Bu Türkiye Yıkılır

197

Adalet bir devletin temelidir. Türkiye’de bir mahkemeye yolunuz düştüğünde,hakimin arkasında “Adalet Mülkün Temelidir” yazısını görürsünüz. İşte o adalet artık Türkiye’de mülkün yani devletin temeli olmaktan çıkmıştır.

Vatandaşın adalet duygusunu kaybettiği bir devlet yıkılır. Ve kanaatimce  vatandaşın Türkiye’de adalet olgusuna artık inancı kalmamıştır.

Habur’da terör örgütüne düzenlenen hakimli ve savcılı karşılama, teröristlerin ayağına mahkemenin taşınması ve terör örgütüne üyeliğin ikrarına rağmen teröristlerin ellerini kollarını sallayarak Türkiye’ye girişleri, hukukun üstünlüğünün egemen olduğu çağdaş bir ülkede asla görülebilecek bir tablo değildir.

Bebek katili sıfatlı ve binlerce şehidin kanına girmiş olan terörist başının İmralı’da adeta bir tatil köyünde yaşar hale getirilmesi ve eli kanlı örgütünü pervasızca idam ve müebbet hapisle hükümlü olduğu konforlu mekanından yönlendirmesi, hukukun egemen olduğu bir ülke de asla düşünülemez.

Bir ülkenin Yargıtay’ı, Danıştay’ı, Sayıştay’ı ve HSYK gibi adli organları, hangi ülkede bu kadar siyasallaşmıştır? Hangi ülkede hakim ve savcılara ve onların yürüttükleri soruşturma ve yargılamalara bu kadar güven azalmıştır? Bütün bunlar kasıtlıdır ve Türk devletinin yıkılması için iç ve dış düşmanlar tarafından yapılmakta, halkın devletine karşı güveni sarsılmaya çalışılmaktadır.

Hukuk niçin bu kadar geç tecelli etmekte veya hiç tecelli etmemektedir? Yargılamalar ve temyiz incelemeleri niçin bu kadar uzun sürmektedir? Yargıtay’da bekleyen 1.700.000 dosya sayısına ulaşılıp adalet kilitleninceye kadar niçin tedbir alınmamıştır?

Ülkemizde mahkemelerce yakalanmasına karar verilen 700.000 kişi neden kolluk kuvveti dediğimiz polis ve jandarma tarafından bulunamamakta ve mahkemelerin muhtelif emirleri ivedilikle niçin yerine getirilememektedir? Ama bu çark namuslu vatandaş için tersine işlemekte ve bu kolluk kuvvetleri istediklerini iğne deliğine girse bile anında yakalamaktadır. Bu da hukukumuzu haklının hakkını bulduğu değil güçlünün olmayan hakkını hukukileştirdiği bir güçlüler hukukuna dönüştürmektedir.

Şimdi de nedeni ne olursa olsun halkın hukuk duygusunu zedeleyecek bir şekilde, tutukluluk süresi uzadı diye mahkumiyeti Yargıtay incelemesi ile kesinleşecek pek çok suçlu halkın gözlerinin içine baka baka salıverilmektedir.

Eğer bu salıverilenler suçlu değilse niye bu kadar uzun süre tutuklu kaldılar? Yok eğer suçluysalar niye yargılamaları süratle neticelendirilip niçin ceza almadılar ve kamu vicdanı niye tatmin edilemedi? Kimsenin hele ülkeyi yönetenlerin bu iş te hiç mi kabahatleri yok?

İç hukukta bu sıkıntılar yaşanırken ve bunlar yetmezmiş gibi başbakan yardımcısı Bülent Arınç aslında sıradan bir kilisenin papazı olmaktan başka hiçbir hüviyeti olmayan Bartholomeos’un ayağına kadar gidip “haklı taleplerinizi yerine getirmeyi görev sayıyoruz” demesi uluslararası hukuk açısından tam bir mağlubiyet ve Batı Trakya Türklerinin haklarının terk edilmesi demektir. Sayın Arınç’a; Batı Trakya Türklerinin haklı taleplerini Yunanistan’ın yerine getirmesi konusunda ne yapıyorsunuz diye soruyorum.

Ya vergi, prim, trafik cezası gibi birçok hususu içeren ve yurttaşlık görevini zamanında yerine getiren vatandaşı enayi yerine koyan af tasarısına ne demeli? Ya askerlik görevini zamanında eksiksiz tamamlayan vatandaşa karşı, polislerimizin yasayla kayırılmasına ne demeli? Nerede kaldı anayasamızın her vatandaşın yasalar karşısında eşit olduğu ilkesi?

Vatandaşımız, devletine güveniyor ve hakkını mahkeme de arıyor, oğlunu askere gönderiyor ve ocağına ateş düşebiliyor, vergisini zamanında ödüyor, bayrağına ve devletine saygı duyuyor ve karşılığında hep haksızlığa uğruyor. İdeal vatandaş olmanın ödülü asla bu olmamalıdır. Bu bir kader olamaz ve hukuk denilen sistem buna izin veremez.

Böyle yapan bir devletin ayakta kalıp yıkılmaması mümkün değildir. Ancak enteresandır ki; bu tabloya karşı Türk halkı büyük bir sessizlik içindedir.

Büyük Önder Atatürk; Kurtuluş Mücadelesi sırasında kendisini endişelendiren en büyük hususlardan birinin, iç cephedeki suskunluk ile bunun sonucu ortaya çıkan sessizlik olduğunu söyler.

Kurtuluş Mücadelesi incelendiğinde, Atatürk’ün, Türk Milletini uyandırmak için çok sıkıntı çektiği görülecektir. Kurtuluş Mücadelesi’nin kilit noktası olan Kastamonu halkının bile mücadeleye razı edilmesi için Mehmet Akif uzun süre Kastamonu’da kalmış ve Nasrullah Camii’nde vaazlar vermiştir. Türk halkını Kurtuluş Mücadelesi’ne ikna etmek için gösterilen çabalara böyle yüzlerce örnek verilebilir.

Türkiye’nin içinde bulunduğu şartlara şöyle bir bakınca yaşadığımız günlerin Kurtuluş Mücadelesi’nin verildiği günlerden pek farklı olmadığı görülmektedir.

Ülkemizde adalet denilen olgu tükenmiştir. Ekonomi çıkmaza sürüklenmiştir. Bölünme kapıya dayanmıştır. Halk fakirlikten hiçbir şeyi düşünemez bir haldedir. Buna rağmen bir kısım şer güçler; medya  ve toplumun arasına karışmış işbirlikçi ajanları eliyle çizdikleri pembe tablolarla halkın kafasını karıştırmaktadır.

Bu durum halkımızı sessizliğe itmektedir. Halkı bu sessizlikten ve hukuksuzluğa karşı suskunluktan kurtarmak ve buna demokratik kurallar çerçevesinde çözüm bulmak her bir Türk aydınının görevidir.

Bu nedenle herkes bulunduğu çevrede önderliğe soyunmalı ve Türk Milletine, içine düştüğü bu badireden kurtarılması için destek sağlamalıdır. Aksi halde adalet terazisini bu kadar bozmuş olan bir devlet yıkılır ve Türk Milleti felakete yelken açar. Ve tabii ki; halen adı Türk olan bir millet ortada kaldıysa…