Orhun Müzesindeyiz

110

Nihayet, yıllardan beri görme hayalimiz gerçek oluyor. Artık abidelerinin orjinal kitabelerini göreceğiz. 1300 yıl önce Bilge Kaan’ın birlik ve beraberlik olun nasihatının yazdığı Bilge Kaan anıtı ve Kültigin anıtına dokunabileceğim. Orhun müzesi için Türkiye hiçbir fedakarlıktan kaçmamış, Çin ve Moğol mimarı stili ile muhteşem bir müze binası yapmış. Müze binası ile Kültigin ve Bilgi Kaan anıtlarının bulunduğu yer arasında 500 metrelik mesafe var. Kitabeler buradan müzeye taşınarak, yeni koruma altına alınarak, asırlardan beri süren vefasızlığımız son bulmuş. Müzenin içerisine giriyoruz. Elimde kameram, boynumda fotoğraf makinemle o muhteşem anıt ve abidelerin belgesel ve görüntülerini çekiyorum.

Müzenin giriş kapısının tam karşısında gerçek anlamda bir abide. Yan yerleştirilen. Kültigin ve Bilge Kaan anıtları hayalimizden de ihtişamlı. 1300 yıldan beri yazılar silinmemiş. Nihayet anıtın yanına varıp dokunabiliyoruz. Yıllardan beri görme hayaliyle yanıp tutuştuğumuz anıtı okşayabiliyoruz. Anıtın önünde ve çevresinde dolaşarak, hatıra fotoğrafları çekip, anıttaki yazıları kameramıza birbir kaydediyoruz. Anıtın içinde de başka bal bal mezarları ve kitabeler var. Fakat müzenin bom boş olması ve hiç bir bilginin yazılı olarak yer almaması üzücü.

Bu kadar büyük masrafla yapılan müze, Türk tarihi ile ilgili birçok yazı görsel malzeme ses ve görüntü efekleriyle Büyük Hun imparatorluğu, Göktürk İmparatorluğu, Uygur imparatorluğu, Oğuz Kaan destanı, Orhun ırmağı ve Ötüken ormanları ile Uygur imparatorluğunun başkenti Karablgas ve Göktürk imparatorluğuna başkentlik yapan Karakurum şehri ile ilgili ayrıntılı bilgiler yer alabilirdi. Müzenin bom boş olması sergi alanlarında hiç bir şeyin olmaması TİKA’nın çok büyük bir ayıbı.

Türk İş Birliği ve Kalkınma Ajansı TİKA’nın bu tavrı, TİKA’nin Moğolistan bölge koordinatörü Erol Çetin’e bizzat kendisine aktararak eleştirilerimi sıraladım. Acaba TİKA buralara kimse gelmez, buralar çok uzak diyerek, Müze yi oldu bittiye mi getirdi. TİKA’nın kuruluş amacı çok güzel ancak, hem geçmişte hem bugün TİKA’yı yönetenler amacına uygun hizmet vermediklerine inanıyorum. TİKA Başbakanlığın örtülü ödeneğinden bütçesini alıyor. TİKA’ya hesap soran yok. Hesapsız kitapsız harcamalar, yapılan işlerin oldu bittiye getirilmesi üzücü. Cumhurbaşkanı ve Başbakanlığı geniş çaplı soruşturma ve araştırma yapmaya çağırıyorum.

TİKA’nın daha başarılı olması için mutlaka ciddi şekilde denetlenmeli. Tıpkı bizim gibi olumlu eleştirilerde bulunmalı. TİKA Moğolistan bölge koordinatörü bizim eleştirilerimizi sadece yapılacak, diyip geçiştirdi, ama biz bunun takipçisi olacağımızı bu satırlardan sizlerle paylaşmak istedim.
Bilge Kaan’ın Nasihatı Bugünde Geçerliliğini Koruyor
Bilge Kaan ve Kültigin anıtlarının bulunduğu müzeden ayrılırken, bir kez daha hatırama 1300 yıl önce yazdığı nasihatı bir kez daha düşünerek, Bilge Kaan anıtının bulunduğu müzenin yakınındaki yere gidiyorum.

“Tahta oturduğumda, şuraya buraya dağılmış olan milletim ölüp biterek, yaya ve çıplak olarak geri geldi. Milletimin adı yok olmasın, töre yok olmasın diye gündüz oturmadım, gece uyumadım. Gözden yaş gelse önleyerek, gönülden çığlık gelse geri çevirerek düşündüm. İyice düşündüm. Milletimi kalkındırayım, besleyeyim diye; kuzeye, güneye ve doğuya oniki büyük sefer yaptım, savaştım. Ondan sonra, Tanrı bağışlasın, talihim ve kısmetim var olduğu için, Ötüken’i il tuttum. Açları doyurdum, çıplakları giydirdim. Yoksul milleti zengin kıldım. Az milleti çoğalttım. Artık kötülük yok. Ve Türk Kağanı mukaddes Ötüken Ormanında oturdukça ülkede sıkıntı olmayacak, töre yaşayacak.
Türk, Oğuz Beyleri, Milletim, işitin!
Üstte mavi çökmese, altta yağız yer delinmese senin ilini ve töreni kim bozabilir?
EY TÜRK TİTRE VE KENDİNE DÖN!”

Elimde kamere ve fotoğraf makinemle müzeye 500 metre mesafedeki Bilge Kaan anıtının bulunduğu yere geliyorum. Burası da kalın ve yüksek duvarlarla çevrilmiş. Çin Mimarisi ile yapılmış kapının girişinde Moğolca, İngilizce ve Türkçe kitabe yer alıyor. Türk bayrağı ve TİKA amblemi sökülmüş, Anıt hakkında bilgiler yer alan yazıların Türk bölümü silinmiş. Anıtın bulunduğu alana gidiyoruz. Temsili bir kopya anıt, birebir yapılarak burada sergileniyor. Mezarlar ve mezar kalıntıları yer alıyor. Bölgeyi gezip, buralarda görüntüler çekiyoruz.
Buraya yaklaşık 1km mesafedeki Kültigen anıtının bulunduğu alana gidiyoruz. Aynı şekilde burası da tanzim edilmiş. Girişteki kitabeler anıtın bulunduğu yerde birebir kopyası yapılan Kültigin anıtı yer alıyor. Buraları gezerek anıtların ve müzenin gönüllü bekçiliğini yapan, Müzenin yanı başındaki Moğol çadırına misafir oluyoruz. Bizi Moğol misafirperverliği ile karşılıyor. Kameramızla içeri girip, Moğol çadırındaki yerleşik düzenin görüntülerini çekerken, bizlere ikram edilen yoğurt ve kaymağı afiyetle yiyoruz.

Hemen belirtelim. Milyonlarca büyük ve küçük baş hayvanın bulunduğu Moğolistan’da Peynir yoğurt ve süte hasret kaldık. Her nedense Moğollar, peynir ve yoğurdu farklı şekilde değerlendiriyor. Sadece Orhun abidelerinin bulunduğu bu yerde yoğurt ve sütü tatmış olduk.

Orhun Abidelerine Veda Ederken

Zamanın nasıl geçtiğini bilemiyorum. Kendimizi Orhun vadisi ve Göktürk kitabelerine kaptırmıştık. Vakit hızla geçti ve veda vakti geldi çattı. Orhun abidelerine veda ederken, tarihimizin şanlı sayfaları zaman tüneline girmişçesine bir daha gözümün önüne geldi. Türk tarihinin ihtişamlı geçmişi Orhun Vadisinde sanki yeniden dile geliyordu ve Orhun abidelerine veda ederken, bu bölgeler kendi haliyle bize çok şeyler söylüyordu.Buralarda neler yaşanmıştı neler.

O günlerde bir destan yazılmıştı. Kitaplara değil çocukların belleklerine, gelecek nesillerin kalplerine. İsimleri vardı. Tarih onları silinmeyen bir kalemle yazdı. Çeliğe su verdiler. Atları kıvılcım saçıyordu. Kısraklarında nakışlı eğerleri, yol tuttular. İz sürüp yurtlandılar. Başta Oğuz kağandı adları. Güneşi sırtlanıp yürüdüler. Birlik oldular, dirlik oldular.
Ve seslendi Bilge Kağan: “Sözlerimi iyice işitin. Önce siz kardeşlerim, oğullarım, birleşik boyum. Beylerde gün    ^ doğusuna, güneyde gün ortasına, geride gün batısına, kuzeyde gece ortasına kadar halkım. Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım. Kardeşim Kültegin’le ölesiye çalıştım, çabaladım. Hakkı, ateş ve su gibi birbirine düşman
etmedim. Çıplak halkı giyimli kıldım. Fakir halkı zengin kıldım. Türk milletini düşmansız kıldım. Ey Türk milleti işit. Üstteki mavi gök çökmedikçe, alttaki yağız yer delinmedikçe senin devletini ve yasalarını kim bozabilir?”

İlk kez Türk Adı bu vadide devlet ismi olarak bu vadide yazılmıştı

Türk adını ilk kez devletin resmi adı olarak benimseyen Göktürkler, tarih sahnesine çıktı. İki yüz yıldan fazla bir süre egemenliklerini sürdürdüler. Sınırları doğuda Kore, batıda Hazar Denizi’ne kadar uzanan geniş bir coğrafyaya yayıldılar. Çok hızlı  hareket  edebilen  süvariler, Göktürkleri zaferden zafere koşturdu. Göktürklerle ilk defa millet olma bilinci  yerleşti.  Kültür  ve medeniyette yüksek bir düzeye ulaştılar. Göktürkler, Orhun abidelerini diktiler. Bilgelikle yönettiler devleti. Türk milleti bahtiyar oldu.  Bütün Türk devletlerinde olduğu gibi ne zaman ki bilgisiz, tecrübesiz kağanlar tahta oturdu, onların kötü idaresi ve dış güçlerin hileleri yüzünden zengin ülkelerini yitirdiler. Cihanı tutan güçlerini kaybettiler.

Biz kendimize tarihin akışına o kadar kaptırmışız ki birden rehberimiz Orhun ırmağını görmeye gidiyoruz, diyerek asfalt yoldan bize bozkırlara yönetti. Heyecanlanmıştım. Evet Orhun ırmağını görecektim. Bir düzlükte durduk. Sarı çiçekler Mor yaban laleleri, kekik otlarının arzu endam ettiği bu ovada, fazla büyük olmayan ama kıvrım kıvrım ve nazlı nazlı akan küçük bir ırmağın kenarına geldik. İşte burası eski Orhun ırmağı dedi rehberimiz. Şaşırmıştım. Ben Orhun ırmağını daha büyük, daha geniş, daha canlı, daha heyecanlı bekliyordum. Fakat tam tersi Orhun burası olmasa gerek diyordum. Rehberimiz uyardı. Gerçek Orhun, yani yeni Orhun ırmağı biraz daha ileride Karakurum şehrinin hemen yanı başında, Ötüken ormanlarında doğarak Moğolistan içerisinde1400 km yol katettikten sonra, Rusya sınırlarında Baykal ırmağına dökülen nehir. Burası eski Orhun ırmağının küçük bir kolu olan eski Orhun diyince içim rahatladı.

Benim hayalimdeki Orhun ırmağını daha sonra görecektim. Ama bu Orhun ırmağının bu küçük koluda bize çok şeyler söylüyordu. Geçmişte çok daha geniş vadi ve sulu akan bu ırmak ekolojik dengenin ve iklimlerin değişmesi ile azalıyormuş. Burada kuşların ördeklerin, büyük ve küçük baş hayvan sürülerinin atların görüntülerini çekiyor, Eski Orhun vadisinde tarihe ve zamana not düşmeye devam ediyoruz
Yeniden yola koyulup, Türkiye Cumhuriyeti tarafından yapılan asfalt yoldan geçerek, Karakurum şehrine gidiyoruz. Karakurum şehri ile Orhun abidelerinin bulunduğu alan 50 km buraya Türkiye Cumhuriyeti devleti çok güzel bir asfalt yol yapmış. Asfalt yoldan geçerken, geçmişteki Türk atalarımız sanki bize eşlik ediyordu. Orhun ırmağı vadisindeki Karakurum şehri uzaktan bir tablo gibi bize hoş geldin dercesine kucağını açmış bekliyordu. Dağların eteğinde, ırmağın kenarında, yemyeşil düz bir alanda kurulan Karakurum şehri Göktürk, Uygur ve Moğol İmparatorluklarına başkentlik yapmıştı. İpek yolunun da birleşme noktasıydı. Bugün o ihtişamlı imparatorluk şehrinden geriye sadece, 7 bin nüfuslu kasaba kalmış.

Karakurum ile Ulanbatur arası yaklaşık 400 km sağlıklı yol olmadığı için 8-10 saatlik karayolu ile gelinebiliyor. Ancak uçaklarla buraya gelinebiliyor. Burası çok uzak olduğu için ve uçakta çok pahalı olduğu için Moğolistan’a gelen bir çok Türk Orhun Abidelerini ve müzelerini görmeden Türkiye’ye dönüyorlar . Karakurum Şehrinin hemen yanı başında, Ötüken ormanlarından doğan Orhun nehrinin kenarındaki çadır tesislere geliyoruz. Vadinin içerisinde yemyeşil ovada kurulu çadır, kampımız çağlayarak akan Orhun ırmağının sesi ile tam bir lüks otel konforunda.

Çadıra yerleşir yerleşmez, kararan havaya aldırış etmeden, kendimi Orhun ırmağının kenarına atıyorum. Karlı dağlardan doğarak gelen Orhun ırmağı, Köpük köpük akıyor, taş alıp, ırmağa doğru atarken, asırlar önce bu ırmak kenarındaki çocukları ve ihtişamlı tarihi düşünüyordum.
Irmağın kenarından ayrılmak istemiyorum ama günün farklı duygular içerisinde çadıra dönerek, Orhun ırmağının adeta ninni gibi gelen sesini dinlenerek, kendimi uykunun kollarına atıyorum.

Göktürk ve Moğol İmparatorluklarının Başkenti Karakurum’dayız

Göktürkler, Moğollar ve Uygur Türk İmparatorluğuna başkentlik yapmış tarihi Karakurum şehri üzerine güneş yeni doğarken, Orhon ırmağının  çağlayarak akan sesi bizi uykumuzun uyandırıyor. Güneş bütün kızıllığını altın sarısıyla çadırlarımıza, Orhon vadisi ve Karakurum şehri üzerine serperken, kuş sesi ve bülbül sesleri ile güneşin muhteşem manzarasını Karakurum şehrinde belgesel görüntüleri çektik. Kahvaltımızı Orhon ırmağı nehri kenarında yaptıktan sonra, önce tarihi Karakurum şehrini tepeden seyretmek üzere dağlara tırmandık.

İmparatorluklar şehrinden eser kalmamış. Şimdi küçücük bir kasaba. Tipik evleri ile güzel bir görünüm arz ediyor. Tarihi Karakurum şehrinden geriye kalan Erdenazu Budist tapınağı. Burası çok geniş bir alan. Bu tapınak bile Karakurum şehrinin ihtişamını yansıtmaya yetiyor. Çin ve Tibet kültür karışımı Budizm inancını yansıtan bu tapınak bir mabetten çok tipik görüntüsüyle adeta bir kale gibi. Tapınak tepeden bir tablo gibi Karakurum ovalarını süslüyor. Budist tapınağının içerinde birçok tapınak var.

Tapınağın içerisine özel izin alarak çekim yapıyoruz. Ancak tapınağın giriş kapısından sonra bizi bir sürpriz bekliyordu. 800 yıl önce Moğol İmparatorluğu dönemimden kalma Karakurum’da ki 17 camiden birine ait muhteşem bir taş kitabe adeta bize hoş geldin dercesine bizi karşılıyor. Kitabenin bir camiiye ait olduğunu söyleyen bir rehber, Karakurum’dan 17 ayrı etnik millet ile birçok dinin rahatça ve özgürce hayatını sürdürdüğünden söz ediyordu. Karakurum camisinden kalan bu kitabe Orhon vadisinde ki İslam medeniyetinden bir tapu senedi gibi dimdik ayakta duruyor. Kitabeyi elimizle okşuyor, 800 yıl önce Karakurum’un ihtaşımını düşünüyordum. Tarihi Karakurum şehrinin bulunduğu şehir ipekyolununda bulunduğu önemli bir kavşak noktasıydı. Bulunduğumuz Budist tapınağı Endenezu tarihi Karakurum şehrinden ayakta kalan tek eser. Camiler dahil bütün Karakurum şehri yıkılmış. Şehir harabelerinin bulunduğu yere Erdenezu müzesini gezdikten sonra gideceğiz.

Erdenezuu Müzesini Geziyoruz

 Budist tapınağı Erdenzuu müzei etrafı “tanrının evi” anlamına gelen kare planlı ve sivri surlarla çevrilmiş. Çok eski binalar bulunuyor. Budist tapınağını ateist Moğol rehber eşliğinde geziyoruz. Dev buda heykelleri, budanın yardımcıları, şeytan figürü, Budizm dinini sembolize eden resimler var. Budizm milattan önce 1500 yıllarında Tibet’te ortaya çıkan 90 yaşında ölen Buda’dan alıyor. Budizm’de cennet ve cehennem inancıda var. 108 Tanrı’ya inanılıyor. Şeytan figürünün Budizm’de de olduğu ve şeytanı kadın kılığına giren bir meleğin öldürdüğüne inanılıyor. Bu müzede çok sayıda manastırlar ve ibadethaneler olduğu söyleniyor. Bu yerlerin birçok yerini gezip figürlerin, heykellerin ve aletlerin görüntülerini çekiyoruz.

Erdene Zuu, 13.yy. da Büyük Moğol İmparatoru Cengiz Han’ın geliştiği Karakurum bölgesinde, yapımından sonra sosyal ve siyasi nedenlerle defalarca dağıtılan ve kapatılan fakat günümüzde halen yaşayan ilk ve en büyük Budist Manastırıdır. Manastır UNESCO DÜNYA MİRASI listesine alınmıştır.
Bu manastır 1585’te Moğolistan’da Tibet tarzı Budizm’in tanıtımında ABTAİ SAİN HAN tarafından yapılmış. Buda inancına göre Tanrı’nın evi olarak adlandırılan 102 kuleli duvar ile çevrili olup,1680’de de yıkılmış fakat 18.y.y.da yeniden yapılmıştır. Erdeneuu müzesinin içinde 52 Budist tapınağı bulunuyor. Bu tapınakları tek tek gezip, belgesel çekiyoruz. Bizim dışımızda birçok Avrupa ülkesinden Çin ve Kore’den turistler var. Türkiye’den çok az turist geliyor. Moğolistan’ı yılda 100 bin turistin ziyaret ettiğini öğreniyoruz.

Komünist Lider Budist Rahipleri Öldürdü

Moğolistan 1920’li yıllarda Komünist Rusya blokunda yer almıştı. 1939’da Moğol Komünist lider KHORLOGİİN CHOİBALSAN tarafından Budist tapınağı  tekrar yıkılmış ve yüz kadar manastırda 10 binden fazla Budist rahip öldürülmüştü. Budist rahiplerin öldürülmesine Stalin karşı çıkarak rahiplerin katliamını önlediğini de öğreniyoruz. Turistlerin büyük ilgi gösterdiği bu tapınakta ki üç küçük tapınak ve kuleli dış duvarlar 1947’de müzeye dönüştürülmüştür. Manastırın bu bölümlerinin Stalin’in baskısıyla Stalin ile Başkan yardımcısı HENRY A.VVALLACE “in 1944’teki Moğolistan delegasyonuna bağlı olarak dağıtılmadığı araştırmacılar tarafından kabul edilmektedir. Stalin’in Budistlere gösterdiği bu hoşgörü rehberimiz tarafından ilgi ile anlatılıyordu.

Karakurum’daki Budist tapınağından başka Moğolistan’da tek faal manastır başkent Ulaanbaatar’daki GANDANTEGCHİLEN KHİİD manastırıdır. Bu manastırda da zorda olsa çekimler yapıyoruz. Başkent Ulanbatur’un en görkemli binası olan Budist tapınağında ki Buda heykeli adeta yerden semaya doğru yükselmiş durumda. Tayland’ta ki oturan ve yatan Buda heykellerine inat Ulanbatur’da ki Budist tapınağında ki Buda heykeli adeta dünyaya hakim olma edasıyla fırlamış gibi. Bu tapınağın içinde ve çevresinde belgesel çekimleri yaparak tarihe not düşüyoruz. 

Gezip dolaştığımız zaman zaman da Budist rahiplerle de belgesel görüntüler çektiğimiz Karakurum’ da ki Erdenezuu Budist tapmağı, Komünizm süresince müze olarak kullanılmasına izin verilmiş olmasına rağmen 1990’da komünizmin yıkılmasıyla küçük faaliyetleri olmuştur. Günümüzde aktif manastır ve müze olarak hizmete açılmıştır. Tapınağın içerisinde Budist rahipler, turistler, yerel kıyafetle Moğol tarihini canlandıran insanlarla hatıra fotoğraf çektiriyoruz. Tapınaktaki belgesel çekimlerimizi tamamlayarak tapınağın dışında kartallarla poz verip, çekim yapıyoruz. Ardından Orhon ırmağı kenarında atlara binip, Orhon vadisinde sembolik olarak atalarımızın at sırtında ki hayatlarını da yaşamış oluyoruz.

Tarihi Karakurum Şehrinde Belgesel Çekiyoruz

Tarihi Karakurum şehrini gezmeye devam ediyoruz. Bir zamanlar imparatorluklara başkentlik yapan Karakurum’dan hiçbir eser kalmamış her yer dümdüz ovalar haline gelmiş. Alman ve diğer arkeologlar tarafından kazılar yapılmış. Bu muhteşem imparatorluk şehrinin ihtişamlı geçmişini başkent Ulanbaturda ki Moğol tarih müzesinde ki makette görmüştük. Bu şehrin maketi bile hoştu. Makette iki Camii minaresi ile birlikte çok net gözükürken, daha sonra yaptığımız araştırma da Moğol İmparatoru Cengiz Han döneminde 17 camii ve mescidin olduğunu öğrendik.

Bu muhteşem şehirden sadece Budistlere ait Erdenezuu müzesi ile şamanlara ait Şaman tapınağı bulunuyor. Şehrin yıkılıp yakıldığını kiremitlerin demir ve simsiyah taş haline geldiğinden anlıyoruz. Bu tarihi şehirde sadece turistlere satış yapan birkaç tezgah ve Moğol çadırından başka hiç bir şey yok.  Tarihi Karakurum şehrinin bulunduğu belgesel görüntüler çekerken bu şehrin ihtişamlı geçmişini gözümüzün önünde canlandırmaya çalışıyoruz. Tarihi Karakurum şehri Orhun vadisi Hiung-nu, Göktürk ve Uygur imparatorluklarına beşiklik etmişti. Göktürkler, Hangay Dağları yakınlarındaki Ötüken diyarına yerleşmişti, Uygur Türk İmparatorluğu ise Karakurum şehrine 50 km mesafede Orhon ovalarından kurulu Karabalgasun’u başkent yapmışlardı. Ancak daha sonra Uygurlar, ülkenin merkezini Karakurum’a taşımışlardı. Karakurum bölgesi, Moğolistan’ın en eski tarım alanı olup, halen Moğolistan’da buğday ekimi yapılan olma özelliğine sahip. Seralar ve sulama kanalları ile sulu tarım yapılıyor.
Karakurum, bir süre Harzemşahlar’a merkez olmuştu.1218/19 yıllarında Cengiz Han  Karakurum’u geçirdikten sonra Moğol Devleti 1220’de yeni bir başkent oluşturma isteğiyle Karakurum’u yeniden yapılandırmaya başlarlar. 1235 yılına kadar, Karakurum küçük bir kentti, Cengiz’den sonra Moğolların başına geçen Oktay Kağan’ın Çinlilere yenilmesinden sonra kentin çevresine surlar dikilmeye başlanmıştı. Oktay ve varisleri döneminde, Karakurum Ön Asya ve Orta Asya’nın önemli siyasi merkezlerinden oldu. 
Karakurum hoşgörünün merkezi

Bir Flemenk-Fransız misyoner ve Papalık elçisi olarak 1254’te Karakurum’a ulaşan Rubruck’lu William’a tespitine göre; Karakurum kozmopolit bir kentti. Bir çok inanç vardı ve hepsine saygı duyuluyordu. Kent surlarla çevriliydi ve dört kapının dört yönetim merkeziyle yönetiliyordu, kentte iki kışla vardı. Dini açıdan kentte Paganlar, Mani dini’ne inananlar ve İslam’ı kabul edenler çoğunluktaydı. Şehirde iki cami ve Nesturi kilise olduğundan söz eder.”
1260’ta Cengiz Han’ın oğlu Kubilay Han Moğol hanedanında kendini Moğol Hanı olarak duyurarak, başkenti Şangdu’ya taşır. Daha sonra ise başkent zamanın söyleyişi ile Hanbalık bugünkü adıyla Pekin oldu. Karakurum Avar hükümdarının 1271’de Çin’e girmesiyle yönetici kent özelliğini büyük ölçüde yitirdi. 1260’da, Kubilay Han kentin tüm tahıl ihtiyacını engelledi ve 1277’de Kaydu Han Karakurum’u işgal etti, Ancak, 14. yüzyılın ilk yarısında kent yeniden bir canlanma dönemine girdi. 1299’da kent doğuya doğru büyütüldü. 1311’de ve daha sonra 1342-1346 yılları arasında Budist ibadethaneleri onarıldı.
1368’de Yuan Hanedanlığı’nın yıkılmasıyla birlikte Biliktü Kağan Karakurum’a yerleşti. 1388’de, Ming Hanedanlığı’ndan kamutan Hu Da şehre girip, Karakurum’u yağmaladı. Saghang Sechen, Erdeni-yin Tob_i’de kentin 1415’te yeniden yapılandırılması için Kurultay’dan yetki alındığını iddia etti, ancak arkeolojik veriler bu iddiayı kanıtlayacak bulgulara ulaşamadı. Bununla birlikte, 16. yüzyılda Dayan Han kenti birkez daha başkent yaptı. Çeşitli zamanlarda kent Börçigin ve Oyrat kavimleri arasında el değiştirdi.

1585’te Abatay Han kent yakınlarında Halhalar için bir Tibet Budizmi merkezi olan Erdene Zuu Manastırı’nı inşa etti. Bu inşaat yapılırken çeşitli malzemeler kullanıldı. Karakurum’un gerçek konumu uzun itilaflara neden oldu. İlk ipuculardan Erdene Zuu’nun Karakurum’da olduğu 18. yüzyılda zaten biliniyordu. Ancak 20. yüzyıla kadar buranın Karabalgasun veya Ordu-Balık olabileceği düşünülüyordu. 1889’da, Nikolai Yadrintsev’in eski Moğol başkentini bulmak için yaptığı araştırmalar, Türk tarihinin ilk Türkçe yazılı belgeleri sayılan Orhun Yazıtları’nın bulunmasını sağladı. Yadrintsev’in yaptığı araştırmalardaki görüşleri Wilhelm Radloff tarafından da desteklendi.
Günümüzde de tarihi Karakurum şehri için girişimlerde bulunulmuştur. Başbakan Tsakhiagiin Elbegdorj 2004 yılında eski başkent Karakurum yerinde yeni bir şehir inşa etmek için bir proje geliştirmeye karar verdi. Uzmanlardan oluşan bir çalışma grubu atadı. Ona göre, yeni Karakurum örnek ve Moğolistan’ın başkenti olma vizyonuyla biçimlenecek bir tasarım olacaktı. Ancak Elbegdorj’un istifası ve Miyeegombiin Enkhbold’un başbakan olmasıyla birlikte tasarı rafa kaldırıldı.
 Evet tarihi Karakurum şehri ile ilgili anlatılıp söylenecek çok şey var. Ancak Karakurum Türk tarihinin önemli kilometre taşı ve Orhun abidelerinin bulunduğu bölge. Karakurum ile ilgili Türkiye’de yeterli ilmi çalışmaların bulunmayışı büyük bir eksiklik.

Orhun Irmağının Doğduğu Yere Gidiyoruz

Devam edecek