Böyle Çılgınlık Olmaz

104

Turgut Özakman, 20. yy. sömürgecilerine karşı Türk Milletinin verdiği onur mücadelesini anlattığı romanını,’Şu Çılgın Türkler’ adıyla piyasaya sürdüğünde, kitap, ‘çılgın’  kelimesinin genetik hafızamızdaki manasıyla kafadan kabul gördü. İçeriğiyle okuyucuyu mest etti.

Anlaşılan o ki; ‘çılgınlık’ Türkler için olumlu bir paye…

Çılgın kelimesi sözlüklerde; deli-mecnun veya çok büyük, aşırı ve olağanüstü gibi anlamlarla açıklanıyor.

Türkler için ‘çılgın’ kelimesinin sözlüklerde yazmayan bir başka anlamı var; Halk için, Hak için imkânsızı düşünmek, ölümü göze alıp başarmak… İki eliyle hayırda olmak için canını dişine takıp çalışmak gibi bir şey…

‘Şu Çılgın Türker’de, bu mana tam karşılık buluyor. Çünkü onlar, din ve dünya için imkânsızı ölüm pahasına başarıyorlar.

Başbakan’ın ‘seçim topu’ olan bu kanal projesine ‘çılgın proje’ demeden önce düşünmek lazım!

Projenin ‘çılgın’ payesini alması için gerekli üç aşamadan; düşünme, deneme ve başarıdan henüz biri gerçekleşmiş, o da yeni bir düşünce değil.

Projenin ‘çılgın’ olarak isimlendirilmesindeki temel sebebi; onun çok büyük ve olağanüstü bir düşünce oluşuyla izah etmek de pek mümkün görünmüyor. Çünkü küreselleşen bir dünyada, Osmanlı’nın temelini attığı ve 142 yıl önce hizmete açılan 163 km uzunluğundaki Süveyş Kanalı’nın yanında ve başka ulusların uzayın fethine çıktığı bu çağda, kazma kürek esaslı projenin çılgınlıkta esamisi okunmaz.

Peki, bütün bu gerçeklere rağmen proje kamuoyuna niye bu isimle açıklandı?

Başbakan, halkın zihninde düşünce kayması oluşturup bu payeyi kendine verdiriyor. Proje üstünden kendini işaret ediyor. 12 Haziran seçiminin en büyük şovunu yapıyor ve her zamanki gibi istediğini alıyor.

Başbakan, talip olduğu üçüncü iktidar dönemini, ustalık dönemim olacak diye açıkladı.

Bu açıklamasıyla; karizmatik liderliğini ustalık derecesinde olgunlaştırdığını ilan etti.  Şimdi bu ustalığını ‘çılgınlık’ payesi ile taçlandırıp sıra dışı usta olduğunu düşündürüyor ve ölümlüler arasında efsaneleşmek istiyor.

Çünkü geri kalmış halklar, akılla desteklediklerine, imanla bağlanırlar ve sonra da kutsallık, olağanüstülük atfedelermiş.  Buraya kadar her şey normal, esasa aykırı bir durum yok.

Başbakan, halkın bu gerçeğini baştan beri biliyordu. Kendi yeteneklerini ve halkını tanıyordu. Mevcut malzemeden en iyi sonucu çıkarıyor; halkı efsunluyor, kendini efsaneleştiriyor.

Başbakan ‘çılgın proje’ dedi ve Anadolu’daki bağlıları; ‘o yapar, o çılgın’ dediler. Maalesef bu hayırlı düşünce; üç beş şakşakçı, el ovuşturan fırsatçılar ve birkaç muhalifin dışında esas konuşması gerekenlerin umurunda değil…

İşte bütün bu sebeplerle Başbakan, ısrarla başkanlık sistemi diyor. Kitlelerin; ‘o çılgın, o yapar’ diye efsaneleştirip yücelttiği biri, halkın önüne çıkıp; ‘Ben başkanınız olmak istiyorum’ dese, ona kim hayır diyebilir? Başbakan bir taşla birkaç kuş vuruyor. Böyle çılgınlık olmaz!

Gelelim zurnanın zırt dediği yere…  Biz bu kanalı yapacağız ama uluslar arası kullanımında tek karar verici biz olamayacağız! Başbakan, başka devletlerin endişelerini gidermek için baştan açıkladı; ‘Biz yaparız, uluslar arası anlaşmalar neyi gerektiriyorsa onu uygularız.’

Kendi vatanımda kanal açıyorum, uluslar arası geçişlerde, Çanakkale ve İstanbul boğazlarından geçişleri düzenleyen -1936 tarihli- Montrö anlaşmasının geçerli olacağını şimdiden ilan ediyorum.

Hayır! Böyle çılgınlık olamaz!