Fikrimin Son Günü

98

Geçtiğimiz hafta sonu 24 saatliğine İzmir’e gittim. Bu zaman zarfında bir sergi açılışına, konsere katıldım ve bir panelde oturum başkanlığı yaparak konuştum. Ayrıca biri eski, üç belediye başkanını dinleyerek  onlarla sohbet ettim. Sivil toplum kuruluşlarının üye ve yöneticileri ile de beraber oldum.

Arta kalan zamanda İzmir’in İstiklal Caddesi haline gelen Kıbrıs Şehitleri Caddesinde bir  tur attım ve bir mekanın bahçesinde caddeyi gözleyerek, çay keyfi yaptım.

Bu arada İzmir’in önemli semtleri olan Basmane, Çankaya ve Alsancak’ta dolaşarak esnafla sohbet ettim. Hatta sokakta klasik dergi satışı yapan devrimci liselilerden dergi satın alarak, onlara “kimi devireceksiniz” diye de takıldım.

Tabii ki; başta Yeni Asır olmak üzere İzmir ve Ege’ye hitap eden gazeteleri de didik didik ettim.

Aynı günün gecesi İstanbul’a döndüm ve ayağımın tozuyla kalabalık bir Beyoğlu eğlencesine katılmak üzere bu semte geçtim.

İzmir malumunuz olduğu üzere ülkemizin en önemli kentlerinden biri. Bana sorarsanız düşmana ilk kurşunu atan Hasan Tahsin’le  özdeşleşmiş bir şehir. Gerçi bir çok değerin yetiştiği ve tarihi olayların yaşandığı bir yer ama yine de bazı şeyler daha çok ön planda. Örneğin  “Gavur İzmir” konusu gibi…

İzmir kendine has bu özellikleri nedeniyle, Türkiye’nin başına örülmek istenilen çorapa dolayısıyla da bu çorapın örücüsü olan AKP iktidarına karşı direniyor.

Ancak defalarca İzmir’e gitmiş olmama rağmen bu gidişimde bir kez daha gördüm ki; İzmir’in bu direnişi sadece duygusal nedenlere bağlı milli bir refleksten kaynaklanıyor.

Neredeyse herkes aynı şeyleri söylüyor ama bunlara ilişkin gerçekçi çözüm bulmaktan çok uzaklar. Ne yazık ki; ne mutlu Türküm diye haykıran bu insanların bazılarının umudu, kendisine halen Türklüğü yakıştıramayan bir  genel başkanın başında bulunduğu  parti olmuş. Bu ne perhiz  bu ne lahana turşusu!

Onlara gore CHP; Türk ordusunun başında İzmir’e giren Mustafa Kemal’in partisi. Oysa CHP bütün ağızlardan bunu tekzip ediyor. Aksini düşünenlerin ise koltuğu kaybederiz korkusu ile sesleri çıkmıyor. Köprünün altından çok sular akmış ama bunu  görseler bile bir türlü kabullenmek istemiyorlar.

Oysa günümüzün CHP’si, Atatürk’ün CHP’si ile hesaplaşmak istiyor. Dersim konusu başta olmak üzere bir çok konuda  Erdoğan ile aynı çizgiye geldiler. Hakikat komisyonu kuralım, yerel yönetimlere özerklik tanınmasını konuşalım, Öcalan’a ev hapsini tartışalım, gerekirse AKP ile koalisyon yapalım diyenler bu gün CHP’yi temsil edenler. Her halde Erdoğan’da bunlardan güç alarak iki partili bir meclis arzusunda olduğunu belirtiyor. Ne de olsa fikirler buluşmuş…

Buna karşılık İzmirliler Türk milletine mensup olmaktan çok gururlular. Meselelere milli bir pencereden bakıyorlar. Ancak baktıkları açıdan aydınlığı yakalamaları mümkün değil. Ya bunun farkında değiller ya da dediğim gibi kabullenmek istemiyorlar. O nedenle ne kadar olumlu düşünürlerse düşünsünler bunu doğru bir eylemle taçlandıramadıkları için, ne kendilerine ne de ülkemize beklediğimiz katkıyı sağlayamıyorlar.

Halbuki yaklaşan seçimlerde Türk milletini TBMM’de iktidar yapmak için staretejik bir çaba harcasalar, sonuç ne kadar daha iyi olur. Bunun için adres göstermeye de lüzum  yok.

Türk milleti açısından baktığımızda, 12 Haziran 2011 tarihinin en az 29 Ekim 1923 tarihi kadar önemli olduğunu görüyoruz. Bana göre fikrimin ince gülü bu tarihte fikrimin son günü haline dönüşebilir.

İzmir ve İstanbul’da bir araya geldiğim yüzlerce insanın iyi şeyler düşündüğünü ama doğru fikirlerle ve akılla süslenmiş bir stareteji ile hareket etmediğini gördüm.

AKP  ve CHP’nin, Türk insanının yüzüne karşı ayrı konuşup arkasından ayrı hareket etmesini ve böylece insanımızı yanıltmasını önlemeliyiz. Aksi halde telafisi  zor büyük zararlar görmeye devam edeceğiz. Hem de iyi niyetle!!!