bir vatandaşın, hatta azınlık olan Hıristiyan bir reayanın arasında bir fark olmadığı bir adalet sisteminin örneğini sergilemiştir. Eski Türk Cemiyetinin en büyük kuvveti işte bu zihniyettir.
Adaletsizliği işleyen çekenden daha sefildir. Adaleti vicdanı ile cüzdanı arasında sıkışmış olarak görenlere ithaf olunur.