Başlıktaki söz, George Orwell’in “1984″ isimli (filmi de çevrilmiş olan) romanının kahramanı olan Winston Smith‘e ait.
İngiliz yazar George Orwell’in, 1949 yılında yayımlanan eserinde tasvir ettiği hayali ülkede, “insanlar yöneticilerin korkusu ile sinmiş, özgürlükler kaldırılmış, ahlâki ve insani duygular yok edilmiş, düşünme ve düşündüğünü söyleme yasaklanmıştır. Bireylerin kişilikleri tamamen silinmiştir. Totaliter bir merkezi tek Parti’nin yönetiminde korku, propaganda ve beyin yıkama ile halk ve hayatı manipüle edilmektedir.”
“Big brother/ Ağabey“in yönettiği sistem bütün insanları izlemektedir. Sürekli sesli ve görüntülü propaganda ile verilen bilgilerin tamamının doğruluğunun kabul edilmesi beklenmekte ve beyin yıkama ile bu sağlanmaktadır. Roman kahramanı Smith, “Doğruluk Bakanlığı”nda çalışmaktadır. İşi kendisine gönderilen notları eski verilerin ve bilgilerin yerine yazmaktır yani tarihi değiştirmektir.
Smith bir süre sonra sistemi ve sistemin verdiği bilgileri sorgulamaya başladığında, herkesten gizlediği günlüğüne başlıktaki cümleyi yazar.
Oysaki sistemin sloganları: SAVAŞ BARIŞTIR, ÖZGÜRLÜK KÖLELİKTİR, CEHALET KUVVETTİR. “Karşıt kavramlar bir arada kullanılarak kişinin bariz gerçeğe aykırı olanı kabul etmesi beklenir. Zira kitaptaki düzende merkez partiye bağlılığı göstermesi için, insanın gerekirse akla aykırı olanı bile doğru bellemesi gerekir.”
Her ev ve işyerinde hem alıcı, hem verici olarak kullanılan bir alet olan “Tele Ekran“lar vardır. Düşünce polisi, romanın kahramanı Winston Smith’in düşüncelerini ve günlüğünü, “tele ekran” vasıtasıyla öğrenir ve “düşünce suçlusu” olarak yakalar. “Sevgi Bakanlığı” denilen binada çeşitli işkence ve beyin yıkama işlemlerinden geçen Smith, bütün algıları ve değerlerini kaybeder. Artık düşünce polisinin dediği gibi, “iki kere ikinin beş ettiğine” tüm kalbiyle inanmaktadır. “Sevgi Bakanlığı”ndan çıktıktan sonra çok rahat şartlar altında, hiç izlenmeden yaşamaya başlar. Hiç arkadaşı yoktur ama bunun onun için bir önemi de yoktur. Ve geçen her gün, Parti ve Ağabey’e olan bağlılığı artarak mutlu(!) bir şekilde yaşamaya devam eder.
Bu roman entelektüel seviyede çok tartışılmış bir eser. Romanda tasvir edilen ülkenin birebir aynısı yok. Fakat her ülkede, insanı ve onu insan yapan özgürlüğünü yok etmeye çalışan ve kısmen başarılı olan mekanizmaların olabileceğini düşünmemiz gerekmekte. Böylece bireyleri ve toplumu kontrol etmeye çalışan bu sistemleri sorgulamak ve farkındalık yaratmak özgürlüğümüz açısından önemli olabilir.
*****
Türkiye’de değerlerimizin ve algılarımızın değiştirilmekte olduğunu daha önce de yazmıştım. Ben propaganda edilenlerden çıkardığım sonuçları anlatayım, lütfen siz de 1984 romanındaki sloganlar ile mukayese ediniz:
- Ø Ayrılıkçı Kürtçülerin propagandasına göre, “demokratik özerklik” kavramı ile ülkenin bütünlüğüne hizmet ediyorlarmış. Bu kavramla ifade edilen, ayrıştırarak bir arada tutmak demekmiş. Hadi daha kısaltarak söyleyelim, “ayrıştırmak, birleştirmektir.”
Hükümetin Türkiye’de bilmem kaç tane etnik kimlik olduğuna dair ifadeleri ile “Kürt açılımı, Roman açılımı, Alevi açılımı, Ermeni açılımı” gibi kavramlarla yaptıkları da aynı anlama geliyor olsa gerek: “ayrıştırmak, birleştirmektir.”
- Ø Türkiye ekonomik açıdan 16. Büyük ekonomi imiş. Türkiye’nin ekonomik yönetimi bütün dünyada saygı uyandırıyormuş.
Aralık 2002 de 148,5 milyar USD olan devlet borçları, Aralık 2010’da 306,5 milyar USD olmuş. Özel sektörün dış borcu 43 milyar USD dan, 180 milyar USD a çıkmış. İç borç stoku ise aynı dönemde 149,9 milyar TL iken, 352,8 milyar TL ye çıkmış.
Demek ki, “BORÇLU OLAN GÜÇLÜDÜR.”
- Ø Türkiye Cumhuriyet döneminin en büyük kalkınmasını gerçekleştirmekte imiş.
Oysaki Türkiye’nin 1946-2002 arası ortalama yıllık büyüme hızı yüzde 5. 2002-2010 arası ise yüzde 4,95. Hemen hemen aynı.
Düşünce polislerinin bize öğrettiği doğru ise, “EŞİT OLAN RAKAM BÜYÜKTÜR.”
- Ø Hadep Eski Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Metiner‘in, CHP Eski Genel Sekreteri Ertuğrul Günay‘ın, Alpaslan Türkeş’in küçük oğlu Ahmet Kutalmış‘ın AKP‘den aday gösterilmesi “kucaklayıcılıktır“; CHP ve MHP’nin eski DYP ve ANAP’lılardan adaylar göstermesi “ilkesizliktir.”
Demek ki neymiş: “KUCAKLAYICILIK İLKESİZLİKTİR.”
- Ø Başbakan Avrupa Konseyi Genel Kurulunda sert konuşmuş, Avrupalıları paylamış.
Başbakan Erdoğan bu konuşmasında ne demiş: “Ortodoks Patriği seçilmesi Lozan Anlaşmasına göre Sensinot Meclisi’nde yapılır. Sensinot Meclisi, Lozan Anlaşması’na göre TC vatandaşı olmak durumundadır. TC vatandaşı olmadığı halde şu andaki Ortodoks Patriğinin seçimine biz göz yumduk. Ben bundan önceki Başbakan değerli dostum Karamanlis’e şunu söyledim: ‘Söyleyin, müracaat etsinler. Vatandaşlığa alalım, Lozan’ı çiğniyorlar, Lozan’ı çiğnetmeyelim.‘ O dönem olmadı. Şimdi değerli dostum Yorgo’ya da aynı şeyi söyledim, ‘Bunları vatandaşlığa alalım, bu işi meşrulaştıralım.’ Daha sonra bunu Patriğe de söyledim. ‘Lütfen müracaat etsinler, bunları vatandaşımız yapalım.’ Sonunda müracaat ettiler, şu anda bizim vatandaşımız durumundalar.”
Lozan Anlaşmasını çiğnemek, Ortodoks Kilisesi üzerindeki hâkimiyetimizi Yunanistan’a devretmek, AB’ye efelenmek demekmiş. “Nato’nun ne işi var Libya’da?” dedikten kısa bir süre sonra Nato’nun Libya’ya müdahalesine destek vermek, “LİDER ülkenin büyük dış politika başarısı” imiş.
Demek ki neymiş:“LİDERLİK AKINTIYA KAPILMAKTIR.”
*****
“İki kere ikinin beş ettiğine” inananlardansınız, çok şanslı olmalısınız. Sisteme bağlı, huzurlu ve mutlu vatandaşlar olarak yaşamaya devam ediniz.
Engizisyon Mahkemesi Galile‘ye tezini inkâr ederek, “dünya düzdür” dedirtmeyi başarmıştı. Ama O yargılamadan sonra kendinin zor duyabileceği bir sesle “her şeye rağmen Dünya dönmeye devam ediyor” demişti.
Rakamları ve kavramları eğip bükerek bir zaman insanları yanıltmak mümkündür. Ancak ebediyen gerçekleri örtmek ancak hayali bir ülkede mümkün olabilir.