Toplumu ayakta tutan en önemli temel birim olan aile kurumu hakkında ve çocuk yetiştirme sanatından, daha ziyade yetiştirememenin sonuçlarından söz etmek istiyorum. İnsan olarak tüm dünyadaki olaylardan bir nebze bile sorumlu olduğumuz düşünce çerçevesinde Çocuk Suçluluğunu ve arkasında yatan nedenleri ele almak istiyorum.
Günümüz modern toplumlarının aile yapılarında derin sarsıntılar, çözülmeler görülmektedir. Boşanmalar oldukça fazlalaşmaktadır. Her ne kadar modern bir toplum olduk, herkes kararlarının sorumluluğunu alabilir denilse de, problemli kişiliğe sahip, sorunlu çocukların çoğunun boşanmış aile çocukları olduğunu gözlemlemekteyiz. Bir toplumda insanlar arası ilişkileri düzenleyen ahlak, din, örf ve adet ve hukuk kuralları vardır. Bu kurallar olmasa toplum müşterek yaşayamaz. Böyle toplumlarda insanlar iş birliği yapamaz; iyi şirket, iyi dernek, iyi vakıf ve iyi siyasi parti kuramazlar. Çünkü aileden aldıkları sorumluluk bilinci gelişmemiştir.
Aileyi ayakta tutan ve yaşamasını sağlayan faktörler vardır. Bunların başında, eşlerin birbirlerine ve çocuklarına olan sevgileri gelmektedir. Ancak bazı ailelerde ailenin ayakta durması herhangi bir soruna bağlıdır. Araştırma sonuçlarına göre, aile fertlerinden birinin (genellikle çocuğun) herhangi bir sorunu eşleri birbirine kilitlemektedir. Eşler mevcut sorunla uğraşmaktan, birbirlerinin hatalarına, yanlışlıklarına göz yumabilmektedirler.
Bu durum yıllarca böyle devam edebilmekte.. Eşler birbirlerine destek ve anlayış gösterirler. Ancak, sorun ortadan kalktığı zaman, eşler arasında çatışmalar başlar.. Dışarıdan bakınca kapalı bir kutu gibi görünen ailenin iç yapısı oldukça girifttir. Bazı ailelerde fırtınalar koparken, dışarıdan her şey çok sakinmiş gibi görünebilir. Tıpkı ruhunda bir çok güçlük yaşayan insanların, başkalarına kendilerini sorunsuz gösterdikleri gibi… Her insanın olduğu gibi her ailenin de bir yapısı, bir kişiliği ve ruh sağlığı vardır.
İnsan doğduğu andan itibaren kendisine bakmakla, sevgi göstermekle yükümlü olan anne babasının etkisi altına girmektedir. Doğarak, onların dünyasına girerek aile üçgenini yada dörtgenini tamamlar. Doğuştan gelen genetik özelliklerinin yanı sıra anne ve babanın yetiştirme tarzının da, çocuğun kişiliğinin oluşmasında önemli bir etkisi olduğunu biliyoruz.
”İlişkiler’Yaşayan’Şeylerdir.
Aile de ‘Yaşayan’
Bir İlişkidir.
Aynı zamanda
Yaşayan Hiçbir Şey
Tek Başına
ya da
Yalnızca Kendisi İçin
Var Olamaz.”
Ele alınması gereken önemli bir nokta: Ailenin yapısal olarak çocuğun kişiliğini olumsuz ya da olumlu etkilemesi.. Bazı ailelerde, olayları kötü yönde düşünme alışkanlığı vardır. Bu aileler, kişiye ya da olaylara ”olumlu” değil, ”olumsuz” bakış açısıyla yaklaşırlar. Araştırmaların gösterdiğine göre de; böyle ailelerin çocuklarında da doğal olarak, aynı tutum gelişir. Çocuk da arkadaşlarını ya da olayları olumsuz yönde değerlendirir.
Böylece çocuğun kişiliğinde ”kötümserlik”, olaylara ”olumsuz” yaklaşma davranışları yerleşir. Çocuk, anne-babanın hem davranışlarını, hem de düşünce tarzını model aldığı için böyle bir aile yapısı çocuğun kişiliğini olumsuz etkiler. Böyle çocuklar, yetişkin birey olduklarında da, aynı eğilimi devam ettirirler. Olayların ve kişilerin iyi yanlarını değil de, olumsuz yanlarını görerek hayatın hem kendilerine, hem de birlikte yaşadıkları kişilere zehir ederler.
Konunun devamı yazımın ikinci serisin de devam edecektir.