Batı’nın ilk üniversitesi olan Cambridge, 1229 yılında kurulmuştur. Bunu 1239′ da Salamenko, 1249 yılında yine İngiltere’deki Oxford, 1252’de de Sorbonne üniversitelerinin kuruluşu takip eder.
Daha sonra Prag Üniversitesi 1348’de, Viyana Üniversitesi 1365’te, Heidelberg Üniversitesi 1386’da, ve Köln Üniversitesi 1388’de faaliyete geçmiştir.
Oysa Türk ülkelerinde üniversiteler demek olan ‘medreseler’, Gazneli Sultan Mahmut zamanında (997-1030) kurulmaya başlanmıştır.
Medreselerin kuruluş esasında Şiiliğe karşı Sünniliği geliştirmek gibi bir teolojik amaç öne sürenler unutmasınlar ki, Batı‘da kurulan üniversiteler de de, ‘teoloji’ esastır.
Tamamıyla bir Türk müessesesi olan medreselerin ciddi birer eğitim merkezi olması, Karahanlı Türk Devleti zamanına rastlar.
Bunların bugünkü anlamı ile birer ihtisas üniversitesi haline gelmesi de Selçuklu Vezir-i Azam-ı (1064-1092) Nizamülmülk‘ün Bağdat‘ta yaptırdığı ‘Nizamiye Medresesi’nin öğretime açılmasıyla başlamıştır.
Buraya kadar anlattıklarımdan çıkan en tartışmasız sonuç, Türkler‘de medreseler, eğitim müessesi üniversiteler olarak, Batı’dan tamı tamına 200 yıl evvel vücut bulmuştur.
Gelelim bugüne.
Bugün ise, bilim açısından tartışılsa da özgürlükler bağlamında, Batı‘dan 300 yıl geride üniversitelerimiz.
Batı‘da üniversiteler, ‘özgürlüklerin beşiği’ olarak tanımlanır.
Zira bilimin en çok ihtiyacı olan şey, özgürlüktür.
Bu da demokrasi standartlarının, üniversitelerde, diğer kurumlardan çok daha fevkinde olmasına bağlıdır.
Peki bizde öyle mi?
En başta YÖK buna engel.
Bunu da en çok geçmişte, bugün İktidar olan partinin mensupları dillendirdi. Ta ki, YÖK, kendi kontrollerine geçene kadar.
12 Eylül ürünü bu kuruluşu kaldırmak gibi İkitidar’ın herhangi bir çabasını gözlemlediniz mi siz, Yusuf Ziya Özacan’ın YÖK Başkanı olmasından sonra
Her ülkede üniversite öğrencileri, uygun görmedikleri hertürlü uygulamaya karşı tepki koyarlar.
Protesto ederler.
Eylem yaparlar.
Daha önce cuma günleri camilerin önünde yapılan ‘türban eylemleri’ni hatırlayın.
Meşru ve yerinde eylemlerdi hepsi de.
Şu anda sorun çözülmediği halde, AKP İktidarı’ndan sonra bu eylemlerin bıçak gibi kesilmiş olması, geçmişteki meşruiyetinden bir şey kaybettirmiyor..
Bugün de farklı konularda protesto eylemleri yapıyorlar farklı görüşteki öğrenci gurupları.
Ama söz konusu olan Hükümet‘i protesto etmekse, Başbakan‘ı protesto etmekse, bu çocuklar Devlet’i soyanlardan bile daha fazla cezalara maruz kalıyorlar.
Remzi Gür’e, TBMM Üyesi bir parlamentere rüşvet vermekten 10 ay hapis cezası verilip ertelenirken, Başbakan’ı protesto eden öğrencilere 15 ay hapis cezası veriliyor.
Cumartesi günü de Başbakan’ın Rektörlerle yaptığı toplantıyı protesto etmek için toplanan öğrencilere reva görülen muamele, Habur’da davul zurna ile karşılanan teröristlere reva görülenden çok farklıydı.
Çocuklara biber gazı sıkıldı, yerlerde sürüklendi, joplar kafalarında patladı.
İki öğrenci de hastahanede halen tedavi görüyor.
Unutulmamalıdır ki; dünyadaki tüm olumlu gelişmeler, Gençlik Hareketleri ile başlar.
Gençliğin düşünce biçimlerinden biridir demokratik tepki koymak. O yüzden bu protestoları da bu bağlamda değerlendiriyorum ben.
Gençlerin protestolarına tepkisi olanlar, sadece Diktatörya özlemi duyanlardır.
Biz 1975 Üniversite Gençliği idik.
Ben öğrenciliğim esnasında öğrenci hareketleri içinde bizzat yer almış bir adamım.
Aydınlık tüm fikirler o dönemde ‘anarşist’ diye nitelenen, bizim jenerasyonun ürünüdür.
İşkence görürken biz, aklımıza gelmeyen İnsan Hakları’nı, düşmanı olduğumuz karşı görüşteki öğrenci arkadaşlarımızdan duyduk.
‘Dünyamızı kirletmeyin’ dediklerinde, ‘çevreciyiz’ dediklerinde, ‘Komünist’ dedik onlara.
Şimdi siz de, ben de, hepimiz de ‘çevreci’ olmadık mı?
O dönem gençlerin fikirlerinin duyulmasını istemeyen Emperyalistler, birbirimize kırdırdı, dinlemek yerine bizleri.
O gün, o olayların bizzat içinde yer alan, sağcısı ile solcusu ile tüm arkadaşlarım da, hayata söyleyecek sözleri olan, bu sözleri ifade edecek donanımda kişiler şimdi.
Her dönemde farklı baş kaldırıya sebep olacak meseleleri var ülkemizin.
Şu anda, 12 Eylül 1980 öncesinden daha karanlık ülkemiz..
Gençlerin bu protesto eylemlerinin, bir de ‘sözde bilim adamları’ tarafından terörist faaliyet olarak değerlendirilmesi ise, ayrı bir trajedi.
Bahse konu olan bilim adamları, ‘besleme bilim adamları’ sıfatında, hergün bir yerlerde boy göstermeye devam ediyorlar.
Tanırsınız onları sız de.
Hükümet’in ‘tepkisiz, koyun gibi bir toplum’ talebi, Diktatörlere özgü bir davranıştır.
Buna bir de bilim adamları çanak tutarsa, vay halimize!
Bu çocukların protestosuna şiddet derseniz, ‘koyun gibi bir gençlik’ gelir arkadan. Bu da toplumu ileri değil, geriye götürür.
Üstelik bu çocukların şiddete başvurduğunu söylemek haksızlık olur. Polisin kurbanlık dana gibi üstlerine çöktüğünü gördüm ben televizyondaki görüntülerde.
Protestocu ile teröristi ayıramayan idareciler Diktatörlük özlemi duyanlardır.
Savunulması gereken tek şey, öğrencilerin demokratik protestosuna kulak vermektir. Onlara biber gazı sıkmak değil.
Unutulmasın ki; Başbakan‘ın seçim dönemlerinde aklına getirip, isimlerini zikrettiği, hiç de inandırıcı olmayan gözyaşlarına sebep olan telef olmuş 12 Eylül Gençliği de, o dönemlerde kendilerine ‘anarşist’ denilen kahramanlardı.
Bugünün kahramanları gibi.
Gençlere kulak vermeyenler, ‘vitesi geride takılmış araba’ gibilerdir. İleri gitme ihtimalleri hiç yoktur.
Bu çocuklara biber gazı verip, joplamak yerine, dediklerine kulak vermek, hem ülke için, hem gençlerimiz için, hem de İdarecilerimiz için hayırlı olacaktır.