http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr sitesinde yayımlanan, çizgi ve espri gücü olarak son derece başarılı karikatürleriyle dikkati çeken karikatürist Murat Yılmaz son olarak “Tesettürlü Olduklarını Zannedenleri” çizmiş. Karikatürde başında tepesi kabartılmış bir türban bulunan bir bayanın, vücut hatlarını tamamen ortaya koyan (hatta göbeği açığa çıkaran) dar bluz ve pantolon giydiği ve ağır bir makyaj yaptığı görülüyor. Murat Yılmaz kardeşimiz başörtüsü taktığı halde tesettürlü olmayan bu tür bayanların kıyafetiyle ilan ettiği kimliğindeki çelişkiye dikkat çekiyor.
Toplumumuzda türban taktığı halde tesettürlü olmayan, “cafe”lerde, açık alanlarda erkek arkadaşıyla sarmaş dolaş gezen, öpüşen genç kızlarımıza şahit oluyoruz.
Kişilerin yaşama tarzlarını eleştirmek değil ama toplumumuzun yaşadığı değişimi anlamak açısından bu gözlediğimiz vakaları anlamaya çalışmak önemli olsa gerektir.
Belki de bu genç kızlarımızın aileden veya “mahalleden” aldıkları eğitim ile TV, sinema, gazeteler, okul ve diğer çevreden aldığı etkilerin farklılığı söz konusu. Veya nefsi dizginleyen inanç ile genç kız olmanın ruhunda yarattığı fiziksel ve ruhsal talepler ve toplumda beğenilme arzusunun etkileşiminden çıkan bir terkipten bahsetmek mümkün olabilir.
Bu yazıda maksadım, türbanın siyasal simge olması, mahalle baskısı oluşturma riski gibi yönlerini dile getirerek endişelenenleri, “bakın türban cephesinde de bir değişim yaşanıyor” diyerek rahatlatmak değil. Bu genç kızlarımızı Müslüman kimliğini ön plana çıkaran başörtüsü kullandığı halde, İslam kurallarını “yozlaştırdığı” suçlaması ile yargılamak da değil.
Zaten erkeklerin yaşadığı çelişkileri görmezden gelip, bayanların yaşama tarzında çelişkili olduğunu varsaydığımız hususları ön plana getirmek en hafifinden insafsızlık sayılmalıdır.
*****************
Ben erkek veya kadın, bütün insanların dışa yansıyan kimlikleri gibi, dışa yansımayan kimlik özelliklerinde de farklılıklar olduğunu düşünüyorum. Bu farklılıkları yaratan sebeplerin çeşitliliği sebebiyle, kendi kimliğimiz olarak benimsediğimiz inançlarımız, davranış biçimlerimiz, taraf tutmalarımız gibi birçok yönümüzün çelişkiler taşıdığını gözleyebiliyoruz.
Hepimizin karakterini ve davranışlarını etkileyen onlarca faktör var ve biz bu faktörlerin bileşkesine göre bir kimlik oluşturuyoruz. Bu faktörlerin gücü ve şiddeti değişken. Bu yüzden faktörlerin bileşkesi olan davranış ve karakterimiz de değişken olmakta.
Bulunduğumuz çevre, oturduğumuz makam ve mevki, kullandığımız siyaset, makam veya para gücü gibi faktörler davranışlarımızı, tercihlerimizi ve karakterimizi değiştirebiliyor.
Fakirken faizin haramlığı konusunda çok hassas ve hatta radikal olan bir Müslüman, zenginleşip ticari hayatın enstrümanlarını kullandıkça, önce “vade farkı“, “kâr payı” gibi kavramların rahatlatıcı etkisi altında daha sonra “enflasyon oranı kadar” ve nihayet “para da maldır, bir kârı olmalıdır” tezlerini benimseyerek faizli kapitalist sistemin bir parçası olmaktadır.
İktidara gelinceye kadar bağımsızlık fikrinin şampiyonu olan siyasetçi, iktidarda kalmanın sadece halkın desteği ile mümkün olmadığını görmesinden sonra, iç ve dış güç odaklarının ülke ve millet menfaatlerine aykırı taleplerini karşılamakta bir beis görmemektedir.
Siyasette para gücünün önemini kavradıktan sonra önce siyasi hareketinin bekası ve başarısı için diye başlayıp, sonra kendi şahsi servetini artırıcı haram yollara tevessül edebilmekte. “Harun gibi gelenlerin, Karun gibi olduklarından” bahsedilmekte.
“Gönülleri kazanmak” maksadı ve hedefi ile yola çıkan cemaat mensubu Müslüman, güç kullanmaya başlayınca, hedefi daha fazla güç kazanmak ve ne pahasına olursa olsun kazanılan maddi gücü muhafaza etmek noktasına gelmekte. Bu uğurda İslam’ın kerih (çirkin, iğrenç) bulduğu usulleri kullanmakta bir mahzur görmemekte.
Vatan ve millet sevdasıyla bir ömür çile çekmiş bazı milliyetçiler, bölücüler veya onların işbirlikçileriyle kol kola olabilmekte.
Günde kırk defa Yaratıcımıza “yalnız senden yardım dileriz” diyenlerin bir kısmı, sadece ABD ve AB’den medet ummakta. Irak’ta, Afganistan’da milyonlarca Müslüman’ın ölümünden sorumlu işgalcilere bir kınama cümlesini bile çok görmekte.
“Türk’ün ruh köküne düşman” her kimse O’na düşman olan, “Biz, gerçek Türk varlığının, Türk tarihinin, Türk ruhunun son ihtiyat akçesiyiz” diyen Necip Fazıl‘ın manevi çeşmesinden su içerek yetişenler, Türk olmaktan, Türk’üm demekten utanmakta. Hepimizin ortak kimliği olan Türklüğü bir etnisite seviyesine indirmekte.
Demek ki çelişkiler sadece bir kısım genç kızımızın giyim ve hayat tarzında değil. Çok daha vahim çelişkileri görmek ve dikkat çekmek gerekmekte. (Murat Yılmaz diğer karikatürleriyle bütün bu çelişkilere dikkat çekmekte.)
Necip Fazıl Üstad’ın, öğrenci olduğum 1977 yılında, Beyazıt Meydanında okuduğu ve kendisinden canlı olarak dinleme şansı bulduğum şiirini hatırlıyorum. Şiir, sadece o yıllar için değil, bugün de ve muhtemelen yarın da geçerli olacak tespitler barındırmakta.
İçimizdeki yangını söndürmek için aranan su nerede? Belki de çare, bu büyük, inanmış şairin gönlüyle feryat ederek, yaşanan bu yaman çelişkilere dikkat çekmekte.
Hak yolunda bir lider; Memur hakkı tahribe.
Düne kadar dıştandı, Şimdi de içten darbe.
Bu muydu Büyük Doğu, Kırk yıllık muhasebe?
Deli olsa yanaşmaz, işlerini tasvibe!
Bir nesil bekliyoruz, Büyük nizama gebe.
Nedir o nizam nedir? Boyun eğmektir Rabbe!
Milliyet ruha bağlı; Kıymet sadece kalbe.
Fatih’te erimiştir, Cengiz Han ve Kurt Cebe.
Davet gücü İslamda; Ferde ve kavme rütbe.
Bizde, kutsi emanet; Bizde yarın galebe!
Gün geldi saat çaldı; İşte yol koş takibe!
Yetmez mi esaretin; Ey Türkoğlu davran be!