Bir Kesime Ayrıcalık!

96

 

Türkiye’de birçok etnik grup var. Fakat bunlar Müslüman oldukları için Türkiye’ye gelip yerleşmişlerdir. Gerçi biz millet olarak, hangi etnik menşeden olursa olsun, hangi dine mensup bulunursa bulunsun, bütün mazlum milletlerin yanında yer alan ve almak isteyen bir milletiz. Bu vasfımız gereği Türkiye, mazlum milletler sığınağı bir ülke olagelmiştir.

Bununla beraber Türkiye’yi seçen ve Türkiye’ye gelenlerin, Türkiye’yi vatan seçişlerinde ve anavatan bilişlerinde ve hatta kendilerini  -asıl kimliklerini bildikleri halde-  Türk bilmelerinde yatan gerçek sebep; hepsinin de ortak sıfatlarının İslam oluş keyfiyetidir.

Türkiye’de mevcut çeşitli etnik gruplar; kimliklerinin şuurunda fakat İslam oldukları için ana vatan bildikleri ve Osmanlı’nın  -hukuken-  devamı olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni koruyucu  bir nitelikte gördüklerinden dolayı; huzur içinde, günlük hayatlarını sürdürmektedirler.

Kendi aralarında dillerini de konuşmakta, örf ve geleneklerini de yaşatmakta, düğün ve derneklerinde şarkı ve türkülerini de söylemekte, kendi müzik aletlerini de çalmaktadırlar.

Ama hepsi de, kendi özel hayatları dışında Türkçe’yi konuşmakta, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak her türlü kanuni haklardan yararlanmakta, kanun karşısında, her etnik grubun, her hususta eşit olduklarının bilincinde olarak varlıklarını devam ettirmektedirler.

Türkiye’de herkes kimliğinin farkındadır. Herkes birbirinin ne olduğunu bilir. Fakat kimse bunu mes’ele yapmaz. Kimse bunu ileri sürmez. Kimse bunu nazara vermez. Zaten buna kimse ihtiyaç da hissetmez. Çünkü sosyal hayat ve günlük konuşmalarda etnik kimlikleri belirtmeye asla gerek duyulmaz. Bütün bunlar, doğal bir sıfat olarak dünden gelmiş; yarınlara doğru da taşınacaktır.

Durum böyle iken, Türkiye’de, sadece Kürt etnik grubu; “Kürt Etnik Grubu” mefhumunu, konu gereği kullanıyorum. Yoksa, Kürt kardeşlerimiz, Türk Milleti’nin tarihin derinliklerinden gelen öz kardeş kollarından biridir. Evet Türkiye’de salt Kürtler varmış gibi, bazı yazar-çizer takımı, o grubun kimliğinin su yüzüne çıkması için var güçleriyle kaleme sarılmakta; varsa yoksa Kürt etnik grubu diyerek, anarşi ve terörü haklı göstermek için bin dereden su getirmekte. Terör ve anarşiyi kınamaya ise  -ne hikmetse-  bir türlü dilleri varmamaktadır.

Oysa bu etnik grup Türkiye’de hep vardır. Her zaman da var olacaktır. Bugüne kadar kimliklerini nasıl korumuş iseler, bundan sonra da muhafazaya muktedirler.

Tabii olarak var olan ve bilinen bir gerçeği, sanki bir şey diyen varmış gibi, hiç yoktan sorun haline getirmenin Türkiye’ye zarardan başka bir şey getirmeyeceğini, bu kalemşörler bilmezler mi? Kaldı ki bu terörün arkasında, halen Batı ve yakın komşularımız var. Ve asıl mes’ele, geleceğin büyük ve kudretli Türkiye’sinin önünü kesmekten ibaret.

Üstelik, Türkiye’de bir gruba verilecek ayrıcalık; diğer grupların  -haklı olarak-  kıskançlığını çekecek. İşte asıl o zaman eşitsizlik teraneleri ayyuka çıkacak ve  -Allah göstermesin-  işte asıl o zaman Türkiye büyük bir kaosa sürüklenecektir. Zaten istenen de bu değil mi?

Arnavut asıllı, çok şuurlu bir vatandaşımız olan Ahmet Örnek, Urganlı – Turgutlu’dan, Hasan Cemal’e yazdığı bir mektupta, bu hususları gayet güzel bir şekilde dile getirmiş:

“Dedem Balkan Harbi’nde şehit düşmüş. O sırada 7 yaşında olan babam, akrabalarıyla birlikte Priştina (Kosova)’dan Aydın yöresine gelip iskan edilmişler. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra babam İzmir’e gelip yerleşmiş.

“Çocukluğumda akrabalarımın bulunduğu köye giderdim. Hemen herkes Arnavutça konuşurdu. Annemle babam kendi aralarında Arnavutça görüşür, biz de bazı kelimeleri anlardık. Bugün akrabalarımın oturduğu köyde eskiler ve orta yaşlılar kendi aralarında Arnavutça konuşuyorlarsa da, dışarıda herkes Türkçe konuşuyor.

“Ben Türkiye’de doğdum. Kendim ve iki oğlum bu vatanda askerliğimizi yaptık. Beş çocuğum var ve hepimiz Türkçe konuşuyoruz. Öyle zannediyorum ki, bugün Türkiye’de yaşayan Arnavut kökenli vatandaş sayısı, bugünkü Arnavut devletinin nüfusundan az değildir.

“Ayrıca memleketimizde Avşarlar, Çerkezler, Boşnaklar, sonra Bulgar kökenli, Arap kökenli vs. vatandaşlarımızın sayısı küçümsenmeyecek boyuttadır. Bu durumda bütün bu kavimlere özerklik mi verelim?

“Ağa’nın oğlu babo yerine baba demiş de kimliğini kaybediyor diye duyduğu hüzünden bahsediyorsunuz. ‘Türküm’ demek, Türkçe öğrenmek yüz kızartıcı bir olay mıdır? Asıl üzülecek olay, milleti bölücü faaliyetlerden men’ edecek yeterli tedbirlerin alınmayışıdır.

“Bugün Amerika’da 72.5 milletten insan yaşıyor. Fakat herkes ‘Ben Amerikan vatandaşıyım.’ diyor. Netice olarak, …belirli bir kesime bir takım ayrıcalıklar tanımanın bu memleketin hayrına olmayacağına inanıyorum.” (Hasan Cemal, Milliyet, 9 Mart 1999, 17)

Nitekim bu mes’eleleri konuşurken bir öğretim üyesi arkadaşın, heyecanlanarak “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’yle …etnik grup olarak başta bizim çözülmesi gereken problemlerimiz var!” demesi beni ne kadar üzmüştü.

Bu kapı aralanmaya görsün, sırada birçok etnik grubun fırsat beklemekte olduğu gün gibi aşikar. Demek ki Türkiye’de sadece bir etnik grup varmışçasına ortalığı toz – dumana katanlar, nasıl dehşetli bir fitneyi uyandıracaklarını derin derin düşünmeli. Allah ve Peygamber’in lanetlemesinden ise korkup titremelidirler.

Önceki İçerikDua -1
Sonraki İçerikModern Bulantı
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.