Nikâh ve Düşündürdükleri

116

 

Nikah, aile yuvasının kurulmasını sağlayan önemli bir akiddir.  Yuvanın temel taşları olan, bir kadınla bir erkeği birbirine kenetleyen en samimi en sağlam bir bağdır. Karşılıklı sevgi ve saygının kaynağı, Kur’ânî ifadeyle “misâk-ı galiz” (Nisa, 4/21) sağlam bir teminattır.

Nikah, daha önce birbirine yabancı olan iki şahsı, yine  “Hanımlarınız sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz” (Bakara, 2/187) şeklindeki Kur’ân ifadesiyle; elbise ile beden uyumu gibi birbirinin ayıbını örten, birbirini olumsuz etkilere karşı koruyan, dostluğa ve samimiyete kavuşturan ciddi bir akiddir. Nikah, Yüce Allah’ın emri ve Hz. Peygamberimiz’in bize tavsiye ettiği önemli bir sünnetidir. Ve Hz. Âdem’den beri meşruiyeti devam edegelen bir kurum, bir yönü ile muamele, bir yönü ile de ibadettir. Bu akidle, taraflar cennet kokularını yuvaya taşıyacak olan çocuk sahibi olacak kadın, ana; erkek de baba unvanına kavuşacaktır.

Nikah, karı-koca arasındaki müşterek hayatın garantisidir. Nikah, hem hukuki, hem sosyal, hem ahlâkî ve medenî anlamda ağırlığı olan bir sözleşmedir. Nikah, her iki tarafa bir takım haklar kazandırdığı gibi, karşılıklı sorumluluklar da yükler. İslâm’ın aile hukukunda erkek, ailenin üst sorumlusu ve aile reisi kabul edilir. Ailenin, çalışıp kazanarak geçimini temin etmede, barındırmada ilk sorumlusu odur. Âyet-i Kerîme’de: “… erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi kadınların da erkekler üzerinde belli hakları vardır. Ancak erkekler bir derece üstünlüğe sahiptir, Allah azizdir, hakîmdir” (Bakara, 2/228) buyrularak aile yuvasındaki iş bölümü ve müşterek sorumlulukla erkeğin aile reisliğinden ibaret olan bir derece üstünlüğünü açıklar. Milli kültürümüzdeki aile reisliği de buradan kaynaklanmaktadır.

Günlük ve geçici zevklerin tatmin edilmesi ve günü geçirme sevdasıyla yapılabilecek bir muamele asla değildir. Şartları ve mantıkî gerekçeleri oluşmadan bu akit asla bozulamaz.

Nikah Bir Fantazi Değildir

Nikah, sadece geçici duyguların ve şehevî arzuların tatmini için hafife alınacak bir fantazi ve bir formalite ve zahiri kurtarmak için kullanılan bir maske değil; dinî, hukukî, ahlâki ve sosyal manada ağırlığı bulunan, ciddiyet ve devamlılık gerektiren bir akiddir. Bu akidle bir aile kurulur, karı-koca arasında birtakım haklar oluşur, birbirlerinden meşrû yoldan yararlanmaları caiz olur. Bu ciddiyet, Kur’ân-ı Kerîm’in, nikâh, talak, mehir, iddet gibi aile kurumunu ilgilendiren hususlardan bahsederken kullandığı ifade tarzından da çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır: “… bu söylenenler Allah’ın koyduğu (evlilik) sınırlarıdır. Sakın onları aşmayın. Kim Allah’ın sınırlarrı aşarsa işte onlar zalimlerdir.” (Bakara, 2/229; Talâk, 65/1) Nikâhın ve aile hukukunun ciddiyetini anlatacak bundan daha anlamlı bir ifade bulmak mümkün değildir.

Nikahın Şer’î Tarifi ve Rükünleri

Nikah, evlenme ehliyetine sahip ve aralarında evlenmelerine dini bir engel bulunmayan bir kadınla bir erkeğin şahitler huzurunda evlenme hususundaki karşılıklı rızalarını beyan etmelerinden ibaret bir sözleşmedir.

Bu sözleşme ile taraflar arasında karı-kocalık ilişkileri meşrû hale gelmiş, mehir, nafaka, miras neseb… gibi yükümlülükler ve haklar doğmuş, böylece mutlu bir aile çatısı kurulmuş olur.

Nikahın rüknü tarafların icab ve kabulüdür.[1] İcab, nikâh akdi esnasında ilk önce irade beyanında bulunan tarafın ifadesi, kabul de icaba bağlı olarak aynı mecliste diğer tarafın cevabı demektir. İcab-kabul neticesinde artık nikâh kesinleşmiş olur.

Nikahta icab ve kabul, beldelerin örf ve adetlerine göre evlenme ve nikâhlanmayı ifade eden sözlerden ibarettir. Gelin güveğinin nikâh masasına oturması, gelinliğin giyilmesi, nikâh merasimi için toplanılmış olması, meşru eğlence ve ziyafetler gibi karineler karşısında nikâh akdi için kullanılan sözler, akdin gerçekleşmesi için yeterlidir. Zira böyle bir ortamda bu sözlerle nikâh kasdedildiğinde şüphe yoktur. Bilindiği üzere, akidlerde itibar, mebaniye değil meâniyedir. Yani akidlerde kelime kalıplarına değil, bu kelimelerle kasdedilen manalara bakılır. “İyi günde-kötü günde, sağlıkta ve hastalıkta birbirlerine maddî ve manevî destek vermek” gibi tabirler birbirlerine sadakati ifade etmektedir.

Nikahın şartlarından birisi de nikâh akdinin şahitler huzurunda yapılmasıdır. Bu, nikâhın meşrûiyet kazanmasının asgari şartıdır. Nikahla zinayı birbirinden ayıran unsur, aleniyettir. Aleniyetin asgarisi de, nikâhın iki şahid huzurunda olmasıdır. Şahidler hür, akıl baliğ ve müslüman kişiler olmalıdır. Allah ve Rasûlünü şahid tutarak kıyılan nikâh caiz olmaz. Hatta Rasûlüllah’ın ölmediği, her zaman gaybı bildiğine inanılarak yapıldığı takdirde bunun küfür olacağı bile ifade edilmiştir.[2]

Nikâh Gizliliği Kabul Etmez

İmam Mâlik’in, nikâhın ilanını şart koşması, nikâhta aleniyetin önemini gösterir.[3] Düğün davetinin önemine dair hadisler de nikâhta aleniyyetin esas olduğunu göstermektedir. İslâmi kaynaklara göre düğün ziyafeti müekked bir sünnettir. Rasûlullah (s.a.s.) bizzat düğün yemeği  (velîmetu’l -urs) vermiş, verilmesini de emretmişlerdir: “Bir koyunla da olsa düğün ziyafeti yap”[4] buyurmuşlardır. Bu emir sebebiyledir ki, İslâm alimleri düğün davetinin vacip olduğunu, davette dini bir sakınca sözkonusu olmadığı takdirde bu davete katılmanın gerekli olduğunu söylemişlerdir. Hatta Ebû Hüreyre (r.a.): “Yemeklerin en şerlisi, zenginlerin yedirilip, fakirlerin engellendiği düğün yemeğidir. Düğün davetine icabet etmeyen kişi, Allah’a ve Rasûlüne isyan etmiş olur” demiştir.[5]

Hadis kaynaklarında, nikâhın açıktan olmasının gerektiğine dair bölümler açılmıştır ki buradaki hadislerde, “Helal olan nikâhı haramdan, yani zinadan ayıran, düğünde def çalarak ses çıkartmaktır” ifadeleri yer almaktadır.[6] Yani nikahın meşru ve helal olan şekillerle ilan edilmesi zaruridir. Gizli ve saklanmış işlemler geçersizdir.

İmam Atâ’dan bir rivayete göre, Rasûlullah (s.a.s.)’ın yanından bir düğün alayı geçiyordu: “Keşke bununla birlikte bir de oyun eğlencesi olsaydı” buyurmuşlardır.[7] Hz. Ömer bir çalgı sesi duydu mu hoşlanmaz sebebini sorardı. Düğün veya sünnet düğünü olduğu söylenince de bir şey demez, susardı.[8]

Hz. Ömer zamanında bir hanımın mahalle komşularından biri, yabancı bir erkeğin bu eve girip çıktığını görünce adama kızıp zina isnadında bulunmuş.  Adam Hz. Ömer’e şikayet etmiş, evine girip çıktığı kadınla evli olduğunu, isnatta bulunanın cezalandırılmasını istemişti.[9] Davalı ise kadının komşusu olduğu halde bu evlilikten haberi olmadığını savunmuştu. Davacı, evliliğin az bir miktar mehirle olduğu için kimseye duyurulmadığını söylemişti. Hz. Ömer nikâhın şahitlerini sorunca adam, “şahitler, hanımın ailesinden bir kaç kişi idi” deyince Hz. Ömer davalıyı haklı bulmuş cezalandırmamış ve; “Şu nikâh olayını ilan edin de namusunuzu iffetinizi ithamdan koruyun” demişti.[10]

Nikâhta Devamlılık Esastır

Görüldüğü üzere gerek şahitlik, gerek düğün ziyafeti ve düğünün usûlüne göre, açıkça ilan edilmesi; bütün bunlar nikâhta aleniyyetin lüzumunu ortaya koyan prensiplerdir. Ayrıca nikâhta asıl olan, eşler arasındaki bu önemli sözleşmenin devamlı olmasıdır. Rasûlullah (s.a.s.) hadislerinde: “Evlenin, boşanmayın. Allah Teâla, zevki gereği sık sık nikâhlanıp boşanan erkek ve kadınları sevmez” (15) buyururlar.[11]

Yine Rasûlullah (s.a.s.) buyururlar ki: “Allah bir kimseye saliha bir eş nasibetmiş ise dini yükümlülüğünün yarısını yerine getirmesinde ona yardım etmiştir. Dini yüküınlülüğünün diğer yarısını da varsın kendisi yerine getirmek için çalışıp Allah’a karşı sorumluluk bilincinde olsun!”[12]

Aile yuvasında zuhuru muhtemel hoşnutsuzluklara da çözüm usûlü getiren yüce Mevlâ, eşlerin birbirinin derdine katlanmalarını, aile düzenini bozmamalarını tavsiye buyurmuştur:  “… Eşlerinizle iyi geçinin. Onlardan hoşlanmazsanız (yine de sabredin) Siz bir şeyden hoşlanmazsınız, ama Allah sizin hoşlanmadığınız o şeyde birçok hayır yaratmış olabilir.” (Nisâ, 4/19) Rasûlullah (s.a.s.) bir hadislerinde şöyle buyururlar: “Bir mümin, hanımına karşı o kadar kırıcı olmasın. Hoşlanmadığı huyları varsa tahammül etsin! Çünkü ona mukabil memnun olabileceği huyları da vardır.”[13]

Nikâhta Denklik

 

Dini, milliyeti, sanatı, sosyal ve kültürel durumları değişik insanların müşterek yuva kurup, ömür boyu huzurla yaşamaları her zaman mümkün olamayacağı için İslâm hukukunda karı-koca namzetleri arasında kefâet (denklik) de sözkonusu edilmiştir. Hatta kadın, velisinin izni olmadan kendine denk olmayan birisi ile evlenirse, kadının velileri bu evliliğe itiraz edebilir ve ayrılma davası açabilirler.[14]

Hz. Ömer (r.a.): “Dengi olmayanla evlenen kadınların evliliklerine mutlaka engel olurum”[15] diyerek nikâhtaki denkliğin, devletin müdahelesini gerektirecek derecede önemli bir konu olduğunu vurgulamıştır.[16] Bir hadîs-i şerîfte: “Hanımları, velileri evlendirsin. Ama sakın dengi olmayanlarla evlendirmesinler”[17] buyurulmuştur. İslâm fakihlerinin bir kısmına göre, nikâhda velayet şarttır. Bir hanımın, velisinin izni olmadan kıyılan nikâhı geçerli olmaz. İmam Malik ve İmam Şafiî bu görüştedirler. Hz. Aişe’den; Rasûlullah (s.a.s.): “Hangi kadın velisinin izni olmadan nikâhlanırsa onun nikâhı batıldır, batıldır, batıldır”[18] buyurmuşlardır. Bir rivayete göre de: “Velisiz nikâh olmaz”[19] buyurulmuştur.

Kadınlar genellikle duygusal olduklarından hayat arkadaşlarını seçmede yanlışlık yapabilirler veya aldanabilirler. Çünkü yaratılışları itibariyle uysal ve munisdirler, çabuk inanırlar. Bu takdirde hem kendileri, hem de aileleri perişan olabilir. Dolayısıyla hanımların yapacağı yanlışlıklar sadece kendilerini müşkül duruma düşürmekle kalmaz, sonuçta doğacak olan sıkıntı ve üzüntü bütün aile ve akraba için sözkonusu olur. Eğer varsa çocuklar için daha büyük bir yıkım ve hüzün kaynağı olur.

İmam Ebû Hanife’ye göre hür, âkil, baliğ bir hanım kendi rızası ile hukuken başka biriyle evlenebilir. İmam Muhammed’e ve bir rivayette İmam Ebû Yusufa göre ise nikâhın geçerli olması için velinin izni şarttır.[20] Bir Hanım velisinden izinsiz dengi olmayan birisi ile evlendiği takdirde velisinin itiraz etme yetkisi vardır. Hatta ” O, dengi olmayan kişi ile evlenen bir hanımın nikâhı caiz olmaz” görüşü ve rivayeti vardır.[21] Osmanlı dönemi uygulamalarında da bu görüş ağır basmaktadır. Bu hal örf haline gelmiştir. Bundan dolayı aile yıkımı çok daha az görülmektedir. Diğer türlü evliliklerde ise ani boşanmalara daha sık rastlanmaktadır.

Mut’a Nikâhı

Nikahın gayesi toplumun temelini teşkil eden huzurlu bir aile yuvası kurmak, geleceğin teminatı olan temiz bir nesil yetiştirmek, böylece hem dünyanın, hem de ahiretin saadetini elde etmektir. Bunun tek yolu da nikâhtır. Çünkü nikâhta meşruiyet, samimiyet ve devamlılık vardır. Devamlılık arzetmeyen, temiz bir neslin devamını hedeflemeyen sadece geçici zevklerin tatmini için yapılan geçici ve göstermelik nikâh ve mut’a her hal-ü kârda batıldır.[22] Bu gerekçe ile ulema bu görüşe cevaz vermemiş,  toplumda da uygulama alanı bulamamıştır.

Mut’a: Bir miktar para veya mal karşılığında, şu kadar süre bir kadınla bir erkeğin birbirinden yararlanma anlamına gelen kiralık bir ilişki demektir. İslâm’dan önce uygulanan ilişki usullerinden birisidir. Cahiliye arapları arasında uygulanırdı. İslâm’ın ilk dönemlerinde bazı savaşlarda müsaade olunmuş ise de Hayber gazasında ve Mekke-i Mükerreme’nin fethinde mut’a yasaklanmıştır.[23] İbn Abbas (r.a.) dan rivayet edilen bir hadiste deniliyor ki: “İslâm’ın ilk dönemlerinde mut’a vardı: Birisi tanımadığı bir beldeye ayak bastı mı bir kadınla anlaşır, ona bir şey verir ve onun yanında kalırdı. Bu kadın adamın eşyasını bekler ona yardımcı olurdu. Ne zaman ki: “Onlar ki eşleri ve cariyeleri dışında mahrem yerlerini herkesten koruyorlar. Doğrusu bunlar yerilmezler. Bu sınırı aşmak isteyen olursa işte bunlar haddini aşanlardır” (Mü’minûn, 23/6-7) mealindeki ayet-i kerime inince, İbn-i Abbas ayette belirtilen meşru evlilik ve o devirdeki esir cariyeleri kastederek: “Bu ikisi dışındaki evliliklerin hepsi artık haramdır”[24] demişti. Bir rivayete göre İbn-i Abbas bu husustaki belli mut’anın caiz olduğu görüşünden rucu’ etmişti.[25]

Gerçekten ayet-i kerimeye bakılırsa mut’a ilişkisi bir evlilik ilişkisi değildir. Zira nikâhla kurulan evlilik ilişkisinin getirdiği karı-koca sorumluluğu, veraset, talak, iddet gibi dini ve hukuki yükümlülükler, mut’a ile kurulan ilişkide sözkonusu olmadığından ayette belirtildiği üzere mut’a, nikâhla kurulan meşru ilişki sınırını aşmak demektir.[26]

Yukarıda da belirtildiği üzere mut’a, bir kimsenin bir kadına bir miktar mal vererek “senden bir müddet faydalanmak istiyorum” demesi, kadının da bunu kabullenmesi sonucu meydana gelen bir cinsel ilişki demektir. Müddetin söylenmesi ve sözleşmenin şahidler huzurunda yapılması sözkonusu değildir. Mut’ada, nikâhda kastedilen aile kurumu evlad yetiştirme, karıkoca samimiyeti gibi kudsi değerler yoktur. Sözü edilen müddet-bir gün, birkaç gün, bir saat, bir kaç saat da olabilir- sona erdi mi erkek elini kolunu sallayarak kadını terk eder gider. Mut’ada kadın haftalık, günlük, saatlik eşya gibi alınır-satılır, elden ele dolaşır durur. Arkasından doğacak çocuklar, tesadüflerin, yanlış ilişkilerin kurbanı olmanın ayıbını ve acısını yüklenir, bir taraftan baba diyeceği birisini ömür boyu arayadursun, bir taraftan da bir insanın küçük dünyası cenneti; sığınağı, ilk terbiye ve eğitim yeri olan aile yuvasından, baba ocağı, ana kucağından mahrumiyetine mahkum bırakılmanın hesabını soracağı ve yakasına yapışacağı, bu nevi gayri meşru ilişkilere müsade edenleri, o nefret dolu bakışlarıyla arar durur. Heyhat! Onları ancak mahkeme-i kübrada, “Bilgisizce, beyinsizlikleri yüzünden çocuklarını ölümün kucağına atmanın” (En’âm, 6/l40) hüsranıyla kıvrandıkları zaman bulacak ve yaşasın cehennem diyecek.

Geçici Nikâh

Muvakkat nikâhın da sonuç itibariyle mut’adan farkı yoktur. Müddet az olsun, çok olsun geçicilik her ikisinde de söz konudur. Halbuki nikâhda devamlılık esastır. Muvakkat nikâh, bir erkeğin bir kadınla şahitler huzurunda belli bir müddete kadar beraber olmak üzere nikâhlanması demektir. Mesela, erkek kadına: “Seninle şu kadar meblâğ mukabilinde bir ay müddetle evlenmeyi kabul ettim” veya “Seni şu kadar mehirle bir müddet için nikâhladım” demesi üzerine kadın da bunu kabul etse, bu nikâh sayılmaz. Bu da bir mut’a olur. Birinde müddetin kısa, birinde uzun olması farketmez. Şahitler huzurunda bu geçici akde nikâh denilmesi de neticeyi değiştirmez. Nikaha müddet biçilmesi, onun bir mut’a, yani geçici faydalanma manasına geldiğinin delilidir. Akidlerde itibar lafızlara değil, kasdedilen manalaradır.[27] Netice bellidir: Müddetin bitmesiyle nikâh sona erecektir. Böyle bir akid, ta başından geçersizdir.

Tirmizi mut’a nikâhı hakkında açtığı babda özetle şöyle diyor:

Hz. Ali (r.a.), Rasûlullah’ın mut’ayı yasakladığını söylemiştir. Rasûlullah’ın ashabından ilim ehli olanlarla, diğer ilim erbabına göre bu yasak üzerine amel edilir. Sadece İbn-i Abbas’dan mut’a hakkında ruhsat olduğuna dair bir şey ifade edilmişse de bu zat kendisine, Rasûlullah’ın mut’ayı yasakladığından haber verilince görüşünden rucu etmiştir. İlim sahiplerinin ekserisi (Şiadan bazıları hariç) mut’anın, haram kılındığı üzerinde ittifak etmişlerdir.[28]

Hatta Hz. Ali (r.a.)’a birisinin (İbn-i Abbas’ın) mut’ada bir beis görmediği haberi ulaşınca İbn-i Abbas’a çatmış ve demişti ki: “Yahu sen cidden şaşırmışsın. Rasûlullah (s.a.s.) Hayber günü mut’ayı da, ehlî merkeplerin etinin yenmesini de yasakladı. [29]

Mut’anın ve geçici nikâhın İslâm hukuku ve onun ana kaynakları karşısında geçersiz olmasına rağmen saf, pırıl pırıl kızlarımızın tahsil dönemlerinde arkadaşlık kurdukları erkeklerle sözde dini nikâh (!) yaptırarak serbest dolaşmalarını günahsız hale getirme gayretleri, başka bir art niyet taşımıyorsa bile dinimizce çok yanlıştır. Bu nikâh, bir müddete kadar geçerli olması şartına bağlanmışsa nikâh sayılmaz. Böyle bir nikâha dayanarak tarafların karı-koca hayatı yaşamaları haramdır.

Bir kızın, velisinin izni olmadan evlenmesi İmam Azam’a göre hukuken geçerli ise de bu, onun bütünüyle dini hükümlere uygunluğunu göstermez. Dinimizde ana-baba hakkı Allah (c.c) hakkından sonra gelir. Onların kırılıp üzülmelerine yol açan davranışlardan sakınmak gerekir. Bir evladın ana-babasının haberi olmadan, onlardan izinsiz evlenmesi onları üzer. Ana-babanın dualarını alarak kurulan yuva uğurlu ve huzurlu olur. Yaşantısının huzurlu ve zevkli olmasını isteyen evlad, ana-babasının duasını, ilminin bereketli ve yararlı olmasını isteyen talebe de hocasının duasını almaya mecburdur.

Anlaşılıyor ki nikâh gelişigüzel bir formaliteden ibaret ve alalede bir akid değildir. Nikah, Allah’ın emridir. Nur sûresinde şöyle buyuruluyor: “İçinizdeki bekarları, köle ve cariyelerden iyi olanları evlendirin. Eğer yoksul iseler Allah lutfuyla onları zengin eder. Hem Allah’ın lutfu boldur. Her şeyi bilendir.” (Nûr, 24/32)

Nikah Hz. Adem (a.s.)’den başlayıp, peygamberimize kadar gelen bütün peygamberlerin şeriatında bulunan, en son İslâm şeriatında da en medeni, en hukuki şekilde varlığını koruyan ve kıyamete kadar devam edecek olan önemli bir sünnettir. Hadis-i şerifte şöyle buyurulur: “Nikâh benim sünnetimdir. Ey ümmetim evlenin. Ben öteki ümmetlere karşı sizin çoğunluğunuzla övünürüm. Gücü olan nikâhlansın. İmkân bulamayan da oruçla korunsun. Çünkü oruç, onun için bir kalkandır.”[30]

Müstakbel eşini seçmede ümmetine bazı ölçüler de sunan Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyururlar: “Kadın dört özelliğinden dolayı nikâhlanır: Malı, soyu-sopu, güzelliği ve dini için. Sen bunlardan dindar olanını araştır, bul ki, mes’ud olasın (yoksa ümidin boşa çıkar)”[31]

Bilhassa gençliğin ateşli ve tecrübesiz dönemlerinde, insan fıtratındaki cinsi temayüle kapılarak tesadüfi hayat arkadaşı seçmelerine, bir de gençlerin birbirlerini beğendirmedeki başvurdukları cilve ve kurnazlıklar eklenirse geleceğin huzurlu yuvasını kurma hususunda gençler birçok hatalar yapabilirler. Bu konuda gözükara karar vermek, dönüşü olmayan felaketlere sebep olur. Nitekim bugün tahsil dönemindeki gençler arasında “sözlü” adı altında birçok genç bir araya geliyor, yaşıyor, eğleniyor, zevkini tamamlayınca veya tasarladığı beklentisi gerçekleşince sözlüsünü yüzüstü bırakıyor. Bundan en çok zarar gören de kız oluyor. Manen yıkılıyor, hatta depresyona girerek intihar girişiminde dahi bulunuyorlar. Büyük bir hayal kırıklığı yaşayan kızlarımızın, erkeklere olan itimat ve güvenleri de yok oluyor.

O halde ülkemizde hem dinimize, hem hukuk sistemimize, hem de toplum yapımıza, aile adabı ve milli haysiyetimize yakışır bir evlilik yapabilmek için şu hususlara dikkat etmek gerekir:

a) Geçici zevk ve tutkulara kapılmadan müstakbel hayat arkadaşını, İslâmi ölçüler dahilinde seçmeli.

b) Önemli bir engel yoksa bu hususta ailesinin de iznini ve onayını almalı.

c) Tecrübeler değerlendirilmeli.

d) Müstakbel eşini önceden görüp beğenmeli. Hatta konuşup anlaşmalı.

e) Nikaha dini ve hukukî kimlik kazandırmak için tescilini yapmalı.

Resmen tescili yapılmayan nikâh, bugün kendisinden beklenilen hukuki sonucu vermediğinden kadın ve erkeğin tüm hakları zayi olmakta, kendileri karıkoca sayılmadığı gibi, çocukları da nesebi sahih sayılmamaktadır. Kadına barınma, tedavi ve mehir gibi haklar tanınmamakta, kocası öldüğü takdirde kendisi kocasına, çocukları babalarına mirasçı olması mümkün olmamaktadır. Böylece birtakım insan hakları çiğnenmekte, dini bakımdan da büyük bir vebal altına girilmektedir.

Yukarıda da izah edildiği gibi nikâh akdi bir yönüyle devleti de ilgilendirmektedir. Devlet, kimin kiminle evlendiğini bilme ve yetişen gençlerin askerlik, tahsil ve seçimlerde oy kullanma gibi vatandaşlık görevlerine çağırılmalarında ve bütün vatandaşlık haklarından yararlanmalarında resmen nüfus siciline kayıtlı olmalarını isteme hakkına sahiptir. Devletin bu düzenlemesi dine aykırı değildir. Nikah hususunda dinin özüne, yani Kur’an ve sünnete aykırı olmayan düzenlemeler de yapabilir. Nitekim tarih boyunca bu yapılagelmiştir. Mesela: Osmanlıların son döneminde 1917 tarihli bir aile hukuku kararnamesi düzenlenmiştir. Bu kararnamenin 33. maddesinde nikâh akdinden önce keyfiyetin ilan edilmesi, 37. maddesinde ise nikâhın, taraflardan birinin ikametgahının bulunduğu yerdeki hakimin veya yetkili kıldığı kişinin huzurunda kıyılarak akidname düzenlenmesi ve tescili şart kılınmıştı. Ayrıca erkeğin evlenme yaşı en az 18, kızın 17 olarak kabul edilmiştir.

Bugün resmi nikâh akidlerinde dinin istediği icab-kabul vardır. Şahidler huzurunda yapılmakla nikâhda istenilen aleniyet de mevcuttur. Hanım ve erkeğin nikâh akdini imzalarıyla teyid ve tekid etmeleriyle artık geri dönüşü mümkün olmamak üzere nikâh resmiyet kazanmış, akde bağlı haklar yürürlüğe girmiş ve gerçekleşmiş olmaktadır. Artık ayrıca bir dini nikâh kıyılmasına ihtiyaç kalmamakla beraber, bir din görevlisinin, resmi süreç tamamlandıktan sonra, çiftlerin mutlulukları için dua yapması, kendilerine nikâhın kudsiyetini ve bundan sonraki görevleri hakkında dini nasihatta bulunması da yerinde bir davranıştır. Zaten bizim dinî ve millî kültürümüzde bu uygulama yerleşmiştir. Yani Belediye nikahından sonra imam nikahı veya dini nikah olarak isimlendirilen bu uygulama yapılmaktadır.

Muteber kaynaklardan “Dürri’l-Muhtar” isimli eserde; “Bizim için hiçbir ibadet yoktur ki, Hz. Adem (a.s.) devrinden bugüne kadar meşru olsun da, cennette de devam etsin!.. Bundan yalnız nikah ile iman müstesnadır” hükmü kayıtlıdır. İbn-i Abidin, bu metni şerhederken; “Çünkü nikah bir vecihle ibadet, bir vecihle muameledir. Nikahla cihadın her ikisi, Müslümanın ve İslam’ın vücud bulmasına sebeb olmakta müşterek iseler de, musannıf nikahı evvel zikretmiştir. Çünkü Müslüman ferdlerin nikah ile çoğalması, cihad ile çoğalmasından kat kat fazladır”[32] diyerek, önemli bir inceliği gündeme getirmiştir. İslam’ın temel hedeflerinden birisi de nesil emniyetini sağlamaktır. İslami nikah; hem ibadet, hem muamelat hükmündedir.

Halbuki Belediye evlenme akdinde, ibadet unsuru mevcut değildir. Laik kanunlara göre yapılan evlenme akdi ile İslam fıkhına dayanan nikah birbirinden farklıdır. Bu farkları kısaca izaha gayret edelim:

A-İslamî nikahta, birbirleriyle evlenecek olan erkeğin ve kadının inanç durumu önemlidir. Zira Kur’an-ı Kerim’de: “Müşrik kadınlarla, onlar iman edinceye kadar evlenmeyin. İman eden bir cariye, müşrik bir hür kadından (bu sizin hoşunuza gitmese de) elbette daha hayırlıdır. Müşrik erkeklere de, onlar iman edinceye kadar mü’min kadınları nikahlamayın. Mü’min bir kul, müşrikten elbette hayırlıdır. Onlar (müşrikler) sizi cehenneme çağırırlar. Allahu Teala (c.c.) ise, kendi iradesiyle cennete ve mağfirete çağırır. Allah insanlara ayetlerini apaçık söyler. Ta ki iyice düşünüp, ibret alsınlar” (Bakara, 2/221) hükmü beyan buyrulmuştur. Dolayısıyla şirk sebebiyle, birbirleriyle evlenmeleri mümkün olmayan insanlar vardır. Mü’min bir erkek, müşrik bir kadın ile nikahlanamaz veya mü’min bir kadın putperest veya ehl-i kitap bir erkekle evlenemez.[33]

Nikahın imana dayanmasındaki hikmet budur. Belediye’de yapılan evlenme akdini, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan erkek ve kadın (inançları ne olursa olsun) evlenebilirler. Din farkı, Belediye evlenme akdinin yapılmasına engel değildir.

B-İslamî nikahta, erkeğin kadına mehir vermesi vaciptir. Kadının hakkı olan mehir; kitap, sünnet ve icma ile sabittir.[34] Belediye evlenme akdinde, mehir sözkonusu değildir.

C-İslamî nikahta; şahitlerde aranan vasıflar ve şahitlerin sayısı önemlidir. Belediye evlenme akdinde ise, şahitlerin vasıfları üzerinde durulmaz.

D-Belediye reisi veya görevlendirdiği memur, kendisine müracaat eden iki süt kardeşi evlendirebilir, kanunen serbesttir. İslam fıkhında ise; sütkardeşlerin birbirleriyle evlenmeleri haramdır. Zira Resul-i Ekrem (s.a.s.)’in: “Nesepten dolayı haram olan şey, süt emmeden dolayı da haram olur” buyurduğu sabittir.[35] Medeni hukuk, batıdan tercüme yoluyla aktarıldığı için, sütkardeşliği meselesi dikkate alınmamıştır.

Şimdi zahiren benzeyen hükümleri gündeme getirelim:

İslam fıkhında nikahın sahih olması için, rükünlerinin ve şartlarının bulunması gerekir. Fetâvâ-i Hindiyye’de: “Nikahın rüknü, icap ve kabulden ibarettir. Kâfî’de de böyledir. İcap hangi taraftan olursa olsun, önce taraflardan birisinin “aldım” veya “vardım” diye bir söz söylemesidir. Kabul ise bu sözün müsbet olan cevabıdır. İnâye’de de böyledir”[36] hükmü kayıtlıdır.

Nikahın şartlarından birisi de iki adil şahittir. Zira Resul-i Ekrem (s.a.s.)’in: “Nikah ancak şahitlerle olur”[37] buyurduğu sabittir. Dolayısıyla icab ve kabul sırasında, şahitlerin hazır bulunması da gerekir. Ayrıca bu şahitlerin, tarafların rızasını ifade eden sözleri (icab ve kabulü) duymaları da zaruridir.

Bazı kimseler nikah akdinde; tarafların rızasını ve iki şahit meselesini dikkate alarak, zahiri benzerlikler üzerinde durmaktadırlar. Halbuki yukarıda zikrettiğimiz (tarafların inançları, mehir, süt kardeşlerin durumu vs.) incelikleri dikkate almış olsalardı; İslam fıkhındaki nikah ile Belediye evlenme akdinin farkını kavrayabilirlerdi. Teşrii kaynağı açısından da bu iki muamelenin farklı olduğu sabittir.

Bu makale Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi emekli hocamız ve üstadımız Sayın Yaşar İşcan’ın makalesinden faydalanılarak hazırlanmıştır. Ayrıca Kocaeli Vaizi Sayın Dr. Ali Vasfi’nin kaynak araştırmalarıyla desteklenmiştir. Her iki üstadımıza da şükran ve saygılarımı sunar, sağlık ve afiyetler dilerim. Ayrıca Kocaeli İl Müftü Yardımcısı Nedim Özkal, Kartepe İlçe Vaizi Cemalettin Gezgiç, İzmit İlçe Vaizi Hayati Sakallıoğlu ve Kocaeli İl Müftülüğü Sekreteri Kadir Karaçoban’a da katkılarından dolayı teşekkür ederim.

“Allah’ın rahmeti, bereketi ve afiyeti üzerimize olsun “

 


[1] Tuhfetu’l Fukaha, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1993-1414, II/118.

[2] Damat, I/320.

[3] Tuhfetu’l-Fukaha, II/131, Fethu’l-Kadir, Mısır, 1315, II/351; Mecme’u’l-Enhûr, I/221.

[4] Buhârî, Sahîh, tahk. Ebû Suheyb el-Kermî, Riyâd, 1998, Buyû, 34/1, h.no: 2048.

[5] Ahmed, Müsned, II/494, tahk. Şuayb el-Arnavut-Âdil Murşid, Beyrut, 1997, XVI/259-260, h.no: 10412.

[6] Neseî, Sünen, Nikâh, 26/72, h.no: 3369.

[7] İbn Ebî Şeybe, Musannef, VI/92, h.no: 16542.

[8] İbn Ebî Şeybe, Musannef, VI/92, h.no: 16543.

[9] Nitekim, Nûr, 24/4-5. âyetlerine göre; namuslu bir insana zina isnad etmenin cezası seksen değnektir. Ayrıca böyleleri mahkemelerde şahidlik de yapamazlar.

[10] İbn Ebî Şeybe, Musannef, VI/92, h.no: 16538.

[11] Bu konuda E