Modern Bulantı

127

 

İnsan benliğin, insanlar öncüsüz kaygılı toplumun; insanlık ise bir erdemli mefkûrenin tohumudur. İnsan, insanlar özellikle insanlık iyi-kötü üzerinde devam eden hayatlarında hep bir mücadele içerisindedir. Bu durumda özellikle ve baskınlıkla insanlık tarafı söz sahibidir.

Söz duruştur, söz ayakları yere basan insanın insanlık namına adadığı adağıdır. Söz Habil ile Kabil arasında tarafgirliktir. Habil sözünün yani duruşunun, yaşamının, itaatinin ahdine sadık kalmıştır. Şöyle ki araya herhangi bir ikilem ifade eden bağlaç koymamıştır.

Eğer bir dönüşüm istiyorsak ve bir dönüş arzu ediliyorsa iyi tarafa yani Habil’e bunun yolu susmaktan geçse gerek. İlk anlamı ile sus-pus içinde olmak demek değil; bilakis susmanın içine sığdırılan derin düşünce, ibretlik anlam bakışları, lisan dilinin değil de hal dilinin- gönül dilinin konuşulduğu manadır.

Kabilin tercih ettiği taraf insan olmanın benlik cihetidir. Ardı ise öncüsüz kaygılı bir toplum olmuş ve yenilebilir ve yenilenebilir tanrılar oluşturmuştur. Bu sebeple temelsiz ifadelerin yaldızlığı onu ateşe itmiştir… Kandırılma ve ya aldanış? Bu taraf cevap bulabilir mi!

Bir dönüşüme muhtacız…

Mevlevilerin de başucu sözü olan ” Allah’a ve ahiret gününe iman eden ya hayır söylesin ya da sussun” hadis-i şerif-i dönüşümümüz için çıkış noktası olmalıdır.

21. yy ya da uzun bir süredir olduğu gibi insanlar duyargaları körelmiş ( hâşâ) bir tanrı istemektedir. Bu istenç iradenin imanın yörüngesine girememesinden kaynaklamakta ve usanç haline gelen yaşam bir boşluğu resmetmektedir.

İnsanlık için sessizlik isteyen her birey sessizliğini bozan en küçük “şey” i dahi göz önünde bulundurmalıdır. Gerçeğe en yakın olan da insandır gerçeği inkâr etmede üstüne olmayan da insandır. Hal böyle iken yaşanılan zamanımızın bulantılarını görmezden gelemeyiz. Hele ki bu bulantılar bizim sessizliğimizi bozup bizi ahlaki çöküntüye itiyorsa, kendimizi Kaf dağında sanmamızı, her söylediğimizin doğru olduğuna nefsimiz bizi ikna ediyorsa, Mevlana’nın dediği gibi ” yaşadığımız bulantı hayatın bizim inancımız olduğuna bizi inandırıyorsa” işte burada büyük bir sorun vardır. Bu sorun kendi irademizin değil bizleri başka iradelerin yönettiği ve yönlendirdiği ile aynı anlama gelmektedir.

Her türlü basın yayın organları bu ülkenin gençliğini çalmakta ve ne hazindir ki anne-babalar buna seyirci kalmaktadır. Günümüz çocuklarının rol modelleri anne-babaları değil TV’ de izledikleri ve de internette takipçisi oldukları (bizim dini, kültürel ve yerel değerlerimizle bağdaşmayan) prototiplerdir. Sımsıkı kucaklayarak koynumuzdan ayırmadığımız modern dünya bulantıları kıymette paha biçilemez hale gelmiş durumdadır.

İnsan yaratılmışlığın nihayetidir. Bu muhteşem müteşekkilin en müstesna yeri kalbidir. Kalbin gıdası ise sessizliktir…

Okuduğunuz bir kitabın satırlarında, izlediğiniz kült bir sinema filminin en dram dakikalarında, dinlediğiniz bir musikinin en derin tınısında ya da siz nerde bulmak isterseniz oradadır sessizlik.

Çoğunluk basın yayın organları toplumu kin, nefret, intikam, sevgiden yoksun haller ve “aşk”ın en bayağı haline itip resmedilen boşluğa sürüklemektedir. Yaratışımız, sahip olduğumuz ve gönderilen tüm vahiyler, köklü kültürümüz bizi hoşgörüye, saygıya, bağışlamaya, affetmeye ve derin sevgiye yönlendirmişken her gün küf kokan haberleri duymak ve görmek ne acı…

İnsan küçük bir kâinattır. Bu kâinatı güzelleştirmek insanlığın en yegâne vazifesidir. Sessizlik imanın en ayrılmaz parçasıdır.