Bu seçimde CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun gayretini takdir etmeliyiz. Seçim sonuçları ile seçim sürecini kıyaslayınca; Osman Bölükbaşı’nın Kayserililere; ‘Hemşerilerim, hemşerilerim! Samanınız çok ama daneniz hiç yok!’ deyişini hatırlıyorum. CHP açısından sonuçlar, seçim sürecinde yazılan, çizilen ve söylenenlerle paralellik arz etmedi.
Seçim sürecinde sesi çok çıkan CHP ve destekçileri, sandıktan aynı sonucu elde edemedi. CHP’nin seçime farklı fikir ve mizaçların koalisyonuyla gittiğini ve henüz değişimin başında olduğunu dikkate aldığımızda, bu yeni dönemde iç meselelerle uğraşmaktan, iç disiplinini tesis etmiş etkin bir muhalefet gücünü kısa vadede ortaya koyamayacağı anlaşılıyor. Bu durum seçimden başarılı çıktı sayılması gereken CHP’yi seçimin kaybedeni yapması işten bile değil.
Kılıçdaroğlu’na, yeni CHP’yi kurması için zaman tanımak gerektiğini düşünüyorum. Yeni politika ve o politikayı içselleştirmiş bir parti oluşturmak için zamana ihtiyaçları var. CHP’nin yeni liderinin enerjisinin bu işe yeterli olacağı anlaşıldı. Sorun; teşkilatların statükonun etkisinden çıkamayışında ve yeni politikaları içselleştiremeyişinde.
Sosyal demokrat partiler ve paralelindeki örgütler ile medya, şimdiye kadar sağ siyasileri küçük göstermede hep etkili olmuşlardı. Bu sefer tam tersi bir durum yaşandı. AK Parti, Kılıçdaroğlu’nun proje ve vaatlerini küçümsemede çok etkili oldu. Adını, çarkçı Kemal’e çıkardılar. Demirel’in vaatleriyle özdeşleştirdiler. Kılıçdaroğlu’nun,”benim adım Kemal ben yaparım” deyişi de AKP’nin elini güçlendirdi. Kendine cesaret vermek için bu söylem bir iç ses olarak kullanılabilirdi ama dış ses olunca iş değişti.
MHP, seçimin tek kaybedeni. Türkiye’de olduğu gibi Manisa’da da kaybetti. ‘Kabahat, samur kürk olmuş kimse giymemiş’ misali, Devlet Bahçeli seçim akşamı yaptığı yazılı açıklamada, yine başkalarını suçladı, nerede hata yaptık demedi, bir özeleştiri yapmadı.
MHP, bu günlere Devlet Bahçeli’nin liderliğinde, stratejik hatalar rekoru kırarak geldi. Bahçeli, 1999 genel ve yerel seçimindeki % 18’lik payı; siyasal konjonktürün ve Başbuğ’un cenazesindeki tablonun, sağ seçmendeki etkilerinin bir yansıması olarak değerlendirmedi. Kendi başarısı olarak gördü ve bunu, otoritesini partiye hâkim kılmak için kullandı. Demokrat, şeffaf ve sevecen bir lider olmak yerine; otoriter, gizemli ve donuk olmayı tercih etti.
DYP ve Refah dinlensin deyip bir sağ koalisyon fırsatını elinin tersiyle itti. Rahşan Ecevit’in hakaret dolu açıklamalarına rağmen DSP ile koalisyonu tercih ederek çıktığı iktidar yolculuğunda, 28 Şubatçıların yol haritasını izlediği bu dönem; -istişare kaynağı meçhul-‘3 Kasım’da Seçim’ kararına kadar tam bir fiyaskoyla sonuçlandı. Sandıkta kalınca, Genel Başkanlıktan istifa erdeminde bulunarak Türkiye’de bir ilki başlattı. Açtığı kapıdan gidenler, Türkiye’nin demokrasi tarihinde yerini aldılar ama o, istifasını geri alarak siyaset ömründeki ilklere bir yenisini daha ekledi.
27 Nisan 2007’den 12 Haziran 20011’e kadar olan dönemde; Cumhurbaşkanlığı seçimindeki 367 dayatması ve başörtüsü konularındaki olumlu politikalarını, AK Partiye muhalefet adına CHP paraleline kaydırdı ve parti felsefesini, Türkiye’de iktidarı belirleyen seçmen kitlesinden uzaklaştırdı.
-12 Eylül Halk Oylamasında, seçmeni serbest bırakmayıp tabanın bölünmesine zemin hazırladı, evet oyu veren ülkücüleri aşağıladı, statükodan yana tavır geliştirdi.
– 12 Eylül Halk Oylaması ve 12 Haziran seçimleri öncesinde, Fetullah Gülen’e cephe almakla siyaseten intiharını gerçekleştirdi.
– Tek seçicilik yetkisini kullanmada subjektif ölçüleri esas aldığını başkanlık divanı ve aday listeleriyle gösterdi.
-Türkiye’nin sorunları karşısında; Vatan, Millet ve Bayrak söyleminin ötesinde somut fikir ve düşünce gerçekleştiremedi. Seçmene, endişe ve korku salarak etkilemeyi tercih etti.
MHP, kitleleri yönlendirecek politikalar üretemeyince; kitleleri parmağında oynatan AK parti, MHP’nin politika alanını elinden aldı. Bu alanı yöneterek MHP’nin etkin gücünü kırdı, karizmasını çizdi. Meclis dışında kalmamasını ama Meclise onuru kırık ve etkisiz bir güçle girmesini sağladı.
Barajı aşamayacaklar söylentisi ve kasetler, başlangıçta MHP için önemli bir mağduriyet oluşturmuş ve MHP yelkeninin çok iyi rüzgâr almasını sağlamıştı. İktidar bu gelişmeyi zamanında fark etti. Medya ve etkili çevreler, MHP’nin baraj sorunu yok demeye başladı. Gerçeğin kerhen de olsa teslimi, MHP’ye yönelişi durdurdu. Gayrı ahlaki saldırı ve tuzakların MHP kadrolarında yarattığı öfke, önce sükûnete ve daha sonra mahcubiyete dönüştü. Taban heyecanını yitirdi, yeni bir heyecan dalgası yaratılamadı. Kaset operasyonu MHP’nin konumunu ayarlamada son derece etkili kullanıldı.
İşte bu nedenlerle % 13lük oy oranı MHP’nin siyasetinin olumlu yansıması olarak görülemez. Bu oylar, kör âşıkların ve MHP felsefesinin Meclis dışında kalmasına gönlü razı olmayanların oyudur.
Her şeyden öte MHP seçmene ne demişti? “Ses ver Türkiye!” Bu çağrının özünde ne yatıyordu? ‘Vatanın bölünmez bütünlüğü tehlikede, bağımsızlığımız elden gidiyor, bölünüyoruz. Bu gidişe dur de!’ Peki, seçmen ne dedi ve bunu neden dedi? İzninizle onu da müteakip yazımızda paylaşalım.