Moğolistan Gezi Notları -3

109

Moğolistan da İpek Yolu İle Orhun’a Gidiyoruz

Moğolistan’ın başkenti Ulanbatur’dan Orhun vadisindeki Göktürk kitabeleri ve Ötüken diyarına gitmek üzere, yola çıkıyoruz. Batıya doğru gideceğimiz bu yol ipek yolu güzergahından birisi. Asırlar önce bu yoldan kervanlar geçiyorlardı. Asırlar sonra kervanların develerle takip ettiği yolları biz araçla gideceğiz. Şehri yavaş yavaş terk ediyoruz. Dağlar ve Bozkırlar arasında yola devam ederken, evlerin yerini artık çadırlar almaya başladı. Göçerlerin yaşadığı çadırlar. Bozkırların ortasında âdete birer mantar gibi gözüküyor. Asfalt yol sona erdi. Şimdi tozlu topraklı ovadaki yollarda giderken, küçük ve büyükbaş hayvan sürüleri, atlar ve deve sürüleri yeşil Moğol ovasının sessizliğini bozuyor. Aracımız bir anlamda bozkır safariside yapıyor. Aracın arkasında çıkan toz bulutları, yeşil ovanın sessizliğini bozarken, bir ara yine asfalt yola giriyoruz.

Tepe üstünde bir Şaman anıtının etrafında aracımız tur atıp, korna çalarak, duruyor. Şamanizm bölgesinin en eski inanç sistemi şaman anıtı küçük taşlarla adeta bir tepe meydana getirmiş. Yeşil bezler, koltuk değnekleri, mumluklar, şaman anıtının en önemli aksesuarları. Şaman anıtına sadece şamanlar değil, Budistler de saygı gösteriyor. Şaman anıtındaki ilginç malzemeler dikkatimi çekiyor ve anıtın tepesine tırmanıyor, kendimi alamayarak ezan okuyorum. Şamanizm bir çok batıl inanç sistemine göre, İlahi inanç sistemlerine çok yakın. Budizm, Moğolistan da en geçerli din. Müslümanların sayısı ise oldukça az. Son dönemde misyonerler büyük artış gösteriyor. Avrupa ülkeleri ve Kore’den Moğolistan’a yardım gönüllüsü adı altında gelen Hıristiyan misyonerler, oldukça etkililer. Kore’liler, Moğollara akrabalarımız diyerek, yakın ilgi gösteriyorlar. Kore’liler her bakımdan Moğolistan da etkili. Hıristiyan misyonerlerin 300’e yakın kilise açtığını öğreniyoruz.

Şu an Hıristiyanlık, Budizm’den sonra, ikinci konuma gelmiş durumda. İslamiyet ise, üçüncü duruma inmiş. Misyonerler özetle bölgede çok etkililer. Türkiye’den çok az gönüllü hizmet kuruluşu Moğolistan’da İslami hizmet yapıyor. Moğolistan’daki islami hizmetler ile ilgili bilgiyi daha sonra, sizlerle paylaşmak istiyorum. Ama kısaca, Moğolistan’daki inanç sistemi ile ilgili Turavel Turizm tarafından hazırlanıp bizlere de verilen bilgiyi sizler paylaşalım.

Moğolistandaki Dini İnançlar

Asya kültüründe göçebe halkın inançları; çeşitli formları ile tarih boyunca ve günümüzde yaygın çeşitlilik sergilemektedir. İnanç komünizm etkisiyle engellenmiş ise de, inanışlar yavaşça gelişen etkiyle Tibet tarzı Budizme eğilimlidir. Fakat Şamanizm, Moğolistan’ın din kültürüne damgasını vurmuştur.

Tengrizm ve Şamanizm, Arkeologlara göre 10.000 ile 40.000 yıl önceden beri Moğolistan’da ana inanç olmuştur ve gerçekte halen devam etmektedir. Moğollar çok dindardırlar ve hayatları boyunca inançlarına saygılıdırlar. Her ne kadar Hristiyanlık gibi diğer dinler birkaç yıl tanıtılmışsa da günümüzde Moğollar çoğunlukla Budizme inanmaktadır.
%80 Tibet Budizmi, %6 Hristiyan , % 4 Müslüman varsa da Şamanizm halen etkili olarak yaşanmaktadır. Tibet Budizmi, insan ruhunun ölümden sonra yeniden doğmasına kadar içinde bulunacağı koşulları ve geçireceği bilinç hallerini ayrıntılı bir biçimde açıklayan Budizm’in önemli bir koludur. Tibet Budizminin tatbik edilen şeklinde, Buda Dharma’nın öğrenilmesi, ahlâkî öğütler, nefisle mücadele, tefekkür ve meditasyon gibi içe bakış yöntemleri önemli yer tutar.

Tapınakların yarısından fazlası Budist tapınağıdır. 1930’da yıkılan ibadethaneler 1990’lardan sonra yeniden yapılmakta ve eskilerine yenileri eklenmektedir. En büyük budist tapınağı olan GANDAN MANASTIRI’nda Tibet Nepal ve Hindistan’dan gelen öğrencilere LAMA eğitimi verilmektedir. Şamanlar dünyadaki herşeyin ruhlarla dolu olduğuna inanır. Bitkiler, kayalar, dağlar, su ve hayvanların ruhu olduğuna ve bunlara saygı gösterip herşeyi dengede tutmak gerektiğine inanılır. Denge, insanın kendi içinde, toplumda ve doğada uyumu sağlayan en önemli unsurdur. Denge bozulduğunda olumsuz etkiler ortaya çıkar. Fiziksel güç ve kader inancın konseptini oluşturur. Şamanlar kendilerinin şifacı, kutsal itaatçi mucize doktor olduğuna inanırlar. Moğolistan’daki şamanlar yalnızca doktor değil aynı zamanda ruhsal güçlere sahip şifacıdırlar. Doğumlarında aldıkları gücü ahalinin dengesini sağlayıp yeniden yapılandırmak üzere kullanırlar. Hastalıklar ruhsal veya fiziksel travmanın neden olduğu, kişinin barındırdığı ruhlar arasında dengesizlik ve yabancı ruhların müdahalesi nedeniyle oluşur. Hastalıklar sadece fiziksel semptomlar değildir. Hastalığın ruhsal yönü önemlidir. Ruhsal hastalık tedavi edilmezse fiziksel hastalık hiç bir zaman geçmez. Şaman, tıbbi cihazlar olmadan bunu anlar ve kendi felsefeleri yönünde tedavi ederler. Hastalara ruhsal şifanın yanında şifalı otlardan ürettikleri ilaçları da vermektedirler. Moğolistan da %80’e yakın Budist olmasına rağmen, Ataistlerin sayısına oldukça fazla. Moğol devleti insanların inancına karışmadan, Laik bir sistemle devlet yönetimlerini sürdürüyorlar.                       Ulanbatur’dan Orhun Abideleri ve Ötüken’e Gidiyoruz                                                          Artık güneş tepemizde, bozkırların ortasında tozlu topraklı yollarda ilerleyişimiz sürüyor. Bozkırların ve ıssız Moğol dağlarının sessizliğini, sürülerini otlatan at sırtındaki çobanlar ile ayakta ata binen Moğol gençleri bozuyor. Bazen de bizlere Kartallar eşlik ediyor. Vakit bir hayli ilerledi. Mola vermek üzere, uzaktan gördüğümüz ve Ulanbatur’dan gördüğümüz ünlü Tuz ırmağı kenarına geliyoruz. Ana yoldan sapıp, ırmağın tam kenarına yaklaşarak mola veriyoruz. Tuz ırmağı biraz bulanık aksada, yeşillikler içerisinde güzel manzara sunuyor. Tuz ırmağı kenarından abdestlerimizi alıp, öğle namazlarımızı kılıyoruz. Bizler Tuz ırmağı kenarında öğle yemeğini sandaviçlerle giderirken, at sürüsünün ırmağın içerisine girerek, su içip serinlemeleri görünmeye değer. Tuz ırmağı kenarından ayrılma vakti. Yine tozlu topraklı İpek yolu güzergâhı. Issız bozkırlarda saatler süren yolculuklardan sonra, bu kez bir çadır kampta mola vereceğiz. Çadırlar otel haline getirilmiş. Büyük bir çadır restaurantta, Moğollara özgü patatesli et çorbasını içip, salata ve etli pilav yiyerek, kendimize geliyoruz. Moğollar Çadırlara Ger diyorlar. Göçerlerin yaşadığı Gerler Bozkırlar da çok güzel görünüm sergiliyor. Dinlendiğimiz çadırların hemen karşısında, Çin’lilerden kalma tarihi şehir ve kale kalıntılarının bulunduğu yere gidiyoruz. İpek yolu güzergâhındaki bu kale ve tarihi kent yıkılmış, sadece taş duvarları bozkırın ortasında ayakta kalma mücadelesi veriyor. Tarihi şehir ve kaleyi dolaşırken, moğol çoçukları bizlere eşlik ediyordu.

 Orhun abidelerine gitmek üzere vakit geçirmeden yola devam ediyoruz. Saatlerden süren yolculuktan sonra, nihayet asfalt yola geliyoruz. Bu yolun sonunda Göktürkler, Uygurlar ve Cengizhan İmparatorluklarına başkentlik yapan Karakurum şehri var. Ancak biz şehre gitmeden yoldan UGİNUR gölü yakınındaki çadır kamplarda konaklayacağız. Ancak, şoförlerimiz bir türlü kalacağımız Ger kampının yolunu bulamıyor. Güneş batmak üzere ıssız ve sessiz bozkırların içerisinde yolunu kaybetmiş kervan gibi kala kalıyoruz. Cep telefonları çekmiyor. Bir saat sonra yoldan geçmekte olan kamyonu durdurup, UGİNUR gölünün yolunu sorarak öğreniyoruz. Artık kalacağımız kampa gitmek üzere dağların arasından, bozkırlardan UGİNUR gölüne geliyoruz. Kalacağımız kamp uzaktan görünüyor. Yemyeşil bozkırın ortasında masmavi göl, adeta bir serap gibi. Gölü yakından görene kadar buranın bir serap olduğunu sanıyoruz. Orhun ırmağının suyundan beslenen göl bize hoş geldin diyor.
Güneş, kampın üzerinden yeni batmış. Güneşin buruk kızıllığı bölgeye hakim. Tesiste çalışanlar, bizlere hoş geldin derken, daha önce müslüman olduğumuzu öğrendikleri için Selamun Aleyküm diyorlar. Çadırlarda ikişer kişi kalacağız. Çadırlarımızın kapısı göl manzarasına açık. Çadırlarda  iki yatak, ortada soba bulunuyor. Sakin ve sessiz bir ortamda çadırlarımıza yerleşirken, bizi kötü bir sürpriz bekliyor. Onlarda sivrisinekler. İlaçlanarak, sivrisineklerden kendimizi koruyoruz. Tesisin göl manzaralı lokantasında akşam yemeklerimizi yerken, hilal şeklindeki ayın göle yansımasını doya doya seyrediyoruz. Elektrik olmadığı için jenaratörler çalışıyor. Kamera, telefon ve fotoğraf makinemizi şarj ederek, jenaratör kapanmadan uyku tulumlarımıza girerek derin bir uykuya dalıyoruz.
Ugıı Nuur Gölü
Sabah erken uyanıp, bozkırların ve Ugıı Nuur gölünün temiz havasını ciğerlerimize dolduruyoruz. Gölün ve bozkırın sessizliğini kuş sesleri bozuyor. Göçerlerin çadırından çıkarak, bozkırlara giden küçük ve büyükbaş hayvan sürüleri atlar, bozkırın sessizliğini bozuyor. Dağların arasındaki göl ve bozkırların manzarasında sanki kendimizi masal dünyasında hissediyoruz. Güneş dağların arasından yavaş yavaş doğuyor. Kahvaltımızı göle hakim restauranta yaparken, Ugıı Nuur gölünü doya doya seyrediyoruz
 Ugii Nuur gölü, deniz seviyesinden 1337 metre yüksekte Arkhangai yöresinde bir göl. 25 km kare alanı kapsıyor ve kanatlı hayvanların yaşadığı harika bir mekan. Kuğu, beyaz balıkçıl, Dalmaçya Pelikanı sıklıkla görülmektedir. Nisan ayında göçmen kuşların rotası buraya kayıyor. Bölgede kısmen tarım yapılabilir. Buğday, patates ve bazı cins sebzeler yetiştirilebilir. Doğal florası nedeniyle çok fazla sayıda sinek de görülür. Eğer sinekten rahatsız olursanız vücudunuza kımız sürebilirsiniz.                                                                Moğol Göçer Çadırları (Ger)                                                                                            Bizim çadır dediğimiz Moğolların GER dediği çadırlar, yere daire şeklinde çakılan tahta çitlerin üzeri ilk önce keçe ile kaplanır. Çatı’yı yapmak üzere iki sırığın üzerine yuvarlak bir parça konur, kenar duvarlarını oluşturan çite bağlanan sopalar bu yuvarlağa kadar uzatılıp uçları bağlanır. Tavandaki yuvarlağın ortasından hem ısınmak hem de yemek pişirmek için kullanılan sobanın borusu geçer ve kapatılmaz.
Ger evlerin küçük kopyası hatta haritasıdır. Ger’in kubbesi gökkubbe anlamını taşır. Ger çadırları kışın inanılmaz derecede sıcak, yazın serin ve güçlü rüzgarlara karşı koruyucudur. Kolay ısıtılabildiği için kış konaklamasında daima Ger tercih edilir. Kolaylıkla monte edilir ve taşınabilir. 150 – 200 kilo çadırı sökmek en fazla 2 saati alır.

Çadırlarda giriş kapısı daima Güney yönündedir. Güney en az onurlu yerdir ve gençlerin yaşam alanı olarak ayrılmıştır. Batı erildir ve erkek tarafıdır. Kuzey bölümü en onurlu yerdir. Bu kısımda, aileye ait kutsal eşyalar ve dini imajlar yerleştirilmiştir. Yaşlılar ve diğer saygın kişiler kuzeyde oturur. Misafirlerde bu bölümde ağırlanır. Doğu tarafı kadınların bölgesidir. Mutfak eşyaları, yiyecekler, çocuklara ait beşik vs. ile mutfak gereçleri gibi dişil eşyalar doğu yönündedir. Soba Gökkubbe’ye çıkış noktasında, Ger’in tam ortasındadır. Ger’in en kutsal yeridir. Ger, içindeki hareket, tepe deliğinden güneşin içeri giriş yolu olarak takip edilebileceği üzere, gökyüzüne gösterilmesi gereken huşu ve saygıyı simgeleyen şekilde mutlaka saat yönündedir. Ger, Amerikan yerlilerinin dört yöne ve evrene göre konumlandırdığı kutsal dairenin bir fiziksel temsilcisi olan şifa çemberine paralel olarak görülebilir.                                                                                                                                 Orhun Vadisindeki Kuşinsaydam (Dashınchılen Soum)a Gidiyoruz                           Hedefe yaklaşmak üzereyiz. Ugıı Nuur gölünü arkamızda bırakarak, Kuşi saydam bölgesi yani Orhun vadisine Göktürk abidelerinin bulunduğu Kültür tarihimizin muhteşem geçmişlerinin yazıldığı yere gidiyoruz. 1350 metre  bulunduğumuz yerin yüksekliği, biz 2400 metreye kadar yükseleceğiz. Orhun vadisinin bulunduğu yer yaklaşık 2100 metre yükseklikte. Tırmanışa geçiyoruz. Yol yok, taşların arasından güçlükle ilerliyoruz, rampa çok sert aracımız zorlanıyor. Nihayet bir düzlüğe çıkıyoruz. Son olarak araçtan inerek, Ugıı Nuur gölünün manzarasını seyrediyoruz. Bizlere sülün, kartallar ve envayi çeşit çiçekler eşlik ediyor.
Tekrar yollardayız. Güneş bir hayli yükselmiş, Hava parçalı bulutlu, hafif rüzgar esiyor. Ovalar ve vadileri düz giderek, Orhun vadisine geliyoruz ve vadi Göktürk anıtlarından Kültigin ve Bilge Kaan’ın anıtlarının bulunduğu yer. Anıtların bulunduğu yere Türkiye Cumhuriyeti devleti kısa adı TİKA olan Türk İş Birliği ve Kalkınma aracılığı, büyük bir müze yapmış. Uzaktan müze ve anıtların bulunduğu yeri seyrederken, kendimi yine zamanı mazide Türk tarihinin ihtişamlı geçmişinde buluyorum.
Türkler tarih boyunca kendi kültürlerinden doğan iki alfabe kullandılar.
Bu vadi kültür tarihimizin manevi tapu senedi. 1300 yıl önce Göktürk devleti ilk Türk kelimesini bu abidelere yazdılar. Devletlerin tarihinde yazılı belgelerin önemi çok büyük. Türk tarihinde de Göktürk imparatorluğu çok önemli.

Kendi kültürümüze ait alfabeleri kısaca özetlemek gerekirse,
1.Göktürk alfabesi (Orhun Abideleri ), 2. Uygur alfabesi. Tarihte ilk yazılı Türk anıtları (Bilge Kağan-Kültigan (Tonyukuk) adına dikilmiş olan Orhun (Göktürk) anıtlarıdır. İşte bu anıtların bulunduğu Orhun vadisindeki Tuşi saydamdayız. Vadi uçsuz bucaksız bir ova. Envai çeşit çiçek ve bitki bulunuyor. Orhun abidelerinde başka Türk tarihi için Kırgızlara ait yenisey meyer taşlarıda tarihimiz için önemlidir
Türkler 8.yy’dan sonra İslamiyeti kabul etmeye başladılar. İlk islamı kabul eden devlet Karahanlılar oldu. Fakat boylar halinde müslüman olan boylar ise, Karahanlıları kuran Karluk-Yağma ve Çiğil boylarıdır. Türklerin müslüman olmasında en önemli etken Emevilerden kaçan İslam kültür ve medeniyetinin kültürlerine çok yakın olması olmuştur. lO.yy’dan sonra da Türkler İslam dünyasının koruyuculuğunu üstlendiler.
Anadolu, Balkanlar, Kafkasya, Hindistan, Batı Türkistan gibi sahalarda islamı yaydılar. Batıdan gelen tehlikelere karşı İslam dünyasını savundular. Yaptıkları müesseselerle de İslama hizmet ettiler.

İslam medeniyetine asırlarca hizmet eden Türklerin ihtişamlı geçmişi işte bulunduğumuz Orhun vadisinde, Orhun kitabelerinde yer alıyor. Orhun ırmağının doğduğu Hangay dağları ise, Kültür tarihimize Ötüken ormanları olarak geçiyor. Bu coğrafya Oğuz Kaan destanında yazıldığı yerler. Büyük Hun imparatorluğu da bu coğrafyada doğmuştur. Orhun Vadisindeki dağları, ovaları, çiçekleri ve yeşillikleri seyrederken, kendimi tarihin derinliklerinden alıp, bugünlere getiriyor ve bugün Türk dünyasının perişan hali karşısında üzülüp kahroluyorum.
Tarih boyu 116 devlet ve 16 imparatorluk kuran Türkler bugün paramparça. İç savaşlar düşmanlıklar ve kültürlerini tamamen kaybetmek üzereler. Orhun Abidesine giderken, Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu da acı acı düşünüp, kahroluyorum. Bağımsız tek Türk devletini yok etmek ve parçalamak isteyenler ve onların Türkiye içindeki yerli iş birlikçileri Türkiye tam bir ihanet çemberi içerisindeyiz.                                                                                Orhun Vadisini Unesco, Dünya Kültür Müzesi Mirası Listesine Aldı                        Aracımız Orhun vadisinde ilerliyor. Hedefimiz Orhun müzesine gitmek. Türkiye devleti 6.5 milyon dolar harcayarak, buraya müze yapıp, Kültigin ve Bilge Kaan anıtlarını burada konuma altına almış.
Orhun vadisinde, Türk tarihi ve Türk dili mirasının en eski yazıtları bu bölgededir. Birbirine yakın 2 önemli monolist vardır.
Eski Orhun Nehri yatağın boyunca iki parça antik kalıntı bölgesi vardır. Orhun vadisine yakın bir noktada yeni Orhun ırmağı nehrinin bulunduğu bölgede tarihi Kara Balgas şehir kalıntıları, Uygur imparatorluğu başkentlik yapmıştı ve Moğol İmparatorluğunun en eski başkenti Karakorum ise, bu bölgededir. Orhun Vadisi Ötükent ırmaklarına kadar Hun İmparatorluğuna ait mezar kalıntılarına rastlanır.

Orhun Vadisi geçte olsa UNESCO, DÜNYA MİRASI listesine alması sevindirici. Bu vadide İlk anıt 685-731 yılları arasında yaşamış Kültigen anısına adanmıştır. Diğeri ise, erkek kardeşi Bilge Han’a adanmıştır. Türk kültürü, tarihi, gelenekleri, inançları, askeri faaliyetleri, sosyal hayat ilk kez bu yazıtlarda kayda alınmıştır. “TÜRK” tanımı ilk kez bu yazıtlarda görülmüştür.
Bu anıt yazıtlar sadece içerik açısından değil, aynı zamanda yazım teknikleri bakımından da çok önemlidir.
Türkiye son yıllarda buralara ilgi gösteriyor. Alman, Finlandiya, Belçika, Rusya ve Çin arkeologlar ve bilim adamları bu bölgeleri sürekli gezip araştırma yazıp, ilmi çalışmalar yapıyorlar.

Devam edecek